Bir narsist nasıl yaratılır ya da yaratılmaz?
Çocuklarda öz-saygının gelişimi, ebeveynlerin ve diğer önemli yetişkinlerin doğru bir yaklaşım ve anlayış göstermesiyle mümkün. Aksi halde, kendine aşık ve mutsuz bir çocuk yaratabilirsiniz.
David Ludden Ph.D *
“Öz-saygı” terimi 1970'lerden beri ebeveynler, öğretmenler ve psikologların diline pelesenk olmuştur. Ebeveynler, çocuklarının mutlu ve üretken birer yetişkin olmalarını istiyorlarsa, onlara öz-saygı duygusu aşılamaları gerektiğini işitmişlerdir. Eğitimciler, öz-saygının akademik başarının da anahtarı olduğunu düşündüklerinden, eleştirel yaklaşımın küçüklerin kendini değerli hissetme yeteneğini yok ettiğini işaret ediyorlar. Dahası, terapistler ve yaşam koçları, öz-saygı duygusunun düşük olduğu kişilerin, sadece öz-saygı duygusu olmasa dahi, içinden geliyormuşçasına “duyguyu kazanana kadar taklit etmesi” gerektiğini söylüyorlar.
Birçok araştırma, öz-saygı ile bireysel iyilik veya yaşamdaki genel mutluluk duygusu arasında bir ilişki olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, gelecek kuşaklarda öz-saygı yaratmanın önemini fark etmek gerekiyor. Hollandalı psikologlar Eddie Brummelman, Sander Thomaes ve Constantine Sedikides (normal koşullarda) kişisel niyetlerin iyi olduğunu kabul ederken, öz-saygıyı artırmak için sık sık kullandığımız yöntemlerin canavarsı bir kuşak yarattığını öne sürüyorlar.
KİŞİLİĞİN OLUŞUMUNDA JÖLE MODELİ
Kişilik psikologları arasında, “karakter” denilen yapının istikrarlı olup olmadığı veya zaman içinde değişip değişmediği konusunda uzun süredir devam eden bir tartışma söz konusu. Bazı psikologlar, kişilik özelliklerinin genetik olduğunu ve dolayısıyla doğumdan itibaren mevcut olduğunu iddia etmektedirler. Bunu “katı” model biçiminde adlandırabiliriz; hayatınızı sürdürürken kişiliğinizde kimi çatlamalar ve gerilmeler olsa da genel çerçevesi korunur. Diğer psikologlar, deneyimlerinizin kişiliğinizi şekillendirdiğini öne sürmektedir. Kişiliğiniz hayatınız boyunca değişen koşullara göre biçimlendiğinden, bunu “akışkan” model diye adlandırabiliriz.
Üçüncü bir psikolog grubu iste daha ortada bir pozisyon alıyor. Kişiliğin çocukluk çağında “sıvı” olduğunu, ancak ergenliğe veya erken erişkinliğe göre düzenlendiğini savunuyorlar. Bu yaklaşımı kişiliğin “Jell-O” modeli olarak adlandırabiliriz. İnsanların yetişkin gibi davrandıklarına inanıyorsanız, çocuk gibi yetiştirildikleri bir durumda Jell-O modeline bağlı kalırsınız. (Aksi haldeyse ya genlerdeki davranış modellerini ya da mevcut durumu sorumlu tutarsınız.)
Brummelman ve meslektaşları, öz-saygı ve narsisizm (kişinin kendisine tapması, kabaca tabirle kişinin kendisine aşık olması durumu) arasında genetik bir bağlantı olduğuna ilişkin bazı kanıtlar bulunduğunu öne sürdüler. Diğer yandan, aynı zamanda en önemli etkenin anne-babalar, öğretmenler ve diğer önemli yetişkinlerle çocuğun yaşadığı etkileşimler olduğunu iddia ediyorlar. Öz-saygı ve narsisizm bazı benzer özelliklere sahip olsa bile, araştırmacılar temelde farklı olduklarını savunuyorlar. Dolayısıyla, çocuklarımıza öz-saygı kazandırmaya çalışırken, bunun yerine narsisistik eğilimleri cesaretlendiriyor da olabiliriz.
Narsisizmin abartılmış öz-saygı olduğuna ilişkin önceden kabul edilmiş bilgilere karşın, araştırmacılar, farkın ufak bir dereceden çok daha fazla olduğunu iddia ediyor. Öz-saygı ve narsisizm, başkalarının bunları nasıl değerlendiklerine dair insanların algılarına göre değişmektedir. Bununla birlikte, narsisistler ve yüksek bir öz-saygıya sahip olan insanlar, sosyal dünyalarını farklı bir gözle görürler ve bu, kendileri ve başkaları hakkındaki düşüncelerini biçimlendirir.
Narsisistler sosyal dünyalarını dikey bir yapıda görüyorlar. Bir sıralanma dizilimi var ve diğer herkes ya üstlerinde ya da altlarında bulunur. Onlar açısından eşitlik söz konusu değildir. Bu durumda narsisistin amacı, yaltaklanma ya da sahtekârlıkla seviye atlamaktır ve ilişkilerini yukarı doğru tırmanmak amacıyla kurar.
KAZANMAK İÇİN İLERLEMEK İÇİN...
Ancak öz-saygısı yüksek olanlar, sosyal dünyalarını grubun tüm üyelerinin eşit derecede sıralandığı, yatay bir düzlemde görürler. Kazanmak için değil, ilerlemek için çalışırlar. Başkaları ile derin ve samimi bağlar kurarlar. Başka bir deyişle, ilişkileri, üstünlüğünü elde etmek ya da kırılgan öz-saygı anlayışlarını güçlendirmek için bir araç olarak değil, kendi başına bir durum olarak görürler.
Özetle, narsisistler kendilerini üstün olarak görürken, öz-saygıya sahip insanlar kendilerini saygıdeğer birisi olarak görürler. Öz-saygı ve narsisizmin ilk belirtileri, yedi yaş civarında ortaya çıkmaya başlar. Bu, çocukların genel bir benlik duygusu geliştirdikleri zaman olmasının yanı sıra, kendilerini başkalarıyla nasıl karşılaştırdıklarını ve başkalarının kendilerine bakışlarını ölçen sosyal algılama becerilerini geliştirmeye başladıkları dönemdir. Ergenlik çağı süresince, Jell-O halindeki kişilik, bir öz-saygı veya narsisizm kalıbı edinir.
Bu teoriyi test etmek isteyen araştırmacılar, çocukların kişilik ölçme ve ebeveynlerinin kendileriyle etkileşimde bulunduğu yolları gözlemleme yöntemleri hakkında uzun süreli bir araştırma yaptılar. Öz-saygısı yüksek çocuklar, ebeveynleriyle olan ilişkilerinde baskın duyguların sevecenlik ve şefkat olduğunu belirttiler; ancak aşırıya kaçmayan düzeyde bir yaklaşımla. Öte yandan, narsisistik eğilimler geliştiren çocukların ebeveynleri, çocuklarına övgüler düzerek onları sürekli biçimde çocuklarından daha az başarılı olan diğer çocuklarla karşılaştırıyordu. Kısacası, ebeveyn sıcaklığı öz-saygıya yol açarken, ebeveynlerin çocuklara aşırı değer atfetmesi, narsisitik bozukluğa yol açıyordu.
Brummelman ve meslektaşları, çocukların narsistik eğilimleri önlerken yüksek öz-saygı geliştirmelerine yardımcı olmak için çeşitli müdahale yolları öneriyorlar: İlk olarak, anne-baba ve öğretmenlerin, çocukları başkalarıyla kıyaslamaksızın başarıları övmelerini öneriyorlar. “Büyük iş!” veya “Sen en iyisisin!” İki cümle arasındaki fark küçük görünebilir, ancak ilk cümle bir öz-saygı değeri atfediyor; ikincisi ise, narsisizmin özünde yatan bir şekilde üstünlük atfediyor. İkinci olarak, ebeveynler çocukları narsistik düşüncelerden uzaklaştırmalı ve onları üstün olma duygusundan ziyade, akranlarına benzeme yollarını düşünmeye teşvik ederek onları uyarmalılar.
Araştırmacıların önermiş olduğu üçüncü müdahale noktası, öz-saygısının düşük olduğunu gösteren çocuklara ilişkindir. Bu çocuklar, başkalarının onlarla ilgili yaptıkları konuşmaları doğru bir şekilde yorumlamalarına yardımcı olmak için, hayatlarındaki önemli yetişkinlere ihtiyaç duyarlar. Benlik saygısı düşük kişiler, ister çocuk isterse yetişkin olsun, eleştirileri göz ardı etme veya eleştiriler karşısında zayıf olma eğilimindedirler. Yetişkinlerin, bu çocukları aldıkları olumlu yorumlara layık oldukları ve eleştirileri yapıcı bir geri bildirim olarak kabul etmeleri konusunda rahatlatmaları gerekiyor.
Çocukların oluşan “birey olma” duygusuna uygun bir bakım ve destekleme, onları kişilik birikimlerinin Jell-O’su gelişirken sağlıklı bir öz-saygıya doğru yönlendirmekle olacaktır.
*David Ludden, The Psychology of Language: An Integrated Approach (Dil Psikolojisi: Entegre Bir Yaklaşım) kitabının yazarıdır.
Makalenin orijinali Psychology Today sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)