Bezdirici riyakarlık ve 'bu kadarı da fazla' korosu
Kadını türlü açıdan tüketmeye, yok etmeye ve gömmeye bu kadar gönüllü bir toplumda, taş atanlar korosunda değil daima taşlanan kadının yanında olacağız.
Bu toplumun kadın bedeni ve çıplaklığıyla derdi hiç bitmiyor. Bunun altında da her alanda iliklere işlemiş riyakarlık, çifte standart, ahlakçı geçinen ahlaksızlık, muhalif geçinen ahlakçılık, geleneksel ahlakla insani değerler konusundaki standart belirsizliği vb. saymakla bitmeyecek, açmakla çözülmeyecek bir düğümler yumağı yatıyor. Bu yumak hep aynı şeye hizmet ediyor: En küçük toplumsal paydalarımızdan olan kadın düşmanlığına. Farklı görünümler altında hep aynı şey…
Gülşen aylardır sahne kostümlerindeki çıplaklıkla konuşuluyor, giydiği ya da giymediği her kostüm, ettiği her söz ayrı ayrı konuşuluyor. Muhafazakarından muhalif sanatçısına herkes ayrı ayrı “giydiriyor” Gülşen’e ya da Gülşen’i. Gülşen’i giydirmek en popüler ve risksiz hobilerden biri halini aldı.
En son üç noktalı beş cümlelik değinilerle bin yıldır en sağlam köşelerden birini tutan Ahmet Hakan da isyanını buyurmuş: “Fakat artık Gülşen bu işin cılkını çıkarmaya mı başladı mı ne? Her seferinde daha fazla… Her seferinde daha fazla… Bu işi kararında bırakırsa… Hem kendisi hem de toplum açısından daha iyi olacak galiba.”
Bir kere insan en azından bu gibi konularda Ahmet Hakan’la aynı fikirde olunca bir endişelenmeli. Günlük vitaminlerini kontrol etmeli, aynaya geçip kendine bir bakmalı, “acaba bu aralar canım mı sıkkın, yeterince kendimde miyim?” demeli. (Bence…) Ama Gülşen’i taşlama korosuna katılan kimse bu gibi konulardan rahatsız görünmüyor. Bazılarımızı ve bu arada beni böyle şeyler feci rahatsız ediyor. Bu nedenle, bu içinden Gülşen’in geçtiği ilk yazım değil, son olacak mı bilmiyorum. Zaten mesele Gülşen değil, açığa çıkardıkları.
Toplumun kadın bedeni ve çıplaklığıyla derdi hiç bitmiyor, çünkü ikiyüzlü ahlak, ucu erkeğe hiç dokunmaksızın sadece kadın bedeni üzerinden tanımlanıyor. İşlek bir caddeden kulağında kulaklığı ve mini şortuyla geçen 17-18 yaşında bir kıza 17’sinden 70’ine erkekler, cadde boyu bakıyor mesela. Öyle bir bakmıyor, kafayı çevirip çevirip bakıyorlar. O bakışa kâh pis sırıtışlar, ne kadar komik değilse o kadar güldüren toksik erkek şakaları, kâh mırıldanılan dualar eşlik ediyor. Aslında imkânı olsa o kızla olmakta hiçbir sorun görmeyecek 50 yaşında seküler aile babasının takılıp kalmış bakışıyla dua mırıldanan ihtiyarınki arasında bir fark yok. Bu toplumun hiçbir kesiminde erkekler, kız çocuklarının, kadınların bedeninden elini, gözünü çekmiyor. Hiçbir yaştan kadın hiçbir şehirde taciz, tecavüz tehlikesi yaşamadan istediği kıyafetle dolaşamıyor. Bir kadın cinayeti olduğunda sorulan ilk soru “onun da o saatte/o şortla/orada ne işi varmış” oluyor. Çünkü bu her cephede destekleniyor. Kadını nesneleştiren, değersizleştiren bu bakışın yönünü değiştirmektense kadınları kapatmak gösteriliyor çare olarak.
Daha önce de yazmıştım: Alaycı bir sözüyle, gülüşüyle, “uygunsuz” bir kıyafetiyle erkeği delirten kadın, en şiddetli arzu-nefret döngülerinin konusu, en favori klişelerden biri. Kadın katillerinin neredeyse tamamı toplumun bahşettiği “ağır tahrik” bahanesinden yararlanıyor. Popüler kültürün önemli bir bölümü kadın bedeninin ‘erkek bakışıyla’ nesneleştirilmesi üzerine kuruluyken daima ve itinayla ikiyüzlü ahlaki sınırlar çiziliyor. Masalar kuruluyor, “bu kadarı da fazla” denen bir ayar noktası hemen saptanıveriyor.
İşte bu nedenle, bu konudaki kişisel tercihleriniz ne olursa olsun bir kadın kılık kıyafetleri nedeniyle hedef gösterildiğinde o koroda yer almamalısınız. Kendisine sanatçı, ilerici diyen biri hele, asla yapmamalı bunu bence.
Gülşen’in sahne kıyafetleri konulu “bu kadarı da fazla” korosuna kimler katılmadı kimler… Dekolte üzerine tez yazabilecek Seren Serengiller, Demet Akalınlar şaşırtmadı. Popüler kültürün benzer figürleri on yıllarca tutunurluklarını kendileri dilediklerini yapar ve giyinirken bir yandan da işlerine geldiği an ve yerde başka kadınları hedef gösteren ahlakçı koltuklara oturmakla sağlarlar. Bu türden yancılıkta pek mahirdir onlar. Işın Karaca’nın “bir kız annesi olarak” Gülşen’e verdiği ayardan sonra “genç sevgilisiyle” plajda öpüşürken “yakalanması” da ayrıca mevzu oldu. Ki bu konulardaki tutum, gereğinde yanlış yapana yapılan yanlışı da eleştirmeyi gerektirdiğinden o fotoğraflı yuhalama korosuna da katılmadık tabii. Ama riyakarlık berbat bir şeydir. Kiminle ve nerede olduğu, ne giydiği ya da giyinmediği değil ama riyakarlık gülünç hallere sokar insanı, kendinden olabilecek en uzak noktaya fırlatır.
En son da Yeşim Salkım bilgece bir döktürmeyle koroya katılmış. Satır aralarından tez çıkabilecek bir paylaşım. Ne Gülşen’in sahnede LGBTİ+ bayrağını açması kalmış ne aslında bulunduğu yere (kendisinin de eski dostu olan) kocası sayesinde geldiği imaları… Salkım’ın, LGBTİ+ meselesinin ekmeğini yemek konusunda dokundurduğu diğer isim olan Hande Yener de aynı koroya başka bir ucundan katılmış işin fenası. Giderek çetrefilleşiyor. Yener, bir paylaşımı altında yapılan “Gülşen sizden on gömlek üstün” yorumuna “gömlek derken, meme ucu mu?” diye cevap vermeden duramamış. Çünkü tüm memenin açık olup meme ucunun görünmemesi bu konudaki ince kırmızı çizgi galiba. Uçlarca riya…
Bu konudaki bir tweetimin altına hiç beklemediğim, sevdiğim bambaşka isimlerden de ummadığım yorumlar geldi. Asu Maro birkaç gün önce bu konuya dair yazdığı gayet yerinde bir yazıda buna da değinmiş, yoksa bunu yazıya taşımak konusundan emin değildim. Umay Umay, Gülşen’in sahne kostümlerine dair tepkileri eleştirdiğim tweete: “Çok ucuz” ve devamında gelen “gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?” sorusuna da “her porno için evet… çok da kolay” gibi bir yanıt verdi. İnsan Serengillere değil ama buna üzülüyor tabii.
Aslında bu tür yorumların altında tahmin ediyorum Gülşen’in sadece kıyafetine değil müziğinden belirli temaları gündeme taşımasına değin popülerliğine ve bunun biçimine dair bir hoşnutsuzluk, eleştiri var. Ki bu da çoğu örnekte yanlış bulduğum bir şey. Belli bir müzik türünün bugünkü durumunu eleştiriyorsa insan onu eleştirmeli, ya da alternatiflerini ortaya koymalı. Sanatçıya “ucuz, paçoz” dememeli. Bunlar kadına, erkek dünya gözünden değer biçen, çok fena yargılamalar. Aynı değersizleştirme işte kadın cinayetlerine kadar uzanan yolu döşüyor.
Bu nemalanma işleri de göründüğü kadar basit değil. Ben Gülşen’i aylardır kimseleri takmayarak sürdürdüğü bu tavırda da LGBTİ+ bayrağı açmasında da, söylediği sözlerde de samimi buluyorum. Çünkü basitçe biliyoruz ki, azıcık ahlakçılık yaparak elde edilebilecek prim, bu toplumda, her dönemde bundan daha fazladır. Ne müziğinin ne kostümleri ve şovunun alıcısı değilim ama atılan her taşın da karşısındayım, bu nedenle de.
Kadınların, başka kadınların giyim kuşamları ve özel hayatları üzerinden ahkam kesmeleri, sınır belirlemeleri, kendi saygınlıklarını bir başka kadının üstüne basarak pekiştirme eğilimi bin yılların ataerkil tuzağıdır. Belirli genellikler içinde her şey eleştirilebilir, sorgulanabilir. Ama yetişkin bir kadını sahne kostümleri üzerinden yaftalamakla kocasına ya da muktedire şikayet etmek arasında incecik bir çizgi bile yok. Tüm bunların günün sonunda neye ve kime hizmet edeceği de çok açık. Kadını türlü açıdan tüketmeye, yok etmeye ve gömmeye bu kadar gönüllü bir toplumda, taş atanlar korosunda değil daima taşlanan kadının yanında olacağız.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI