Bilgisayar oyunları futbolu nasıl değiştirdi?
Oyunların başarısı dönüp kendini vurabilir. Futbolu sokakta, sahada ve tribünde deneyimlemeyip sadece televizyon ekranında gören kuşak, oyun konsolundaki maçı televizyondakine tercih ediyor…
Sonbahar futbolda başlangıçlar mevsimidir: Transfer dönemi kapanmıştır, sezona dair ilk beklentiler şekillenir, Avrupa kupalarında santra yapılır… ve futbol oyunlarının yeni sürümleri piyasaya çıkar. Video oyunlar özellikle son 25 yılda futbolun ayrılmaz parçası haline geldi. Hem futbola bakıp şekil değiştirdiler, hem de futbola bakışı dönüştürdüler…
MİMESİS VE SİMÜLASYON
Yunanca “mimesis” kavramı “taklit, öykünme, temsil” anlamlarına geliyor. Sanat tarihi özelinde ise “doğayı temsil/taklit etmek” olarak özetlenebilir. Antik dönemden itibaren sanat etkinliklerinin nihai amacı doğayı ve duyularımızla algıladığımız gerçekliği taklit etmek, buna mümkün olan en yakın eseri ortaya çıkarmaktı.
Bilgisayar oyunları da benzer bir fikirle yola çıktı. Her oyun gibi onların da temelinde zevk olacak ama bunu mimesis ile benzer anlamdaki “simülasyon” üzerinden yapacaklardı. 1970’lerin başında ABD’de ilk oyun konsolu Odyssey piyasaya sürüldükten kısa süre sonra tarihin ilk video oyunlarından Pong’un futbol versiyonu kitlelerle buluştu. Soccer’ın henüz futbola benzer yanı yoktu belki ama ilk adım atılmıştı bir kere: Oyunlar bizi sahaya çıkıyormuş gibi hissettirecekti.
ALTIN ÇAĞ 90’LAR
Teknolojik ve maddi kısıtlar yüzünden hemen olmadı. İstisnalar bir yana, 1990’lara kadar sahanın, topun ve formaların gerçeğe benzemesi yeterli görüldü. Bu dönemdeki oyunlar milli takımlara yoğunlaştı. Kadrolar büyük ölçüde anonimdi. Diziliş değiştirilebiliyordu ama oyuncular kimliksizdi.
İlginç bir çelişki de söz konusuydu. Oyun dünyasının ağababaları ABD ve Japonya, futbolun merkezinden uzaktı. Bu yüzden başlarda gerçekliği yanlış yerde aradıkları oldu. Öte yandan pazarlama konusunda ustaydılar ve isimlerin gücünü çok geçmeden kavradılar. Henüz 1980 yılında Japon Atari firması Pele’s Soccer’ı çıkardı. Birbirine bağlı hareket eden üçer oyunculu takımlardan oluşan, iki boyutlu, son derece ilkel bir simülasyondu.
Ama zamanla öğrendiler. 90’ların ortasından itibaren Electronic Arts-Konami rekabeti futbol oyunlarına en parlak dönemini yaşattı. Hasılatlar arttıkça grafikler de çocuksuluktan uzaklaşıyor, üç boyutlu maçlarda klavye veya joystick başında olmak sahaya çıkma deneyimine giderek yaklaşıyordu. FIFA ve Winning Eleven (devamında PES) oyunları markalaştı. Seri halini aldı ve her yıl yeni sürümleri oyuncuların beğenisine sunulur oldu.
HERKES TEKNİK DİREKTÖR
1990’lar Premier Lig ve Şampiyonlar Ligi’nin kurulması, Bosman Kuralı’nın yürürlüğe girmesi, televizyon yayıncılığının seviye atlaması gibi faktörlerin yanı sıra dijitalleşmenin ve bilgisayarın yaygınlaşmasıyla da futbolun “ileri modern” dönemiydi. Oyunlar da yeni paradigmadan nasibini aldı. Gerçeklik talebi görselliğin ötesine geçti. Bilişim çağının en büyük talebi bilgiydi. Bu işlevi ilk olarak menajerlik oyunları üstlenecekti.
Player Manager gibi ilk örnekler ses getirse de bu alanda da esas atılım 90’ların ortasında, İngiliz yapımı Championship Manager serisiyle geldi. Gerçek takımlara ve oyunculara dair detaylı bilgiler bilgisayar ekranına taşındı. Tamamen yazılardan oluşan CM serisi futbolla kurulan ilişkide yeni bir epistemolojik aşamayı müjdeliyordu: Kendimizi futbolcuymuş gibi değil teknik direktörmüş gibi hissedecektik.
Hem de ne hissetmek! Dijital taktiksel okuryazarlık hızla yaygınlaştı. Bilgi grafikleri, oyuncu özelliklerini gösteren tablolar, istatistik sunumları herkesçe anlaşılır hale geldi. Bu gelişmeden cesaret alan televizyonlar da maç yayınlarında daha fazla istatistiğe yer verir oldu. Futbolu sayılar üzerinden anlama pratiği yerleşti. Bu arada oyuncuların yaş ortalaması da yükseldi.
Menajerlik oyunları derin bir kırılma yarattı. Örneğin FIFA oynarken üst düzey futbolculuk için gereken niteliklerin sizde olmadığını biliyordunuz. Teknik direktörlük ise – en azından ilk bakışta – zihinsel kabiliyetler gerektiriyordu ve bu becerilerin sizde de bulunduğuna ikna olmak daha kolaydı.
Bu farklılık, inanç sıçramasına yol açtı. Menajerlik oyununda ustalaşınca gerçek teknik direktörlüğün de sırrına mazhar olduğumuzu sandık. Doğru oyuncuları doğru şekilde dizdikten, zekice transferler yaptıktan sonra hocalıkta başarılı olmak pekala mümkün, hatta kolaydı.
İnanç sıçraması, biri olumlu biri olumsuz iki sonuç getirdi. Olumlu tarafta, futbola dair bilgi ve bilincin gerçekten artması sonucu yönetimlerin, teknik heyetlerin ‘büyüsünün bozulması’ vardı. Profesyonellerin kendi konumlarını sağlama almak için savunduğu bazı efsanelerin foyası ortaya çıktı.
Olumsuz yanda ise aşırı indirgemeci yaklaşım yer alıyordu. ‘Biz de biliyoruz o kadarını’ kibrine düşen oyun tutkunlarının gözünde futbolcular gerçek insanlar olmaktan çıkıp harf ve rakamlardan ibaret cansız varlıklara dönüştü. Gerçeğe olabildiğince yakın bir deneyim sunmak için çıkılan yolda, bilgisayar başındaki oyuncu tanrılaşmış, futbolcu ise kul-köle-mal seviyesine inmişti. Üstelik söz konusu hakimiyet ve kontrol duygusu bu kadar rağbet görünce diğer önde gelen şirketler de benzer oyunlar veya benzer mod seçenekleri sunmaya başladı.
ÇIKMA DIŞARIYA, OYNAYALIM
Sonra internet çıkageldi. Sokağın giderek daraldığı, çocuk ve gençlerin eve kapandığı yeni dünyada top oynayacak yer bulamayanlar bilgisayar ve konsol oyunlarında ustalaştı. 21. yüzyılın “ekran başından sosyalleşme” pratiğinin harika bir yanı vardı: Evden çıkmadan arkadaşlarla maç yapmak. Online oyunlar kendi jargonu, davranış kuralları, beceri gereklilikleri bulunan bir alt-kültür yarattı.
İnternetin başka etkileri de oldu. Özellikle 2010’lardan itibaren sezon boyu güncel kadroları indirmek, sosyal medyanın hakimiyetiyle birlikte oyunda yaptığınız skoru dünyayla paylaşmak gibi yeni imkanlar açıldı. Çağ, bir şeyi yapmak kadar yaptığını duyurma çağıydı. Oyunlar da bu eğilime ayak uydurdu.
HER ŞEY BENİM İÇİN
Neticede bambaşka bir oyunculuk pratiği ortaya çıktı. Bugünkü oyuncuların futbol oyunlarıyla kurduğu ilişki, 25 yıl öncesinden çok farklı. Ortaokuldayken bir arkadaşımın bilgisayarında Sensible Soccer’ı ilk gördüğümde bu kadar muhteşem bir şeyin gerçek olabileceğine inanamamış, o gece heyecandan zar zor uyuyabilmiştim. Artık o hayranlık ve şaşkınlık hissi yok. Dokuz yaşındaki oğlum bana inanılmaz görünen grafikleri verili, zaten olması gereken bir şey olarak görüyor.
Menajerlik oyunlarıyla başlayıp simülasyonlara yayılan kontrol duygusu da işleri değiştirdi. Her şeye kadir oyuncu, “Benim istediğim gibi olmalı” iddiasını gerçek dünyaya, taraftarlığa taşıdı. Sosyal medyada kulüplere sürekli “al, sat, şunu oynat, böyle oynat” çağrısı var. Hepimiz her şeyi bilir hale geldik. Oyunların getirdiği kesinlik hissi sebebiyle VAR gibi teknolojilerin kabul görmesi de kolaylaştı.
Bu kadar ilgi muazzam başarı getirdi. Günümüzde futbol oyunları yüz milyonlarca dolar maliyetle üretilip milyarlarca dolar kazanç getiriyor. Bilgisayar, konsol, tablet ve cep telefonları için binlerce futbol oyunu mevcut ve ünlü serilerden uçuk fikirlere, abartılı grafiklerden mütevazı piksellere kadar her seçenek önümüzde. Özellikle oyunu sokakta, sahada ve tribünden deneyimlemeyip sadece televizyon ekranında gören kuşak için, sıkıcı geçmesi muhtemel bir maç seyretmektense arkadaşıyla “PES atmak” çok daha cazip.
Ancak bu gidişat felaket habercisi olabilir çünkü başlangıçtaki mimesis fikrine aykırı. Futbol oyunları, futbol çok oynandığı ve çok izlendiği için popüler olup gelişti. Futbolun yeterince oynanmadığı ve izlenmediği bir dünyada futbol oyunlarının ömrü de uzun olmayacaktır. Temsil edenin anlamlı olması için her şeyden önce temsil edilenin anlamını koruması şart. Yine de şimdilik işler iyi gidiyor. Ne de olsa hakikat sonrası çağda yaşıyoruz ve birçok alanda olduğu gibi futbolda da gerçek bizi artık “kesmiyor”…