YAZARLAR

Biden’ın kullanışlı müttefiki

Erdoğan Biden yönetimiyle yeni bir “reset” yapsa, kendi istediği yeni sayfayı açsa bile bu son derece elverişsiz, geçmişten çok daha asimetrik bir ilişki biçimi olacak.

Erdoğan yönetimi bir süredir zorda. İç politika, yerel yönetimler, Covid-19 ile mücadelede yaşanan sorunlar, artan işsizlik, enflasyon, dayanağı olan esnaf kesiminin artan memnuniyetsizliği, oy oranlarındaki düşüş ve dış politikadaki sıkışıklık. Elinde fazla aracı kalmayan Erdoğan bu düşüşü durdurmak ve şaşılaşacak derecede uzamış iktidar sürecini uzatmak için son çare olarak Biden yönetimine tutunmaya çalışıyor. Bu, Trump yönetimiyle denediği ve kısmen tutmuş bir yoldu ve ömrünü uzatmasına katkı sağlamıştı. Erdoğan aynı yolu bu kez Biden ile denemeye çalışıyor. Bundan birkaç yıl önce bölgenin hâkimi olduğunu iddia eden kibirli bir yönetim şimdi ABD için “kullanışlı bir müttefik” olabilmenin binbir yolunu arıyor, bunun pazarlığını yapmaya çalışıyor. Bu yazıda Erdoğan iktidarının kendisini ve Türkiye’yi soktuğu bu çıkmazda bir çıkış yolu bulma imkânı olup olmadığını tartışacağım.

USTALIK VE ÇÜRÜME DÖNEMİ

19 yıllık iktidar çok açık bir şekilde Erdoğan yönetimini çürüttü. Ekonomi, dış politika gibi alanlardaki çöküşe bir de, hükümetin görmezden gelmeye çalıştığı, yokmuş gibi davrandığı ama siyasetin ortasına bir fil gibi yerleşen Sedat Peker’in ifşaatları duruyor ki, Erdoğan iktidarını bütün muhalefet partilerinin toplamından daha fazla hırpaladı. Bu videolar üç sorunu gözler önüne serdi. İlki, AKP ile MHP arasındaki gerilimi artırdı, Erdoğan’ın kendisiyle birlikte oyu eriyen MHP karşısındaki acizliğini gösterdi. İkincisi, çok güçlü görünen Erdoğan iktidarının ne kadar kırılgan olduğunu açığa çıkardı. İçteki parçalı yapının nasıl birbirine rakip, yer yer düşman, birbirinin altını oymaya çalıştığını ortaya koydu. Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler nükleer füzelerini birbirlerine çevirmişlerdi ve buna da “karşılıklı mutlak yıkım” ya da “dehşet dengesi” deniyordu. AKP iktidarı içindeki grupların her biri, birbirini yıkıma uğratacak malzemeyi ellerinde tuttukları için şimdilik ellerini tetikte tutmakla, alttan alta tehdit şantaj mesajları göndermekle yetiniyorlar. İktidar şemasının dışına itilen Peker ise eli rahatlamış şekilde füzelerini, cephanesini dikkatlice kullanarak göndermekten çekinmiyor. Üçüncü olarak, son yaşananlar AKP’nin organize suç ile iç içeliğini gizlenmesi mümkün olmadığı derecede içeriden açığa çıkardı. Bu iddialar AKP’yi iktidardan düşürmeye yetmese de Erdoğan yönetimini uluslararası alanda zayıflattığı da ortada. Erdoğan iktidarındaki çekişmelerin farklı siyasal/ideolojik pozisyon almaktan değil, doğrudan rant paylaşımından kaynaklandığı da görülüyor. Sonuçta her mafyatik düzen çökmeye mahkumdur, çünkü sınırları belli olmayan, iktidarı da içine alıp sarmalamış bir doyumsuzluk, kaçınılmaz rant ve güç kavgasını beraberinde getirir. İşte Erdoğan 14 Haziran’da Biden’ın karşısına bu bütün içsel sıkıntılarıyla çıkacak.

TARİHİ KIRILGANLIK

Türkiye genel olarak tarihinin en kırılgan dönemine girdi. Gerçekçi olmak gerekirse şu anda Türkiye ekonomisi ABD’nin alacağı tavra bağlı durumda. Son 19 yıllık iktidarı boyunca AKP’nin Batı sistemine yaptığı en büyük hizmet Türkiye’nin iktisadi bağımlılığını şu anki kapitalist sistem içinde geri dönülmez bir şekilde derinleştirmesi oldu. İktidardan gitse bile Türkiye’nin yeni bir ekonomik modele geçerek üretim ekonomisini kurması çok zor. Çünkü geçen sürede küresel sistemde bu açıdan çok önemli yol alındı, uzun yılların yatırım, araştırma gerektiren kritik yüksek teknoloji alanlarında köşe başları tutuldu. Şu anda ekonomi, bırakın bir Halk Bankası davasından çıkacak milyar dolarlık cezayı, bunun söylentisini bile kaldırabilecek durumda değil. Hatta, Türkiye ekonomisi, Trump’ın “ekonominizi yıkarım” diyerek durdurduğu Barış Pınarı harekâtı döneminden çok daha kırılgan durumda.

DIŞ POLİTİKADA GERİ ÇEKİLME DÖNEMİ

Erdoğan yönetimi artık gizleyemediği bir şekilde ABD desteği sağlayabilmek ve AB yaptırımlarından kurtulmak için her türlü ödünü verdi, daha fazlasını vermeye hazır olduğunu neredeyse ilan etti. Doğu Akdeniz’deki iddialarından vazgeçti, Yunanistan ile şimdiye kadar kabul etmediği Akdeniz meselesi de dahil görüşme masasına oturdu, Libya’da Hafter’in Trablus’u almasını önleyerek görevini yerine getirdi ama daha fazlasını talep edecek pozisyonunu kaybetti, Karadeniz’de aktif işbirliğini kabul etti, Montrö’yü tartışmaya açtı, Ortadoğu’da Mısır, İsrail, Suudi Arabistan, kuzeyde Gürcistan, Ukrayna, Polonya açılımları yaparak ABD stratejisinin kilit ayağı olmayı kabullendi. Bu aşamada ABD açısından en kritik konu olan S 400’leri önce sorun, sonra koza çevirmeye çalıştı. Zoru görünce bunda da geri çekilecek. Şimdiden yolunu yapmaya başladı. ABD’ye bağlayıcı olmayan bir belge vererek önerilerini sundu. Eğer söylendiği gibi İncirlik üssüne gönderilirse, Rusya’ya 2,5 milyar dolar vererek alınan ve bu süreçte ulusal savunma için ne kadar gerekli olduğu söylenen bir füze sistemini ABD’ye teslim etmiş olacak. Ulusal savunma önemli olduğu için ama daha çok ABD’yi memnun etmek üzere bu sefer daha fazla ödeyip Patriot sistemi alacak. Sonra da buna da dış politika ya da denge siyaseti diyecek.

BIDEN İKNA OLUR MU?

Biden yönetiminin Erdoğan ile çalışmak istemediği ortada. Bunu daha açık belli etmiş bir başkan adayı olmadı hiç. Ama şu anda Erdoğan iktidarda ve başka çaresi yok. Bu koşullarda Biden yönetimi Türkiye ile S 400 konusunu dondurup 'başka alanlarda neler yapabileceğimize bakalım' demiyor. Beyaz Saray, 'bu sorunu benim istediğim şekilde çöz, sonra normalleşelim' politikasını değiştirmedi. Türkiye’nin bu, dış politikada, ekonomide, siyasette en zayıf anında, zaten tarihi boyunca asimetrik olmuş ilişkide, soykırım dediğinde bile tepki veremeyen halinde ABD’nin geri adım atması siyasetin mantığına aykırı olur. Trump döneminden kalma, transactional, al-ver’e dayalı bir ilişki mantığını Türkiye’nin ABD’ye dayatmasına imkân yok, liderden lidere bir diplomasi yürütmenin önünü ise Biden kapattı. ABD düşünce kuruluşlarında Türkiye’yi izleyenler, Trump yönetimi sırasında, Erdoğan'ın kişisel ilişkisini kullanarak bölgede yeterince sorun çıkardığını yazıyorlar. Erdoğan ne liderler diplomasisini, ne de Rusya’yı dengeleyici olarak kullanabilecek durumda. Hatta, tersine ABD’nin bölge politikasına angaje olmaya çalışırken bunun Rusya ile ilişkilerde getireceği maliyeti hafif atlatma derdinde. O yüzden NATO’nun Beyaz Rusya ile ilgili uçak indirmeye tepki olarak aldığı kararı yumuşatarak Putin’i teskin etmeye çalışıyor. Ama büyük ihtimalle Erdoğan dış politikada müttefik değiştirmenin, iç politikadaki “kullan at” kolaylığında bir siyaset olmadığını görecek. Rusya’nın tepkisini yalnızca turist kaybıyla atlatabilirse, bunu kâr hanesine yazacak. Bu noktada Rusya’yı ABD’ye karşı dengeleme yerine, Rusya’yı ABD stratejisi doğrultusunda bölgede dengelemeye çalışıyor. Değerli yalnızlıktan ABD’nin bölgedeki en değerli müttefiki olduğunu ispat etmeye doğru gidiyor. Erdoğan bu politikayı siyaseten hayatta kalışının formülü olarak görüyor.

YENİ BİR AKTİVİZM

Türkiye’nin ABD ile bölge siyasetinde işbirliği yapma geleneği, alışkanlığı var, bu AKP öncesinde başlamış bir süreç. İkili ilişkilerin önemli bir ayağını bu bölgesel işbirliği oluşturuyor. Türkiye genellikle kendi dış politika gündemini ABD’nin bölgesel siyasetiyle örtüştürmeye çalışırdı. Bunun 1990’larda Balkanlar, 2000’lerde ılımlı İslamcılık ve model ortaklık gibi neredeyse tam örtüştüğü durumlarda, Türkiye kendi koyduğu hedeflere ulaşmakta zorlanmazdı. Günümüzde ilişkilerin aldığı yeni boyutta, Türkiye bu kez kendi gündemini ABD ile örtüştürme imkanını kaybetti. Edilgen bir dış politika aktivizmine doğru gitmekte. Erdoğan yönetimi Libya’dan Körfez bölgesine, Suriye’nin kuzeyinden Polonya’ya uzanan bir hatta, ABD’nin talep ettiği bölgesel uyumu sağlama, sorun çıkarmama ve pozitif katkı sunma konusunda uysal bir müttefik olmayı kabullendi. Bölgesel hakimiyet arayışında, kendisi istemese yaprak kıpırdamayacağı iddiasından hazin bir geri çekilme içinden geçtiğimiz.

Kaldı ki, bu Erdoğan’ın son hamlesi. Erdoğan Batı, özellikle ABD sistemi için vazgeçilmez bir lider değil artık. Siyaset yapma tarzı iyice deşifre olmuş, güvenilmez bir lider olarak görülüyor. En büyük kozu ise muhataplarının çok iyi bildiği sıkıştığında geri çekilmesi ve uzlaşmaya hazır olması.

Erdoğan’ın bu son hamlesinin kendisinin ve partisinin siyasal geleceğini garanti etmesi bu koşullarda mümkün değil. Türkiye’nin bu tarihi zayıflığını dönemsel kazanca çevirme kıvraklığına ve deneyimine sahip olan ABD sistemi, bu sefer Erdoğan üzerinden elde ettiği kazanımları alıp, desteğini çekebilir de. Sonuçta, müttefik/partner değiştirme konusunda, Amerikan dış politika mekanizması, tarihsel olarak da, coğrafi olarak da AKP’den çok daha deneyimli. AB zaten, son görüşmelerde alacağını alıp, Erdoğan’ın geleceği konusunu Biden yönetimine havale etmiş durumda.

İNSAN HAKLARI NE OLACAK?

Biden ilk yurt dışı gezisini Avrupa’ya yapıyor. Obama Türkiye (TBMM) ve Mısır’a (Kahire Üniversitesi), Trump Körfez’e yapmıştı. Bu da anlamlı çünkü Biden Transatlantik ilişkileri güçlendireceğini söylemişti. Biden, ABD-AB, G-7 ve NATO toplantılarını da içeren bu ziyaretinin “demokratik ülkelerle” dayanışma amacını taşıdığını dile getirmişti. Bu kapsamda Erdoğan ile de görüşecek olan Biden’in insan hakları ve demokratikleşme konusunu gündeme getireceği kesin. ABD ile her konuda anlaşmaya, geri çekilmeye, uzlaşmaya hazır Erdoğan yönetimi bir tek insan hakları konusunda adım atmıyor, buna dair hiçbir işaret vermiyor. Bu konuyu ABD karşısında kullanılacak pazarlık konusu olarak en sona saklıyor. Karadeniz’de işbirliği ve S 400 füzelerinden farklı olarak insan hakları ve demokratikleşme konusunda atacağı adımların, içte kendi siyasal geleceğini doğrudan etkileyeceğini biliyor. En küçük bir gevşemenin toplumsal muhalefeti canlandıracağını, başta esnaf olmak üzere birikmiş sorunların, memnuniyetsizliğin toplumsal bir patlamaya dönüşme riskini çok iyi biliyor. Sokağa çıkmanın maliyetini elinden geldiğince çok yüksek tutuyor. Bu yüzden Biden’den insan hakları konusunda bir diskur dinleyip, yoluna devam etmenin hesabını yapıyor.

Sonuç olarak Erdoğan Biden yönetimiyle yeni bir “reset” yapsa, kendi istediği yeni sayfayı açsa bile bu son derece elverişsiz, geçmişten çok daha asimetrik bir ilişki biçimi olacak. Acı olan Erdoğan yönetiminin çoktan buna razı olması. Geçmişte Türkiye ABD karşısında stratejik konumuyla öne çıkan, ABD’nin bölgesel stratejilerine hizmet eden bir ülkeydi. AKP iktidarıyla birlikte bu dinamik dönüştü, coğrafi konumun yerine olmasa da önüne, kimlik geçmeye başladı. Türkiye demokratikleşecek ve bölge ülkelerine model olacaktı. Bu politika hem AKP, hem de bölgesel ve bölge dışı nedenlerle yürümedi. Şimdi Erdoğan yönetimi tekrar bu “demokratik olmayan” stratejik önemi yüksek ülke modeline dönmeye çalışıyor. ABD stratejisine hizmet karşılığında demokrasi açığını kabul etmesini sağlayacak bir pazarlığa oynuyor. İktidarını sürdürebilmek için, iki yıl kalan seçimlere kadar zaman kazanabilmek için, dışarıda işbirliği, içeride otoriterlik modeli diyebileceğimiz Türkiye için kaybet-kaybet formülünü kabul ettirmeye çalışıyor.


İlhan Uzgel Kimdir?

1988’den itibaren Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde çalıştı. Bölüm başkanı iken Şubat 2017’de ihraç edildi. Ankara ve Cambridge Üniversitelerinde yüksek lisans yaptı, Ankara Üniversitesinden doktora derecesini aldı. LSE, Georgetown gibi üniversitelerde doktora ve doktora sonrası araştırmalar yaptı, Oklahoma City Üniversitesinde dersler verdi. British Council, Jean Monnet ve Fulbright gibi burslardan faydalandı. Daha çok ABD dış politikası, Türk dış politikası, Balkanlar gibi konularla ilgilendi. Ulusal Çıkar (2004, İmge), Türkiye’nin Komşuları (derleme, 2002, İmge) ve AKP Kitabı (derleme, 2009 Phoenix) gibi çalışmaları vardır.