Bilge hayat ve haşin dünya arasında
George Saunders'ın 'Kurtuluş Günü' romanı Niran Elçi çevirisiyle DeliDolu Yayınları tarafından yayımlandı.
George Saunders, ABD edebiyatının önemli isimlerinden biri. Öykülerinde ve romanlarında güncel meseleleri, tarih ve toplumsal ilişkilerle, olay ve olgularla bir araya getirirken kurmacayı kurmaca-dışıyla beraber sunan bir yazar. Gözlemlerinden yararlanarak kişisel ve toplumsal travmaları, edebi bir anlatımla karşımıza çıkarabildiği gibi sistem eleştirilerine de girişiyor.
Saunders, metinlerinde hepimizin kuşatıldığına dair bir tezle çıkıyor karşımıza. Söz konusu durum, geleceği ve özgürlüğü bir illüzyona dönüştürüyor yazara göre. Dolayısıyla hem geçmişi ve bugünü hem de geleceği tüketen; tüketmesi gerektiği öğütlenen insandan bahseden Saunders, günümüze ve tarihe baktığında bunun farklı biçimleriyle yüzleşebileceğimizi, mevcut modeli yaratan hayalperestler ve iş bitiricilerin varlığını hatırlatıyor.
Saunders’ın anımsattığı bir başka şey ise acı tecrübelerin kaynağı olan "her şey yapılabilir" düsturunun yaratıp beslediği sınırsız nobranlık. Savaşları tetikleyen, yeryüzünü ve insanın benliğini yağmalayan kapitalizme karşı metinleriyle uyarılarda bulunan yazar, mizahi ve ironik bir üslupla tiranlara karşı uyanık olmamız gerektiğini anlatırken her türlü çılgınlığın her an yaşanabileceği zamanımızda, komik ve düşündürücü hikâyeler kaleme alıyor.
Kendisini küçük oyunlara hapsedenlere, kapitalizmin türlü numaralarına aldanmaktan mutlu olanlara ve mengeneye alındıkça bir savunma dürtüsüyle başına gelenleri inkâra yönelenlere “haşin dünya”nın absürtlüğünü anlattığı ve dokuz öyküden oluşan 'Kurtuluş Günü’nde Saunders, gülümsetiyor, kızdırıyor, düşündürüyor ve satır aralarında harekete geçmek için uyarılarda bulunuyor.
SERT GEÇMİŞ VE MUĞLAK ŞİMDİ
Saunders, 'Kurtuluş Günü’nde yaşama mücadelesi ya da yarışı içinde savrulup giden, zaman zaman cezalandırılma tedirginliğine kapılan, aşktan medet umarken fırtınaya tutulanları getiriyor karşımıza; akış bir hızlanıp bir yavaşlarken bazen derin bazen sığ düşüncelere dalıyor bu insanlar. Hayatı parlak kostümlerle oynanan bir oyuna da benzetiyorlar. Bu oyunda kazanma ve kaybetme, yatırım ve iflas, düşmanlık ve dostluk at başı gidiyor.
1800’lerin karışık, çatışmalı ve sert günlerinden, muğlak ve çetrefilli şimdiye geçişler de yapıyor yazar. Bir aile hikâyesini bir ülkenin tarihiyle beraber anlatırken kuruluşun, savaşların ve kült yayma uğruna girişilen katliamların seceresini döküyor. “Bir avuç zengin ihtiyarın, başka bir zengin ihtiyardan bir avuç genç emperyalist zalimin ihtişam içinde nasıl öldüğünü dinleyişini” hikâyeleştiriyor. Aynı zamanda ölümü kutsayanların ruh hâlini de: “Ölmek için güzel bir gün, diye bağırıyor savaşçılar, beyaz istilacılara doğru at sürerken ve buna inanmaya çalışıyorlar ama boğazları kuru, yürekleri güm güm atıyor ve bir daha hiç göremeyebilecekleri sevdikleri hızla geride kalıyor. Ölmek için güzel bir gün, diye bağırıyorlar. Onları bekleyen korkunç anlarda, henüz onlara yeni yeni açılan bu tatlı dünyada kalma özlemiyle engellenmeden, gereken her şeyi yapabilsinler diye buna inanmak zorundalar.”
Anlık öfkelerin yarattığı fırtınanın ardından durup düşünenleri, nasıl bir dünyada yaşadığını sorgulayanları ve hiçbir şey sormadan sadece eylemde bulunanları da çıkarıyor karşımıza Saunders. Adalete ve kurallara saygı duyanlar da bunlardan bihaber olanlar da sahne alıyor öykülerde. İyi bir insan olmaya çabalayanlar ve bunu hiç denemeyenler de… Ardından, etrafında olup bitenlerden hareketle yorum yapanlar beliriyor: “Dünya haşin bir yerdi. Fazla haşin. Bir hata yapıyordunuz ve sonra hayatınız boyunca bedelini ödüyordunuz.”
YAŞAMIN İKİ GÜCÜ
'Kurtuluş Günü'nde Saunders, belli başlı birkaç derdini anlatmaya uğraşıyor. Bunlardan biri, insanların sıkışmışlığı. Diğeri, hemen herkesin kendi eliyle inşa ettiği fiziksel ve ruhsal kodeslerin boğuculuğu. Bir başkası ise adaletin, özgürlüğün, ahlakın ve beraber yaşama ihtimalinin önüne örülen duvarlar. Yazar, tüm bu açmazlardan ve gerilimlerden çıkardığı trajikomik hikâyelerde, karakterlerin tahammül etmeye zorlandığı pek çok aptalca şeyi, duymak durumunda kaldığı gevezelikleri, insanları siyah-beyaz diye ikiye ayıranları, etrafındakileri sürü misali gütmeye çalışanları, büyük işler başardığını sanan ve aslında hayli sıradan olan kişilerle yüzleştiriyor bizi.
Saunders, öyküleriyle yaşamın kenarından dolanırken hayata yabancı bir kurmaca geliştirmiyor. Kimi zaman bir şirkette olup bitenleri kimi zaman bir ailenin kendine has taraflarını ve bazen de bir annenin eylemlerini getiriyor karşımıza. Dolayısıyla yaşamı yönlendiren her şeyin dâhil olduğu ya da bunların hiç göz ardı edilmediği ilişkiler ağı söz konusu metinlerde. Bu ağda aşk, sevgi, dostluk, kabulleniş, hayal kırıklıkları, kızgınlık ve inkâr ritüelleri de yer alıyor. Hayatı karmaşıklaştırdıktan sonra “keşke daha basit olsaydı” diye şikâyet edenler de bahsi geçen ilişki ağının bir tarafını meydana getiriyor. Diğer tarafta ise hayati bir soru var: “Yarattığımız bu dünya âşıkların şevkle yaşayabileceği bir dünya mı?”
İki tarafın haricinde, bir başka grup da insanları olduğu gibi kabul ederek hata yapıp yapmadığını ve yanlış zamanda doğmanın sıkıcılığını, bazıları da hayatı düşünüyor: “Hayat bilgeydi. Hayat telafi ediyordu. Hayatınızın aşkı ilişkinize son veriyordu, seneler geçiyordu ve çocuğunuz evden kaçıyordu, bu da sizi öldürüyordu ama sonra, serildiğiniz yerden hayatınızın hesabını çıkarmak zorunda kalıyordunuz, hayatınızdaki güzel şeyleri, en iyi şeyleri görüyordunuz…”
'Kurtuluş Günü’nün iki ucu tam anlamıyla bu işte: Bilge hayat ve haşin dünya. Tıpkı yaşamdaki gibi öykü karakterleri de bu iki uç arasında savruluyor, yalpalıyor ve gidip geliyor.