Mars'ta mı kaldın 'bir tanem'?
Yıl 2133 ve Mars’ta gerçekleşen tehlikeli bir görevde geminiz yok oldu ve Dünya'daki üs sizi evinize ışınlayacak. Işın makinesinin ayarlarını yaptınız ve son anda aklınıza bir soru takıldı: Ben gittikten sonra geride kalan ne olacak?
Charlie Huenemann*
Diyelim ki Mars’ta karaya ayak bastım. Dönüş roketimdeki yakıt tankları patladı ve erzak bitmeden önce hiçbir kurtarma ekibi bana ulaşamıyor. (Üstelik, şanslı Matt Damon’ın aksine, benim patatesim de yok!) Neyse ki, gemimde bir ışınlama cihazı bulunuyor. Emin olmak için gelişmiş bir araç lâzım ama temel işleyiş oldukça basit: Makine vücudumu tarar ve inanılmaz detaylı bir planını çıkarır; her hücrenin ve nöronun (beyin hücresi) net bir resmi kaydedilir. Bu plan dosyası daha sonra, varış noktasında bulunan hammaddeleri kullanarak ‘yeni bir ben” oluşturulan Dünya’ya geri gönderilir. Tek yapmam gereken, aracın içine girip gözlerimi yummak ve kırmızı düğmeye basmak...
Ancak durum o kadar da basit değil aslında: Bir kontrol mekanizması, eve ışınlandıktan sonra Mars’taki ‘eski ben’in hâlâ orada olup olmadığını kontrol etmemi sağlıyor ve bu karar, bende bazı çekinceler yaratıyor.
BENİ ‘BEN’ YAPAN ŞEY NEDİR?
Bir taraftan, beni ‘ben’ yapan şey, tüm bileşenlerin bir araya geldiği özel bir varlık gibi görünüyor. ‘Ruh’ gibi bir şeyin veya makinemde yaşayan bazı hayaletlerin var olduğunu düşünmüyorum. Ben sadece 100 milyar nöronun gerçekleştirdiği bir faaliyetin bir sonucuyum ve bu nöronların 100 trilyon farklı bağlantı yolu mevcut. Öte yandan, nöron yığınları nasıl kümelenirse kümelensin, önemli olan şey gerçekleştirdikleri faaliyetler. Şayet bu nöronları tek tek yollamayı düşünüyorsanız; ancak bütün bağlantıları ve faaliyetleri bire bir aynı haliyle korursanız tekrar aynı ‘ben’ olabilirim. Dolayısıyla, sınırları çizen kalıplar muhafaza edildiği sürece, onları bir anda tamamen yollamak da sorun olmaz. Geri döndüğümde benliğimin yavaşça eski haline dönmesine yardım edecek olan bol miktarda yiyecek, su ve oksijene kavuşacağım düşüncesi, düğmeye basma ve sevdiklerime dönme isteğimi körüklüyor.
Öte yandan, aktarım özelliğini geride kalanı “yok etme” ayarına getirirsem, aktarımı kusursuz biçimde gerçekleştirmeye çalışmam gerekirdi. Peki ne kaybolurdu? Bilincim benliğimi yaratırken, beni ’ben’ yapmada rol oynayan hiçbir şey kaybolmazdı. Makineden içeri adım atıp düğmeye basardım ve sonra alıcı cihazdan Dünya’ya ulaşırdım.
Ancak, ya aktarım özelliğini “asıl ben’i kaydet” ayarına getirsem ne olurdu? O zaman ben nerede olurdum? Dünya’ya geri dönüp, Mars’ta açlık nedeniyle yavaş bir ölümle karşı karşıya kalacak olan, geride bıraktığım (eski ben) zavallı budala için üzülmeli miyim? Yahut (daha korkuncu), şimdi dünyada olan, dostça ve arkadaşça vakit geçirmenin keyfini süren yeni ‘halime gıptayla bakan (Mars’taki) o yaşlı adam mı ‘ben’ olacağım?
AYNI ANDA İKİ TANE ‘BEN’ Mİ?
Her ikisi birden ayrı ayrı ‘ben’ olabilir mi? Peki, bu nasıl bir şey olurdu? Mars zemininde dururken, yeryüzünde olan bitenleri görebilir miydim? Yıllar boyunca, bir yanda açlığa mahkûm olmuşken, aynı esnada evde pişen yemeğimin tadını çıkarabilir miydim? Aynı anda hem kırmızı kum tepelerinin üzerinde yürümeye hem de kendi yatağımda uyumaya nasıl karar verebilirdim? Bu size mantıklı geliyor mu?
Kendi doğamda bulunan kalıcı bir muhafazakâr damar, yaşlı olduğumu düşünmeme neden oluyor. Ve yeni ben (artık her kimse) benim ikizim gibi olurdu, aslında herhangi bir ikizimden daha çok, yaşlı olan ‘ben’e benzerdi. Benim hissettiğim her şeyi hissedecek, aynı anılara sahip olacak ve Mars’ta aç değilim diye epey mutlu olacaktı. Ancak tüm bunlarla bile yine de ‘ben’ olamazdı: Ben onun düşündüklerini düşünmezdim ya da aynı şeyleri yaşayamazdım, yahut giderek umutsuzlaşan deneyimimin farkında olmazdım. Ancak bu mantık hatası geçerliyse, aktarım işlemini son anda “yok et” ayarına getirmek hususunda gönülsüz davrandım. O zaman Mars’ta yok olacaktım ve Dünya’daki yeni bir adam (bana benzeyen bir adam) bu yolculuktan ‘yanlışlıkla’ sağ kurtulduğuna inanacaktı.
Peki neden ‘yanlışlıkla’? Zihninde bulunan anılar benimkilere benzemiyor mu? Onun bakış açısından, ışın makinesine girerek düğmeye basıyor ve Dünya’ya doğru bir ışınlanma deneyimi yaşıyor. Olayların böyle gerçekleştiğini söylediğinde yalan söylemiş olmuyor. Yine de (ışın makinesine giren ve düğmeye basan) ben, bu yeni adamın Dünya’ya doğru ışınlanma deneyimine sahip olmayacaktım. Düğmeye bastıktan bir sonraki deneyimim, söylediğim üzere, hiçbir şey olmayacaktı.
BİR GÖZLEMCİ AÇISINDAN HER ŞEY NORMAL GÖRÜNÜR
Belki duruma daha tarafsız bir açıdan bakmam gerekiyordur. Varsayalım ki başka insanlar da olan biteni gözlemliyor. Peki ne görürlerdi? Benim içeri girmemi ve düğmeye basmamı istiyorlardı ve ardından (aktarım ayarına bağlı olarak) ya biri Mars’ta-diğeri Dünya'da olan canlı haldeki iki kopyamı ya da biri Dünya’da canlı, diğeri Mars’ta yanmış haldeki iki kopyamı görürlerdi. Bir diğer insanın gözünden bakınca ortada bir sorun varmış gibi görünmüyor.
Bir gözlemcinin bu ışınlanmadan kurtulup kurulmadığımı belirlemek için yapabileceği hiçbir test mevcut değil; kişilik testi yok, özel bir ‘kişi-metre’ kaydı yok, nöronlar arasındaki tutarsızlıkları ortaya koyacak bir inceleme yok. Aktarım ayarı ne olursa olsun, her şey planlandığı şekilde devam edecekti.
Sanırım bu durumdan öğreneceğimiz bir şey var. Belki benim açımdan aşırı derecede gerçek olan (yani makineye girerek düğmeye bastığım anda yaşadığım olayla ilgili bir ‘gerçek’ olması gerekiyor) şey, aslında hiç de ‘gerçek’ değil. Belki zaman içinde kalıcı bir ‘ben’in var olduğu düşüncesi, büyük bir yanılgıdır.
Benzer biçimde, elli yıldan uzun süredir var olan bir poker kulübüne katıldım ve zaman içerisinde kayıtlı üyelerde birçok değişime tanık oldum. Birisinin, bu kulübün aynı kulüp olup olmadığını sorduğunu varsayalım. ‘Aynı değil,’ demek mantıklı bir yanıt olurdu. Evet; grup elli yıl boyunca her ay sürekli olarak toplandı. Ancak, hayır; asıl üyelerin hiçbirisi artık kulüpte bulunmuyor. Kulüp ve kimlik sorununun tek ve somut bir yanıtı yok; zira, kulüpte aynı anda hem değişmeden kalmış hem de zaman içinde değişen hiçbir üye yok.
Aynı şey belki benim için de geçerlidir. Hayatım boyunca aynı kaldığıma, aynı kişi olduğuma inanmışımdır. Ancak eğer, içimde ‘kalıcı bir ben’ yoksa, o durumda, ortada ‘düğmeye basan’ ben meselesiyle ilgili bir ‘gerçek’ de olmayacaktır. Tıpkı ışınlanmamı izleyen gözlemcinin diyeceği gibi: önce bir tane adam vardı ve (ışınlanmadan sonra her ikisi de kendisinin ‘tek’ olduğunu düşünen iki adam vardı. Aslında, ‘tek’in deneyimlediği şey hakkında bir gerçeklik yok; çünkü ‘tek’ olan adam, ışınlama işlemi başladığı anda artık orada değildi. Poker kulübümdekini andıran, zaman içerisinde kendilerini ‘aynı’ (aslî) gruba dahil olarak gören, karmaşık bir üyelik durumu söz konusuydu.
Bu fikir beni biraz ferahlatıyor. Bu sorunu, hayatta olup olmayacağımı merak ettiğim için ele aldım; sadece o kişinin ‘ben’ olmayacağını ve asla ‘ben’ olup olmadığını öğrenmek için! Ve yine de sonuç, hâlâ bir tedirginliği dillendiriyor: Ben (veya biz) düğmeye bassak mı acaba?
Not: Bu düşünce deneyi orijinal bir fikir içermiyor. İskoç felsefeci Thomas Reid tarafından, 1775 yılında Lord Kames’e yazılan bir mektupta, Joseph Priestley'in materyalizmine gönderme yaparak; “diyelim ki beynimin asıl yapısını kaybettiğimde ya da yüzlerce yıl sonra oldukça meraklı bir akıllı varlık olarak aynı maddelerden tekrar oluştuğunda, yine aynı ‘ben’ mi olacağım; yahut, eğer aynı beynimden iki ya da üç farklı varlık oluşursa, hepsi aynı ‘ben’in bir parçası mıdır, değil midir? Mars ortamıyla, ilk defa Douglas Hofstadter ve Daniel Dennett tarafından hazırlanan “Aklımın Ben’i” (1981) adlı bir denemeler derlemesine yazılan ön sözde karşılaşmıştım. İngiliz filozof Derek Parfit, “Sebepler ve Kişiler” (1984) adlı kitabında aktardığı üzere, bu fikirden çok etkilenmişti. Ayrıca, internet yayıncısı CG P Grey, hazırladığı “Işınlanmaya Dair Sorunlar” (2016) adlı videoda, aynı konunun detaylı bir resmini sunuyor.
(Çeviri: Tarkan Tufan)
*Charlie Huenemann, Utah State Üniversitesi’nde felsefe profesörüdür. Felsefe tarihi üzerine kitaplar ve denemeler yazmıştır.
Yazının orijinali aeon sitesinde yayınlanmıştır (Çeviren: Tarkan Tufan)