Ölümsüzlük iyi de derdi çok!

İnsanlık tarihinin en önemli sayfalarının bazıları, ölümle mücadele konusundaki efsaneler ve hikayelerle doludur. İnsanoğlunun asla vazgeçmediği sonsuzluk tutkusunun gerçekleşmemesiyle ilgili tek sorun teknik yetersizlikler değil. 

Google Haberlere Abone ol

Francesca Minerva* & Adrian Rorheim **

Ölümsüzlük günümüzde seküler dünyanın bir konusu haline geldi. Tanrı ve meleklerin dünyasından bağımsız, ciddi bir yatırım konusu (hem entelektüel hem de mali açıdan) olarak ele alınıyor; filozofların, bilim insanlarının ve Silikon Vadisi şirketlerinin büyük ilgisini çekiyor. Ölümsüzlük teknolojisinin yaratılmasını bekleyen ve hayatta ikinci bir şans istediklerini söyleyen yüzlerce kişi, ölüp gitmektense tekrar uyandırılmak üzere (yaşam kapsüllerinde) “uykuya yatmayı” tercih ediyor. Peki ölümü bir “sorun” olarak algılıyorsak, spekülasyonlara açık haldeki ‘çözümlerin’ tartışıldığı etik alanlar neler olabilir?

Şüphesiz, şu anda insanlar için ölümsüzlüğe ulaşma ihtimali mevcut değil; gelecekte ulaşacağımızın da bir garantisi yok. Öte yandan, bugüne dek öne sürülen iki olası seçenek en çok ilgi ve dikkate mazhar oluyor: “Gençleştirme teknolojisi" ve “zihin aktarımı.”

Fütüristik bir gençlik çeşmesini andıran gençleştirme işlemi, hücresel düzeydeki yaşlanma hasarını yok etmeyi ve süreci tersine çevirmeyi hedefliyor. Aubrey de Grey gibi gerontologlar (ihtiyarlık uzmanı), ilerleyen yaşlanmanın, hücrelerinin düzenli aralıklarla yenilenmesi ya da onarılması yoluyla önlenebilecek bir sorun olduğunu iddia ediyor. Pratikte bunun anlamı, birkaç yıllık periyodlarla bir gençleşme kliniğinde bakıma alınmanız anlamına geliyor. Doktorlar sadece enfekte olmuş, kanserli veya başka nedenlerle sağlıksız olan hücreleri temizlemekle kalmayıp, aynı zamanda sağlıklı olanları daha etkin şekilde yenilemek ve birikmiş toksinleri de vücuttan atmak için çeşitli yöntemler geliştiriyor. Bu detaylı bakım faaliyeti, vücudunuzdaki biyolojik saati geri çevirir ve fiziksel olarak gerçek yaşınızdan daha genç bir bedene sahip olmanızı sağlar. Yine de eskiden olduğu gibi, akut travma (kaza veya zehirlenme vb) kaynaklı ölüme karşı bir çare yoktur.

ÖLÜMSÜZLÜK İÇİN YENİ YOLLAR

Gençleştirme işlemi, temelde, vücudunuzun kendini yenileme yeteneğini genişletip iyileştirmeyi yaygınlaştırdığı için, mevcut olan en düşük riskli seçenek olarak görünüyor. Ancak, biyolojik vücudunuzda gerçekten de sonsuz bir yaşam talep ediyorsanız, son derece güvenli bir yaşam sürmeniz gerekiyor. Sonsuza dek tek bir yaşam sansına sahip olduğunuz gerçeği, her türlü fiziksel zarar riskinden kaçınmanızı ve tarihteki en tedirgin insanlar arasına isminizi yazdırmanızı gerektiriyor.

Başka bir seçenekse zihinsel aktarım işlemi; beyniniz dijital olarak taranır ve bir bilgisayara kopyalanır. Bu yöntem, bilincimizin bir çeşit organik sabit disk üzerinde çalışan bir yazılıma benzediğini varsayar; sizi siz yapan şey, beyin işlemlerinizde depolanan bilgilerin toplamıdır ve bu sebeple benliğin farklı bir fiziksel altyapıya veya platforma taşınması da mümkün olmalıdır. Bu bakış oldukça tartışmalı bir görüş öne sürüyor. Öte yandan, bilincinizin şu an nerede bulunduğu meselesini bir kenara bırakalım ve gelecekte beynin dijital biçimde çoğaltılmasının mümkün olabileceği fikrini ele alalım.

Gençleştirmenin tersine, zihin aktarımı aslında gerçek ölümsüzlüğe ilişkin olarak, mükemmele yakın bir sonuç sunabilir. Günümüzde kullandığımız harici diskler ve bulut depolama dosyalarını yedekler gibi, taranan zihin sayısız defa kopyalanabilir ve yaşanması muhtemel herhangi bir doğal ya da insan yapımı felaketin tüm kopyaları yok etmesini engelleyecek biçimde, güvenli yerlerde yedeklenebilir.

BİRÇOK SORUN VAR

Bu avantaja rağmen zihin aktarımı önümüze bazı ciddi etik sorunlar çıkarıyor. David Chalmers gibi bazı felsefeciler, kopyanızın, dünyanın bilinçli bir deneyimine sahip olmaksızın, işlevsel açıdan eski benliğinizle özdeş olma ihtimali bulunduğunu düşünüyor. Öte yandan, uzun bir süre yalnız kalırsanız, belki de bir zombiye dönüşebilirsiniz. Daniel Dennett gibi diğer bilim insanlarıysa, bunun üzerinde durmaya değecek bir mesele olmadığını ileri sürüyorlar. Beyninizi işlevsel süreçlere ve dijital bir içeriğe indirgeyebildiğiniz için, zihninizin işlevsel anlamdaki bir kopyası (üzerinde çalıştığı fiziksel yapı ne olursa olsun) ortaya sizden başka hiçbir şey çıkarmayacaktır.

Esasında, aktarım sonrasında zihninizin asıl haline benzer hisler taşıyıp taşımayacağını da bilemiyoruz. Aktarım sonrasında küçük bir mola mı verirsiniz, yoksa başka bir durum mu yaşarsınız? Dijital varlığınız ve benliğiniz de dahil olmak üzere tüm süreç, sizi tamamen korkmuş veya duygularını yitirmiş bir hale getirecek biçimde, niteliksel olarak biyolojik varlığınızdan farklılaşabilir mi? Bu durumda, yabancılarla iletişim kuramaz hale gelir ya da kendinizi hayattan soyutlarsanız neler olur? Hal böyleyken, ölümsüzlük sizin için bir nimetten ziyade bir lanet haline dönüşebilir. Sonuçta ölüm düşündüğümüz kadar kötü olmayabilir; ancak, varsayılan durumda, ne yazık ki sizin için bir seçenek olmaktan çıkar.

Bir başka sorunsa, aktarılan zihninizin kopyalanması ve kopyanın asıl benliğinizle aynı anda yaşaması ihtimaliyle ortaya çıkıyor. Felsefede alanındaki muteber yaklaşım, sizin varlığınızın tek bir kişiye ait olması gerçeğidir; kısaca, kimliğinizin yok oluşu, ölümle eşdeğerdir. O halde şunu söylemek olasıdır: Eğer birinci siz ve ikinci siz aynı anda var olsaydı, o durumda “tek” olarak var olmaktan vazgeçerdiniz ve ikinci sizi tam anlamıyla ölüme terk ederdiniz. Derek Parfit’ın geç döneminde aktardığı üzere bazı düşünürler, “benlik bölünmesinden” kurtulamayacağınız halde, her yeni kopyanızın aslıyla kesintisiz bir bağlantısı varsa, sıradan bir hayat sürer gibi yaşayabileceklerini ileri sürüyor.

Peki, hangi seçenek etik açıdan daha tehlikeli görünüyor? Bizim görüşümüze göre, ‘yalnızca’ gençleştirme, muhtemelen daha az sorunlu bir seçim olabilir. Evet, tüm insan türü için ölümün ortadan kaldırılması, mevcut aşırı nüfus ve eşitsizlik sorunlarımızı daha da kötüleştirir; ancak sorunlar en azından bildiğimiz türden şeyler olacaktır. Mesela, gençleşme işlevinin zenginlerle yoksullar arasındaki uçurumu büyüteceğinden ve nüfusun büyüme oranı sınırlarına bakılmaksızın yaşamsal kaynakların kullanımıyla ilgili büyük sorunlar yaratacağından emin olabiliriz.

DUYARSIZLAŞMA VE BENCİLLİĞİ YAYGINLAŞTIRABİLİR

Ayrıca, zihin aktarımı tam anlamıyla duyarsızlığın ve ahlâki alandaki ikiyüzlüğün toplum genelinde yayılmasına yol açabilir. Aktarılan zihinler, ahlâki açıdan yeni bir tartışma alanı yaratabilir. Örneğin, genel bağlamda, bilişsel (öğrenme, hatırlama, yorumlama vb) kapasitelerin bir kişinin ahlâki durumuyla ilişkili olduğunu düşünüyoruz (ve sivrisineklere kıyasla insanların daha yüksek bir ahlâki tavra sahip olduğunu kabul ediyoruz). Dahası, zihinlerin bilişsel kapasitelerini daha hızlı bilgisayarlar aracılığıyla güçlendirilebiliriz ama ışık hızıyla birbirleriyle iletişim kurmaları zor olacaktır; neticede, bu durum, zihni aktarılmış insanların biyolojik insanlardan daha akıllı olmalarına neden olacaktır. Ekonomist Robin Hanson’ın “The Age of Em” (2016) (Onların Çağı) adlı eserinde savunduğu üzere, eski ve yeni zihinsel alanlar arasındaki etkileşimleri, yani insanlar ve zihin yüklemeleri arasındaki ve yüklemelerin kendi aralarındaki etkileşimleri adil bir dengeye kavurşturmanın yollarını yaratmak zorundayız. Üstelik, dijital sistemlerde gerçekleşen baş döndürücü hızdaki gelişim, asgari düzenlemelerin hangi yollarla uygulanacağına karar vermek konusunda çok az vaktimiz kaldığı anlamına geliyor.

Peki ölümsüzlüğü seçmemizin kişisel anlamda pratik sonuçları neler olabilir? Gençleştirmenin ve zihin aktarımının mümkün olduğu bir geleceği bir şekilde hayata geçirirseniz, kararınızın ne oranda risk barındırdığını ve hangi risk türlerine hazır olmanız gerektiğini düşünmek durumundasınız. Gençleştirmek, kırılgan biyolojik vücudunuzu uzun süre korumak hususunda bir tehlike arz etse bile, en genel uzlaşma noktası olacak gibi görünüyor. Aktarımsa, en azından pratik bağlamda, zihninizin yok edilmesini çok daha zor bir hale getirecek; ancak birkaç kez kopyalandığında anlamlı bir biçimde yaşayıp yaşayamayacağınız tamamen bir soru işareti. Bu yöntem, gençleştikçe karşılaşacağınız risklerden çok daha tehlikeli, tamamen karanlık bir alan. Bununla birlikte, bizi ölüme bağlayan zincirlerimizden kurtulma olasılığı pek tabi ki cazip bir fikir ve eğer bir seçenek olursa, birçok insan muhtemelen tüm riskleri göze alacaktır.

* Francesca Minerva, Belçika’da bulunan Ghent Üniversitesi’nde felsefe dersleri vermektedir.

** Adrian Rorheim, Berlin Etkili Paylaşımcılık Vakfı’nda araştırmacı ve editördür.

Makalenin aslı Aeon sitesinde yayınlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)