YAZARLAR

Beverly Hills Cop: Axel F. / Sosyete polisi 4

Bu kadar sene sonra Eddie Murphy ile üstelik en ikonik rollerinden birinde tekrar buluşmamız hoş bir nostalji havası estirse de Axel Foley’in bir "Nefes alamıyorum!" döneminde biraz ‘geride kalmış’, eski sempatikliğini yitirmiş göründüğünü ve farkında olmasa da hassas ve tehlikeli sularda gezindiğini kabul etmemiz gerekiyor. 

80’li ve 90’lı yıllarda önümüze sunulan birçok ‘blockbuster’ın yapımcı koltuğunda oturan Don Simpson/Jerry Bruckheimer ikilisinin iş birliği Simpson’ın aramızdan ayrılmasıyla ‘tıkandı’  ama bu durumun Bruckheimer’ın kariyerini yavaşlattığını söyleyemeyiz. Yapımcı başta ‘Transformers’ serisi olmak üzere birçok gösterişli aksiyon yapımıyla hem (özellikle bu türe meraklı olan) sinema severleri hem de zaman zaman dijital platformlar üzerinden televizyon karşısına geçen seyircileri ‘şenlendirmeye’ devam etti ve bunun arkası uzunca bir süre devam edecek gibi duruyor.

Ancak söz konusu durum, 80’li yılların ikinci yarısında ve 90’li yılların başında ‘zirve’ yaşamış bir ‘kahramanı’, adeta ‘ikon’ olmuş bir karakteri tekrar canlandırmak (hem de çok uzun bir süre sonra) iddiası söz konusu olunca bizce alınan riskler Bruckheimer deneyiminde bir isim için bile yüksek olabiliyor: çünkü her ne kadar o yıllarda ‘efsane’ mertebesine yükselmiş bir film karakteri, bir yıldız oyuncu birkaç yönetmenlik ve senaryo dokunuşuyla ‘günümüzde’ yerini bulabilse de onun zamanında ‘O kişi’ olmasını sağlayan dönem koşulları çok geride kaldığı için hikayede 30-35 senelik bir köprü kurmak zor olabiliyor. Bu ‘köprü’ 35 sene sonra gelen ‘Top Gun: Maverick’ filmiyle fazla bocalanmadan hatta belli ölçülerde başarıyla kuruldu ama aynı şeyleri ilk bölümünden tam 40 sene sonra gelen ‘Sosyete polisi 4’ için söylemek ne yazık ki zor…

‘MEKANIN SAHİBİ’ Mİ DÖNDÜ?

Kuşkusuz zamanla bir ‘saga’ haline dönüşmüş bir film serisinin en önemli öğelerinden birisi müziğiydi. Ve o güzel ‘eski zamanları’ hatırlamak için o seriyle özdeşleşmiş bir müzik gibisi yoktur! Dolayısıyla ‘Beverly Hills ..4’ de tıpkı ilk filmde olduğu gibi Glenn Frey’in ‘The Heat Is On’ parçasıyla başlıyor. Ardından artık Axel Foley karakterinin ve filmin sembolü haline gelmiş Harold Feltermeyer’in (ünlü) melodisini duymaya başlıyoruz ve tabii ki yaş almış ama ‘iyi bir şekilde yaş almış’ bir Eddie Murphy’le tekrar buluşmamız filme hoş bir açılış getiriyor.

İlk defa uzun metrajlı bir film için yönetmenlik koltuğuna oturmuş olan Mark Molloy ‘Beverly Hills…’ serisinde selefleri olan Martin Brest, Tony Scott veya John Landis gibi ‘ağır’ isimlerin arasında ezilmemek için elinden geldiğince ‘yapılacaklar’ listesini doldurmaya daha doğrusu görev listesindeki maddelerin ‘yanlarına çentik atmaya’ başlıyor. İlk filmdeki biraz ‘durağan’ atmosferden sonra Tony Scott serinin ikinci filminde atlama/zıplama/patlama, arabalı takip gibi sekansların dozunu oldukça arttırmış ve hikâyeye belli bir dinamizm eklemişti. Yönetmen Molloy da fazla zaman harcamıyor ve hemen bu yolu seçiyor ancak önümüze getirilen sekanslar teknik açıdan (150 milyon dolarlık bir bütçe!) fena olmasa da Tony Scott’ın yaratmış olduğu karamsar, daha gerçekçi ve ihtişamlı kadrajların uzağında…

Ancak bu ‘geride kalmışlığı’ film en büyük ‘kozuyla’ yani yıldız oyuncusu Eddie Murphy’nin performansıyla bir ölçüde örtüyor! Artık 60’lı yaşlarını devirmiş olan Murphy, bu rolle ilk defa arz-ı endam etmesinden tam 40 yıl (ve son seferinden tam 30 yıl) sonra adeta ‘kaldığı yerden’ devam ediyor ve aynı gevşek, çılgın, yoluna çıkan insanlarını genelde bir ‘laf salatasıyla’ teslim ettiren, esprili performansına yeni bir halka ekliyor.

80’Lİ YILLARIN MASUMİYETİ!

Eddie Murphy’nin yüksek performansı filmin hikayesine bir dinamizm katsa ve zaman zaman bizi gülümsetse de çok yeni şeyler sunmadığını da eklememiz gerekir. Tabii ki Axel Foley gibi ‘kült’ olmuş bir karakterden keskin bir dramatik dönüş beklemiyorduk ama belki Murphy aynı şeyleri tamamen tekrar etmek yerine karakterine nüanslar katsa sonuç daha başarılı olurdu.

İşin can sıkıcı kısmı bizce yıldız oyuncu bunu istiyor ama başaramıyor: Foley’in bu sefer hikayenin içine kızıyla olan ilişkisini katması ve detay gibi görünse de bu devam filminin asıl olarak ‘Beverly Hills polisi 4’ değil ‘Beverly Hills polisi: Axel Foley’ adını taşıması (filmin yapımcılarından biri olan) Murphy’nin ne kadar tekrara düşmemek için çabaladığının (beyhude!) bir kanıtı!

Ancak filmin en büyük hatası ve belki de en hassas dengesizliği, zaman daha doğrusu dönem değişimi ekseninde yatıyor: bilindiği üzere Axel Foley, ilk çıktığı dönemlerde bir ‘aykırılığı’, bir tuhaflığı temsil eden ve sistemin içinde adeta bir ‘serseri mayın’ gibi davranan sevimli bir karakterdi. 80’li yıllarda bir ‘blockbuster’ın başrolünde bir Afro-amerikan oyuncu olması bile başlı başına bir yenilikken, senaristler üstelik bu karakteri ait olduğu Detroit sokaklarından çıkarıp Beverly Hills’in ışıltılı, sosyetik ve lüks caddelerine yerleştirerek onun bir anlamda ‘dışlanmış’ yönünün altını çiziyorlardı. Ama unutmamamız gereken şu: O yıllarda sempatik olduğu kadar isyankar bir portre çizen Foley’in polis teşkilatı içine yerleşmiş, yozlaşmış hiyerarşi ve iktidara karşı mücadelesi artık o kadar ‘masumane’ durmuyor! Özellikle 2020 yılında yaşanan George Floyd olayını ve sonrasında başlayan ‘Black Lives Matter’ hareketini göz önüne alırsak!

İlk filmlerde Axel Foley’in kuralların dışına çıkan, abartılı hatta bazen yersiz duran polis olarak eylemleri genelde iyi sonuçlara yol açıyor ve elde edilen netice bir bakıma Foley’in uygunsuz yöntemlerini aklıyordu! Ama değindiğimiz gibi hem o dönem hem de o zamanki polis teşkilatına insanların bakışı değişti. İronik bir biçimde bu konuda en doğru tespiti filmin kötü adamını, kirli polisini oynayan Kevin Bacon’ın ağzından çıkan:’ Artık söylediklerimize ve yaptıklarımıza çok dikkat etmeliyiz!’ sözleriyle duyuyoruz. Ancak sanki filmin asıl kahramanı bunun farkında değil veya farkında ama umursamıyor!

‘KÖTÜ ÇOCUKLARA’ BAKACAK OLURSAK…

‘Beverly Hills polisini’ göreceli olarak yakın bir benzeri, ‘Bad Boys’ serisi ile karşılaştırırsak, komedi-macera dengesinde ilginç farklılıklar ortaya çıkıyor: İki seride de başkarakter(ler) Afro-Amerikan. Bad boys’larda komedi ve macera kısımları sanki iki karakter arasında paylaşılmıştı! Hatırlanacağı üzere Will Smith’in canlandırdığı polis çok şık, karizmatik, kullanıldığı arabadan giydiklerine kadar hep en iyisini seçen bunun yanında işinde çok profesyonel, becerikli ve ciddi bir karakterken ortağını canlandıran Martin Lawrence ise filmin komik yönünü temsil ediyor çok daha şaşkın, beceriksiz ve çekingen bir portre çiziyordu. Axel Foley ise Smith karakterine duyulabilecek hayranlığının çok uzağında duran, eskiden ufak hırsızlıklar yaparken biraz uslanıp polis olmuş, getto çıkışlı, samimi, adeta halktan birisi! Doğal olarak çok daha samimi, ulaşılabilir ve bizce insani duruyor!

Sonuçta bu kadar sene sonra Eddie Murphy ile üstelik en ikonik rollerinden birinde tekrar buluşmamız hoş bir nostalji havası estirse de Axel Foley’in bugünlerin ‘Nefes alamıyorum!’ döneminde biraz ‘geride kalmış’, eski sempatikliğini yitirmiş göründüğünü ve farkında olmasa da hassas ve tehlikeli sularda gezindiğini kabul etmemiz gerekiyor.


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .