Bildirici: Medya ombudsmanlığının kurumsallaşması mesleğimiz için kazanım olacak
Faruk Bildirici’nin medya ombudsmanlığının kurumsallaşması girişimine çok sayıda kuruluş destek verdi: Okurlar ve medya kuruluşları arasında hakemlik yapacağım.
ANKARA - Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici, 19 Ocak’ta kabul eden medya kuruluşlarına dışarıdan ve bağımsız olarak okur temsilciliği (ombudsmanlık) yapacağını duyurdu. Oluşturacağı ekibiyle birlikte çalışmalar yürütecek olan Bildirici’nin 'Medya Ombudsmanlığı'nı kurumsallaştırmaya dönük çağrısı medya kurumlarında karşılık buldu.
Aralarında BirGün, T24, Gerçek Gündem, KRT TV, Anka Haber Ajansı, İkinci Yüzyıl, Yeni Asya Gazetesi, Muhalif, Turktime ve Gazete Pencere’nin olduğu medya kuruluşları, bildiri yayınlayarak Faruk Bildirici'nin medya ombudsmanlığını tanıdıklarını duyurdu. Gazete Duvar da Bildirici’nin ombudsmanlığı kurumsallaştırma çağrısına destek veren yayın organları arasında yerini aldı.
‘HÜRRİYET GAZETESİ’NDE SÜREKLİ MÜDAHALELERLE KARŞILAŞTIM’
Hürriyet Gazetesi’nden “uzaklaştırılmasının” ardından gazeteciliğin gelişimine bağımsız katkı sağlayan Bildirici’ye göre bu alanda kurumsal bir yapının oluşturulmasının zamanı geldi. Medya ombudsmanlığı çağrısının zamanla yayılmasını ve destek veren kurum sayısının artmasını beklediğini ifade eden Bildirici, “Eğer biz Türkiye’de gazeteciliğin bugün geldiği durumdan yakınıyorsak, bunu düzeltmek için hep birlikte bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor” dedi.
Bildirici, medya ombudsmanlığının kurumsallaşması, bunun gelecekteki seyri, iktidar değişiminde medyanın bundan nasıl etkileneceği ve gazetecilere bu süreçte düşen sorumluluğa dair Gazete Duvar’ın sorularına şu yanıtları verdi:
Hürriyet’ten sizin deyiminizle “uzaklaştırılmanızın” ardından bağımsız olarak farklı yayın organlarını denetlediniz. İki yıllık bu süreç içerisinde gazeteciliğin gelişimine katkı sağladınız, sağlıyorsunuz. “Medya Ombudsmanlığı”nın kurumsallaştırma ihtiyacı nasıl doğdu? Bu iki yıllık bağımsız süreçte ne tür eksiklikleri tespit ettiniz?
Ben uzun zamandır medyada etik ve etik sorunlarla ilgileniyorum. Bu çabam Hürriyet Gazetesi’nden 2010 yılından itibaren ‘Okur temsilciliği’ ile hayat buldu. O sırada medyadaki etik sorunlara müdahalenin, öz denetimin nasıl olması gerektiği konusunda önemli bir deneyim kazandım. Bu deneyimde en önemli problem de editoryal bağımsızlığın olmamasıydı. Ben Hürriyet Gazetesi’ndeki ombudsmanlığım sırasında sürekli müdahalelerle karşılaştım. Bu müdahaleler gerek gazete yönetiminden gerekse patronajından geldi. Sürekli serbest ve özgürce yazamadım. Mümkün olanı yapmayı çalıştım. Bunu yapmaya çalışırken ne kadar mesleğime katkı sağladım bilemiyorum, bunu okurlar söyleyecektir. Ama ben bu çabaların ürününü iki kitapta, “Günahlarımızda Yıkandık” ve “Medyanın Ombudsmanı Saray’ın Medyası” kitaplarında topladım.
‘OMBUDSMANIN ÖZ DENETİM YAPABİLMESİ İÇİN EDİTORYAL BAĞIMSIZLIK ŞART’
Ben Hürriyet Gazetesi’nde editoryal bağımsızlığın olmamasının sakıncalarını yaşayan bir ombudsmandım ama bu durum sadece bana özgü değildi. 2000’li yıllarla birlikte okur temsilciliği Milliyet Gazetesi’nde Yavuz Baydar’la başlamıştı. Sonrasında Milliyet, Hürriyet, Sabah ve Cumhuriyet gazetelerinde öz denetim kurumu olarak ombudsmanlık oluşturdu. Ama bunlar orada da devam edemedi. Neden? Orada da ombudsman arkadaşlar aynı engellemelerle karşılaştılar, editoryal bağımsızlık tanınmadı. Ben oradan şunu görmüş oldum. Okur temsilcisinin, ombudsmanın öz denetim yapabilmesi için editoryal bağımsızlığın olması şart. Peki bu editoryal bağımsızlık nasıl kazanılabilir? Bu soruya cevap ararken belki de Hürriyet Gazetesi’nden uzaklaştırılmam bana katkı sağladı. “Ben bunu bağımsız olarak yapabilirim” dedim. Hiçbir medya kuruluşuna, sivil toplum örgütüne bağlı olmadan, hiçbir finansal destek almadan, emekli maaşımla geçinirim ve bunu yapabilirim diye düşündüm. 3,5 aylık RTÜK üyeliği dönemini saymazsak bağımsız olarak medya eleştirileri yazdım. Bu bir direnme ve deneyim kazanma çabasıydı. Evet Hürriyet Gazetesi beni kurumdan uzaklaştırdı, ama kendi işimden, medyadan uzaklaştıramadı. Ben çabalarıma devam ettim. 2019’a kadar Hürriyet’i inceliyordum, sonrasında bütün medyayla ilgili yazılar yazdım. Nitekim de bazı şahsiyetler, “Sen kimsin, kendine böyle unvanı nereden veriyorsun, nereden bu hakkı kazandın” gibi şeyler söylediler. Benim yazdıklarıma itiraz ettiler. Ben de onlara, “Benim kim olduğum, kendime ne unvan verdiğimin hiçbir önemi yok. Ne söylediğime bakın. İçerisinde yanlış ya da eksiklik varsa onu tartışalım” dedim. Benim söylediklerim evrensel ilkelerde görüşler. Her halükârda yapmaya çalıştığım kendi mesleğimize bir artı değer kazandırmak.
‘MADEM MEDYA OMBUDSMANLIĞI KAVRAMSAL OLARAK KABUL EDİLDİ BİR ADIM İLERİYE TAŞIMAK LAZIM’
İki yıl içerisinde yazılarımı sürdürdüm. Bir noktada medya ombudsmanlık kavramının kabul edildiğini gördüm. Madem ki medya ombudsmanlığı kavramsal olarak kabul edildi, bunu artık bir adım ileriye taşımak lazım. Çünkü medya ombudsmanlığını tamamen dışarıdan yapmakla medya kuruluşuna bağlı yapmak çok farklı. Medya kuruluşlarının her birinin ombudsmanlıkla organik ilişkiye girerek, evrensel ilkeleri uygulayacakları konusunda taahhütte bulunmaları, hatalarıyla yüzleşmeleri gerekiyor. Ben tüm bu deneyimlerin ışığında, medya kuruluşlarından ve her yerden bağımsız ama medya kuruluşlarının her biriyle organik bağ içerisinde ilişkinin daha işlevsel ve yararlı sonuçlar doğurabileceğine inandım. O nedenle böyle bir çağrıda bulundum. Yavaş yavaş kabuller geliyor ve onlarla devam edeceğiz.
‘HAKEMLİK YAPMAK GİBİ BİR İŞLEVİM OLACAK’
Çağrınıza olumlu yanıt veren kurumların taahhüt bildirisine baktığımızda “Medya Ombudsmanlığı”nın kurumsallaştırma ihtiyacının önemli bir gereklilik olduğunu görüyoruz. Peki bundan sonra süreç nasıl ilerleyecek? Çağrı metninizde bir ekiple bunu yapacağınızı ifade ediyorsunuz.
Bir defa ben şuna inanıyorum. Türkiye’de evrensel gazetecilik ilkelerini somut bir şekilde netleştiren tek metin var. O da, “Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi.” Ben medya ombudsmanlığımı tanıyan, kabul eden kuruluşlarına birincil olarak bunu söylüyorum. Bu bildirge ana metnimiz olacak. Ben sizinle bunun üzerinden bir etik denetim yürüteceğim. Onlar da bunu taahhüt ediyorlar. Ben hem etik denetim yapacağım hem de onların etik problem olduğunu düşündükleri konularda bir tür danışmanlık yapacağım. En önemlisi okurlarla ilişkilerinde bir katkı sağlamaya çalışacağım. Okurlarla ilişkiyi sadece eleştiri ve problem olarak almıyorum. Okurlardan değişik öneriler ve talepler de geliyor. Öneri ve talepleri kuruluşlara iletmek işin bir tarafı ama bir de itiraz edilen haber ya da fotoğraflar konusunda değerlendirmelerde bulunmak, bir tür hakemlik yapmak gibi bir işlevim olacak. Hakemlik yaparken medya kuruluşlarının yönetiminin görüşlerini alarak değerlendireceğim. Buradan belki yargısal sonuçları da ortadan kaldırmayı sağlayabiliriz. Ben bir gazetecinin bilerek yanlış yapacağına, yalan söyleyeceğine inanmıyorum. Bilmiyordur, eksik araştırma yapmıştır, hızdan dolayı yanlış yapmıştır… Bilerek yalan yazmak, kasıtlı yanlışı yaymak bir gazetecinin yapacağı şey değil. Yapıyorsa da ben onu gazetecilik etiği içerisinde değerlendirmem. Bu süreçte hem bir etik denetim, hem de okurla ilişkiler yönetimi yapacağım. Eskiden olduğu gibi okurlar görüşlerini mektupla telefonla iletmiyorlar, daha çok internet aracılığıyla dile getiriyorlar. Ama yine de önemli problemlerde okurların doğrudan medya kuruluşuna ulaşmak isteyeceğine eminim. Bir de eleştiri ve önerilerinin karşılık bulduğunu gördükçe kendi okudukları ve izledikleri medya kuruluşuna bağlılıkları daha da artacaktır.
‘BU YÖNTEMİN ÖNEMLİ BİR KAZANIM OLACAĞINI DÜŞÜNÜYORUM’
Henüz bu çağrıya “olumlu” yanıt vermemiş medya kurumlarına nasıl seslenmek istersiniz? Böyle bir kurumsallaşmaya neden ihtiyaç var?
Türkiye’de medyanın öz denetimi konusu, 1960’lardan beri, basın yasasının çıkışından beri tartışılan bir husus. Gerek Basın Şeref Divanı, Basın Haysiyet Divanı gibi çok değişik denemeler yapıldı. Ama hiçbirinden beklendiği kadar etkili bir sonuç alınamadı. Ben, bağımsız medya ombudsmanlığı yoluyla medyanın kendi kendine denetimi konusunda mesafe alınabileceğini düşünüyorum. Belki dünyada örneği olmayan bir yöntemle yola çıktık. Bu yöntemin Türkiye medya tarihine önemli bir kazanım olacağına inanıyorum. Bunun başarıya ulaşacağına elbette inanıyorum. Ama başarıya ulaşmasa bile bu bir deneyim. Hep birlikte tüm meslektaşlarım bundan bir şeyler çıkaracağız. Belki ileride birileri çıkıp “Faruk Bildirici böyle bir deneyimde bulundu. Şöyle başardı şöyle başaramadı. Onun deneyimini biz şöyle geliştirebiliriz” diyecek. Medya ombudsmanlığının kurumsallaşması mesleğimiz için kazanım olacak. Bu bir çaba. Başaramazsak da hep birlikte başaramamış olacağız. Şöyle de bir şey var. Etik konularda tam bir başarıdan söz etmek mümkün olmaz. Hiçbir zaman mükemmele ulaşmak mümkün olmayacak. Ama sadece ve sadece daha az hatalı gazeteciliğe ulaşmak mümkün olabilir. Kendi kendimizle bunlar yüzleşmemizi sağlar.
‘GAZETECİLİĞİN BUGÜN GELDİĞİ DURUMDAN YAKINIYORSAK ÇABA İÇERİSİNDE OLMAMIZ GEREKİYOR’
Çağrınıza olumlu yanıt vermek isteyip de baskı yüzünden endişe duyan bir medya kuruluşu oldu mu?
Hayır. Şu anda yavaş yavaş ilerliyor. İlk iki günde bu kadar da beklemiyordum. Bunun bir sürece yayılmasını ve zaman içerisinde artmasını bekliyorum. Şunu unutmayalım. Eğer biz Türkiye’de gazeteciliğin bugün geldiği durumdan yakınıyorsak, bunu düzeltmek için hep birlikte bir çaba içerisinde olmamız gerekiyor. Medya ombudsmanlığı bunun bir tarafında olabilir.
‘HER TARAFTA SORUNLAR, YANLIŞLAR VAR’
Bağımsız ombudsmanlık yaptığınız dönemde iktidara yakın medya organlarının haber görünümlü reklamlarını açığa çıkardınız, eksikliklerini ortaya koydunuz. Peki “muhalif” olarak adlandırılan medya organlarının akıbeti nedir? Bu kurumların eksiklikleri varsa bunların giderilmesi daha mı önem taşıyor?
Tabii ki. Bu sabah gazeteleri açtığımda iki ayrı dünyayla karşılaştım. Her sabah öyle oluyor. Bağımsız ve eleştirel gazeteleri okuduğumda bambaşka bir Türkiye görüyorum. Öbürlerine baktığımda bambaşka bir Türkiye görüyorum. Tabii ki her gazetenin kendi çizgisi olacak, bazı konuları ön plana çıkaracak eyvallah. Ama hiç görmemeye itirazım var. Örneğin kar felaketi nedeniyle İstanbul Havalimanı’nda bir sorun yaşanıyor. Bir tarafı açıyorsunuz buradaki sorunla ilgili haber neredeyse hiç yok. Bu kadar olmamalı. Bizim görevimiz insanlara gerçeği aktarmak. Ne yaparsak yapalım bilgi verme işinden feragat etmememiz gerekir. Burada benim bir katkım olabilir. Sadece iktidar yanlısı medya organları hatalar yapıyor değil. Sadece bu tarafta harika gazetecilik yapılıyor diye bir şey yok. Her tarafta sorunlar, yanlışlar var. Şunda anlaşalım. Daha iyi gazetecilik yapmak istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Daha iyi gazetecilik yapmak istiyorsak tartışalım. Bütün hatalarımızı örtmeyelim, açığa çıkaralım. Bunu okurlarımızın karşısında yapalım ki bu hatalardan arınmak istediğimiz konusunda emin olsunlar. Gazeteciler hata yapabilir ama mesele biz bunlardan arınmaya çalışıyoruz. Bunu açıktan yapmak lazım ki gazetecilik şeffaf bir meslek. Biz hatalarımızı da insanların gözünün içine sokuyoruz başarılarımızı da. Bunlardan arınma çabamızı da gizlemememiz gerekiyor.
‘YENİ YÖNETİMİN MEDYAYI TAMAMEN SERBEST BIRAKMASI GEREKİYOR’
Bugün yayın organlarına iktidar kanadından sansüre varan uygulamaları konuşuyoruz. “İktidar değişirse her şey düzelecek mi, medya alanında her şey güzel mi olacak” soruları açığa çıkıyor. Bugünün olumsuzluklarının tekrarlanmaması adına ne tür adımlar atılmalı?
Yeni gelecek yönetimin medyayı tamamen serbest bırakması gerekiyor. Yaparlar mı onu göreceğiz. Geçmiş deneyimim bu işin bu kadar basit olmadığını söylüyor. 1980’lerden beri gördüğüm her siyasi iktidar ya da her devlet bir şekilde medyayı sınırlandırmak ve müdahale etmek istiyor. Türkiye’de medyanın sorunları sadece etik sorunlardan oluşmuyor. İktidarın baskısı, yasalar, demokrasideki problemler, medyanın kendi sahiplik yapısı gibi bir dizi problem var. Bence temel unsur bizim kendi kendimize çekidüzen vermemizden geçiyor. Gazeteciler olarak kendi haklarımıza sahip çıkmamız gerekiyor. Burada da birinci olarak basın kartının devlet tarafından değil gazeteciler tarafından verileceği bir kurum oluşturulmalı. Medya ombudsmanlığının da güçlenmesi, kurumsallaşması gerekiyor. Basın yasasının, internet medyasını kapsayacak şekilde, basın ve ifade özgürlüğünü odağına alacak şekilde yenilenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yasal hazırlıklar dışında da medyanın kendi sahiplik yapısının dönüşmesi gerekiyor.
‘SİYASET MÜHENDİSLİĞİNE SOYUNUYORLAR’
İktidara yakın yayın organlarının sahiplik ilişkileri tartışmalı. İş insanlarının sözünün ağırlığını, çıkarlarını, kârlarının yansımalarını içeriklerde görüyoruz. Medyanın sahiplik ilişkisine dair ne tür adımlar gerekiyor?
İlk olarak tekelleşmenin önlenmesi gerekiyor. Medya sahiplerinin yayıncılık dışındaki alanlarda işinin olmaması gerekiyor. Diğer sektörlerdeki faaliyetleri yayıncılık faaliyetlerini etkiliyor. Gazetecilikten para kazanmaktan öte yayıncılığı bir güç olarak alıyorlar ve diğer sektörlerde bunu kullanarak büyük kârlar elde ediyorlar. Sadece bununla da sınırlı değil siyaset mühendisliğine soyunuyorlar. Hayatın diğer alanlarına müdahale ediyorlar. Biz güya kamu adına yayın yapmak gerekir diyoruz, kamu yararının yerini şirketin çıkarları alıyor.
‘BİZ GAZETECİLER KENDİ HAKLARIMIZI SAVUNACAK NOKTADA DEĞİLİZ’
Bu süreçte gazetecilik alanındaki meslek örgütlerine ne düşüyor? Ne tür adımlar atmaları gerekiyor?
Türkiye’deki bizim önemli problemlerimizden biri bu zaten. Biz gazeteciler kendi haklarımızı savunacak noktada değiliz. Her ne kadar “sessizlerin sesi, güçsüzlerin gücü olalım” diyor olsak da biz aslında kendimizin bile sesi değiliz. Gazeteciler şu anda gerek sendikal gerek de diğer mesleki sorunlarla ilgili olarak kendi haklarına sahip çıkamıyorlar. Çünkü bizim çok örgütümüz var yok örgütümüz var. Türkiye’deki gazetecilik örgütünün sayısını bilmiyorum. Bütün gazetecilik meslek örgütleri kendi ölçeklerinde bir şeyler yapmaya çalışıyorlar, bundan sonra da harcayacaklar. Önemli olan genç kuşakları meslek örgütlerine kazandırmak ve sendikal örgütlenmeyi güçlendirmek. Biz sendikal örgütlenme açısından gazeteciler olarak neredeyse sıfıra yakın durumdayız. Kendi haklarımıza sahip çıkmak için bunu düzeltmemiz gerekir.