YAZARLAR

Bilim ararken gerçeği yok etmek

Neoliberal akıllı telefon çağı, aynı zamanda bir oyun çağı. Biz oynarken “onlar” da bizimle oynuyor. Böyle hep beraber oynayabiliriz sanılıyor. Hapsedileni, aç bırakılanı, kenara itileni görmezden gelirsek. I-ıh! Bizimle oynayanlar günün birinde sıkılacak ve yeni oyuncaklar arayacaklar.

Hayır, muktedirlerin gözümüzün içine baka baka söylediği yalanlardan bahsetmeyeceğim. Zaten onların bilimle ne ilgisi var, silahlı insansız hava aracının rotasını hesaplamak falan dışında? İş insanlarının, esnafın, muhayyel yaratıklarca icra edilen akıl ermez faaliyetlere bağladığı, aslında basitçe açgözlülük ve sahtekârlık mahsûlü soygun furyasına ekonomistlerin giydirmeye çalıştığı “nesnellik” kıyafetleri üzerine de konuşmayacağım. (Ki yalanın Allahı bu olur. Bunun için, ekonomiyle uğraşan eşi dostu kızdırma pahasına, lafın esirgenmediği özel seans planlıyorum.)

Ortaya getirmek istediğim mevzu, bizim zalim ve üçkağıtçı muktedirlerin de, para hırsı dışında insanî duygu taşıyıp taşımadıkları belirsiz şirketler âlemi mensuplarının da uzanamayacağı yerlerden, onların da basit birer oyuncu, hattâ kukla haline gelebileceği yeni dünyamızdan. Bugün gerçek adına bildiğimiz bellediğimiz hiçbir şeyin varlığından, asıllığından emin olamayacağımız, bizatihi kendisi külliyen belirsiz gelecek dünyamızdan. Adına gelecek dememizin çoktan artık yalnızca teselli haline gelmiş bulunduğu, cup diye içine atlamış bulunduğumuz, hâlihazırdaki yaşam çevremizden.

Yönetmeyenlerin de okuyabileceği “yönetici özeti” şu: Gerçeklik kayboluyor.

İlk bakışta felsefî görünen, nitekim şüphesiz öyle bir tarafı da olan, ancak aslında “ekmek kalmadı” seviyesinde, gayet somut ve basit bir halin tarifinden ibaret bu iki kelimelik ifadeye sanırım çoğunuz giderek artan sıklıkta rastlıyorsunuzdur. Ve neredeyse yüzde yüz oranında, bu lafın geçtiği her yere sağından solundan “yapay zekâ” kavramı ilişiyordur. Zira gerçeğin kaybından esas olarak yapay zekânın yarattığı imkânlarla geçilen yeni insanlık durumu sorumlu. Daha doğrusu, hattâ esas doğrusu, yapay zekâ gibi bir atılımın neoliberal kültür(süzlük), politika(sızlık), ilişkiler(sizlik) dönemine denk gelişiyle oluşan bileşim sorumlu. Başka türlü ahlâkî normların, değerlerin, “insan” kavrayışının ve birlikte kurulabilecek gelecek umutlarının varolduğu ortamda, yapay zekâ, şüphesiz yine bugünkü gibi tehlikeler barındıracak, ama insanlığın bir kısmı yapay zekâ geliştirmekle uğraşırken bir kısmı da insanlığımızdan hepten çıkmayalım diye tedbirler, alternatifler düşünecekti. Çünkü eline her imkân geçirenin başkalarının sırtına binerek biryerlere yükselmeye ve oradan üzerimize işemeye yönelmesi bireyin normal davranışı veya hedefi sayılmayacaktı. Dolayısıyla, içinde barındırdığı tehlikeler, sırf birilerine muazzam çıkarlar ve tahakküm imkânları sağladığı için, şu dev teknolojik atılımla otomatikman özdeşleşmeyecekti. Eğer bu atılımın getireceği avantajları istiyorsak karşılığında haysiyetimizden, özgürlüğümüzden feragat etmeye mecbur olduğumuz dayatılamayacaktı.

Lâkin daha çekirdeğinden sömürüyü hayatın odağı kılan kapitalizmin şu anki dizginsiz, kahredici evresinde işler böyle yürümüyor. Neoliberalizmin sonunda sahiplerini, imtiyazlılarını ve -toplumsal organizasyon olarak- kendini de yok edeceği, bildiğimiz anlamıyla yeryüzündeki insan yaşamının bütünüyle dönüşeceği ve muhtemelen şu anki dünya nüfusunun büyük bölümü için sona ereceği evreye geçmekteyiz; öyle görünüyor. Girilen kahroluş yolundan doğru dürüst başka yola sapılması imkânsız değil. İnsanın olduğu yerde imkân tükenmiyor. Lâkin çok açık ki, insanlığın tekrar “insanlık” yoluna girmesi için günün gelişmelerini temelinden kavrayacak, şimdiye kadar bildiklerimizin ötesine geçen, başka türlü gelecek kurguları, örgütlü, dönüştürücü faaliyetler, bunlar için de başka türlü kafa yapıları gerekiyor.

Eskileri onarıp yeni gibi yapmak mı olur, yepyeni fikirlere ulaşmak mı olur, her ne olacaksa hepsi için, olan biteni kavramak elbette ilk şart. Bu da doğrudan doğruya gerçekle sakınmasız ilişkiyi gerektiriyor. Gerçeklik siyasî mücadele yürütenler için sadece gündelik politika hesap kitabı açısından önem taşımıyor. Bütün insanlık için adaletli, eşitlikçi gelecek kurguları hayal edenlerin sahip olması zorunlu ahlâkî üstünlük ve dönüştürücülük iddiasının ayaklarının sağlam yere basması için de zorunlu, gerçekle sağlıklı ilişki.

Bu bakımdan, burada bizim de artık tehlikeli ölçüde fazla alıştığımız, kanıksadığımız, Donald Trump denen yavşak canavar yüzünden dünyanın en güçlü ülkesinde yaşayanların da alışmaya başladığı, “çekirdekten yalancılık” diye tarif edebileceğimiz tutumun yaratmakta olduğu hasar sadece öyle dönemsel siyasî mesele değil. Trump’ın, rakibi Joe Biden ile geleneksel başkan adayları tartışmasında gece boyu onlarca yalan söylemiş olması, haberlerin arasında, olayın ayrıntılarından herhangi biri gibi zikredilebildi. Onun destekçileri, her adımda kırk yalan söylüyor oluşunu sorun bile saymadılar bugüne kadar. Nitekim, tekrar edeyim, bizim de sık sık mâruz kaldığımız üzre, siyasetçinin, yöneticinin alenen yalan söylemesi ona asla puan kaybettirmiyor. Çıkıp yeşil beze kırmızı dediğinde sadece üç-beş muhalifi kalkıp isyan ediyor, dakikalar geçmeden yalan unutulup gidiyor.

Yalanın doğallaşması, gerçeklikle ilişkiyi kökünden bozan bir hastalık. Toplum hayatında kanser gibi bir şey.

Şimdi neoliberal ekonomi dünyasının zaten üstüne kurulduğu, neoliberal siyaset dünyasında da artık kurumlaşmaya başlayan yapısal yalanı kenara koyalım, gözümüzü üstünden ayırmadan ve bir an olsun aklımızdan çıkarmadan. Gelelim yapay zekânın getirdiği imkânlarla ambalajlanarak gerçeklik algısının yok edilmesi meselesine. Bu konuyla özel olarak ilgilenmeyenler dahi şunu artık biliyor ki, meselâ ben bu yazıyı Barcelona’da bir kafede yazmakta olduğumu, karşıdaki masada da final şansını kaçırmış Mbappe’nin arkadaşıyla tavla oynadığını falan size görüntülü olarak kanıtlayabilirim. Photoshop hileleriyle de çok şey becerilebiliyordu, ama görüntü işleme alanının profesyonelleri olarak bunları -bazen kolayca, bazen daha zor, ama sonunda mutlaka- tesbit edebilirdik. Şimdi yapay zekâ ile oluşturulan gerçek-dışı görüntüleri yakalamada şahsen benim başarı seviyem bir yıldan kısa sürede yüzde yüzden yetmişe indi. Giderek düşüyor.

Sahte görüntülerin üretiminden sözederken genellikle kötü niyetli girişimleri varsayarak konuşuyoruz. Bu elbette çok büyük sorun. Ama sorunun daha büyüğü, gerçekliğin yok edilişini normal saydıracak öbür tarafta. Yani ilk bakışta müthiş işimize yarayacak birçok imkânla yüzyüzeyiz; fakat bunlar kullanıldıkça, yerleştikçe, ortalama insanın neyin gerçek olduğunu neyin olmadığını ayırt etme şansı kalmıyor. Bunlar sırf gereksiz telaş yaratmaya yönelik abartılı sözler gibi görünüyor. Ama şimdilik ucu gözüken bazı eğilimler ve gelişmelerin iki-üç adım sonrasını hayal etmeye kalktığınızda şu söylediklerimi fazla yetersiz ve zayıf bulabilirsiniz.

Bir tek örnekle sizi silkelemeye çalışacağım. “TED Konuşmaları” adlı müesseseyi çoğu okuryazar biliyordur tahmin ediyorum. (İsteyen için bilgi şurada var.)  Alanında uzman, konusunu çarpıcı bilgiler eşliğinde, iyi izlenir tarzda sunan, yüzeysellik-derinlik dengelerini ve ucu kurulu düzene dokunacak sorunlarla ilgili sınırı ayarlayabilen, tercihen albenisi, karizması da -en azından konuşmacılık yetenekleri bakımından- yerinde kimseler çıkıp, yirmi dakikalık sunumlarla bizi aydınlatıyorlar. Çoğu, hele kompakt bilgi edinmek isteyenler için, hayli yararlı, aydınlatıcı konuşmalar bunlar. Çıkan uzmana göre değişik dillerde yapılabiliyor ve canlı izleyemeyenler için TED’in internet sitesinde altyazıyla sürekli sunuluyorlar.

TED Konuşmaları, doğaları -ve hangi alan sözkonusuysa, oradaki başka uzmanların da görünür-görünmez denetimi-gözetimi altında sürdürülmelerinin- gereği, yalanın kendine fazla yer bulabileceği sahalardan değil. Ve sonuçta bilginin olabildiğince yayılması gibi, büyük sayılacak bir amaca hizmet ediyorlar.

Fakat işte, bir büyük amaç için yapay zekâdan yararlanarak tasarladıkları yeni atılım, gerçekliğin yok edilişine hizmet edip bizi yalanın egemenliği yoluna taş döşeme tehlikesi barındırıyor. Yapay zekânın hızlı çeviri yeteneğinden yararlanarak, kuruluş, her konuşmacının sunumunu hızla değişik dillere çevirtecek ve bunu -şimdiye kadarki gibi, altyazıyla değil- sesli olarak sunacak. Britanyalı fizik profesörü İngilizce konuşacak, ama Brezilyalılar onun konuşmasını Brezilya Portekizcesi olarak dinleyecekler. Dublajlı TV dizisi gibi mi olacak? Hayır. Konuşmacının sesinden örnek alınarak ses üretilecek ve biz İngilizce yapılmış konuşmayı Portekizce dinlerken duyduğumuz, profesörün kendi sesi olacak! Elbette dudakları İngilizce kelimelere göre oynayan birinin Portekizce konuşması, tam da dublajlı televizyon dizisi gibi gözükür, bu durum yabancılaştırma efekti yaratır, konsantrasyonu bozar. Dolayısıyla, buna da meydan verilmeyecek. Kişinin video görüntüsünde dudak hareketlerini sese göre düzenletmek, yapay zekânın bilemediniz birkaç dakikasını alacak bir başka işlem. Kısa süre sonra bu işin iki tıkla halledilebileceğinden şüphe duymuyoruz haliyle.

Sonuçta ortaya çıkacak olan ne peki? Hayatında Brezilya’ya gitmemiş, Portekizce tek kelime bilmeyen Britanyalı profesör Brezilya Portekizcesi, ben de -eğer TED konuşması yapmam uygun görülen alan bulabilirsem- İtalyanca, Fransızca, İspanyolca sunum yaparken izlenebileceğim. “Ne var bunda?” diyebilir miyiz? Dersek, Prag’da işlenen bir cinayetten ötürü suçlanabileceğimizi kabul etmeliyiz. Birlikte görünmemizin pek hoş kaçmayacağı biriyle tatilde çekilmiş müstehcen görüntülerimiz hakkında ne yapacağımızı da bir yandan düşünmeyi ihmal etmeden. Mahkemeye sunulacak bir sürü fotoğraf, video ve bizzat bilmediğime yemin ettiğim yabancı dilde konuşurkenki görüntülerime karşı elimden ne gelir? Denebilir ki, bunların sahteliğini kanıtlayacak teknolojik işlemler ve araçlar da olacaktır şüphesiz. Burası da tartışılır, olacak mı, yetecek mi, kimlerin elinde olacak, hangi durumlarda kullanılabilecek… Lâkin meselâ seçim öncesinde porno videosundan beş saniye “paylaşılmış” siyasetçi sonradan bunun sahteliğini ispat etse kaç yazar?

TED’in böyle bir işe girişmesindeki özel rahatsız edici taraf, alanının tam da gerçekliğin özü, çekirdeği, zemini, koşulları üzerine uğraşılan bir alan oluşu. Bilimsel alanda da kimsenin hiçbir zaman gördüğü-işittiği hiçbir şeyin gerçekliğinden emin olamayacak hale gelişi bizi mahvedebilir.

İkinci bir soruyla, tehlikenin yakınlığı ve yaygınlığına ikna olmayanlarımız da şüpheye düşecektir: TED’dekiler neden bu teatral gerçek-dışı yönteme meylediyorlar?

Muhtemel cevapsa moral kırıcı basitlikte, netlikte: Çünkü yapılabiliyor. Çünkü eğlenceli. Çünkü oyun onları da büyülüyor.

Neoliberal akıllı telefon çağı, aynı zamanda bir oyun çağı. Biz oynarken “onlar” da bizimle oynuyor. Böyle hep beraber oynayabiliriz sanılıyor. Hapsedileni, aç bırakılanı, kenara itileni görmezden gelirsek. I-ıh! Bizimle oynayanlar günün birinde sıkılacak ve yeni oyuncaklar arayacaklar. Eğlence ve oyuncak aramaktan daha doğal hayat amacının varolmadığı palavrasını kültür haline hep beraber getiriyoruz ne de olsa. Gerçeklik de olmayıversin oyunumuzda…