Dinozorları gerçekten diriltebilir miyiz?

Bir dinozorun DNA dizilimini (tam olarak) çözmüş olduğumuz iddiasında bulunmasak bile, çoğu kişinin dudaklarından şu soru dökülecek gibi görünüyor: Bu bizi gerçek bir Jurassic Park’a yaklaştırıyor mu?

Google Haberlere Abone ol

Darren Griffin & Rebecca O’Connor *

Jurassic Park serisinin beşinci bölümü, geçtiğimiz günlerde gösterime girdi; film, çocukluğumuzdan beridir çoğumuzun hayatında olan dinozor sevgimizi pekiştirecek. Gezegende yürüyen bu en büyük, en garip ve “en ölümcül” yaratıklara ilişkin, bizlere korkuyla karışık hayranlık hissettiren bir şeyler var. Ancak filmlerin bizlere sağladığı ek bir fayda söz konusu; dinozorların DNA’sı hakkında bir ilgi uyandırdılar.

Orijinal filmdeki “Bay DNA” bölümü, büyük bir bilimsel iletişim sahnesi ve “dino” kanı emen sivrisineklerin vücutlarından DNA ayıklama kavramı, olağanüstü bir kurgunun parçasıdır. Ancak, bu yalnızca hayal gücü.

Tam anlamıyla şans eseri olarak, son dönemlerde dinozorların genel genomik yapısını tespit edebildik. Genomik yapı, genlerin her çeşit kromozomdaki düzenlenme biçimidir. Aynı türden her bir hayvanın farklı bir DNA dizisi olsa da genel genomik yapı türün tamamına özgüdür.

240 MİLYON YILLIK BİR GEÇMİŞ

Kuş ve kaplumbağaların atalarının en olası genomik yapıları üzerinde, o tarihten bugüne dek ortaya çıkan değişiklikleri tespit etmeden önce çalışmaya başlamıştık. Bu soy, yaklaşık 240 milyon yıl önce dinozorların ve “pterozorların” ortaya çıkışını da içermekte olup, (T-rex ve Velociraptor gibi üyeleri de içeren) “teropod” türü dinozorlardan ilerleyerek kuşlarla son buluyor.

Bir dinozorun DNA dizilimini (tam olarak) çözmüş olduğumuz iddiasında bulunmasak bile, çoğu kişinin dudaklarından şu soru dökülecek gibi görünüyor; “Bu bizi gerçek bir Jurassic Park’a yaklaştırıyor mu?” Yanıtımız, anlayış içeren bir “Hayır” ve sebepleri aşağıda anlatacağım.

İlk olarak, bir amber taşında korunan kan emici böceklerin içinde el değmemiş bir dinozor DNA’sı bulunması, duruma katkı sağlamıyor. Dinozor kanı barındıran tarih öncesi sivrisinekler bulundu; ancak içlerinde bulunan DNA uzun süredir bozulmuş haldeydi. Neandertallerin ve tüylü mamutların DNA’sı başarılı bir şekilde korunabilse de dinozorların DNA’sı çok daha eski. Bulunan (farklı türlerdeki) en eski DNA yaklaşık bir milyon yıllık; ancak dinozorların DNA’sına ulaşmak için en az 66 milyon yıl öncesine gitmemiz gerekir ve bu nedenle, gerçekçi olursak, bunun yakınından bile geçmiyoruz.

İkincisi, dinozor DNA dizilimini çıkarabilsek dahi, (bu dizilim) milyonlarca küçük parçadan oluşuyor ve bu parçaların nasıl düzenlenebileceğine ilişkin elimizde sınırlı ipucu mevcut. Bunu yapmak, genel resmin neye benzediğine veya eksik parçalar olup olmadığına dair en ufak fikriniz olmadan, dünyanın en zorlu yapbozunu tamamlamaya çalışmak gibi olur.

JURASSIC PARK TAMAMEN HAYAL

Jurassic Park’taysa, bilim insanları (bir şekilde) bu eksik parçaları tespit ediyor ve (boşlukları) kurbağa DNA’sı ile dolduruyorlar; yine de bu size bir dinozor vermez, elinize bir melez, yani bir “kurbağazor” geçer. Bu kurbağa DNA parçaları, gelişimini sürdüren embriyo üzerinde birçok olumsuz etkiye neden olabilir. Yanı sıra, kurbağa DNA’sı yerine kuş DNA’sı kullanmak olasılığı da sınırlıdır; her ne kadar kuşlar dinozorlarla daha yakından ilişkili olsalar da bir işe yaramaz.

Üçüncüsü, tüm ihtiyacınızın bir DNA dizisi olduğu ve (canlının) bir bütün olarak yeniden yaratılabileceği düşüncesi de yine bilim-kurgudan ibaret. DNA bir başlangıç ​​noktası olabilir; fakat yumurtanın içindeki hayvanın gelişimi, bir takım çevresel etkenle birlikte, doğru zamanda bağlanıp ayrılan genlerin karmaşık bir “dansı” gibidir.

Özetle, kusursuz bir dinozor yumurtasına ve barındırdığı karmaşık kimyanın tamamına ihtiyacınız var. Kitapta yapay yumurtaları üretiyorlar; filmdeyse devekuşu yumurtaları kullanılıyor. İkisi de bir işe yaramayacaktır; tavuk DNA’sını bir devekuşu yumurtasına ekleyerek bir tavuk yaratmayı bekleyemezsiniz (insanlar bunu zaten denedi). Bu durumun aynısı Velociraptor için de söz konusu olacaktır.

Ve bu, daha yasama organlarını, planlama iznini, protestocu grupları ve ekosistem üzerindeki etkileri göz önünde bulundurmadan önceki kısım.

BİR DİNOZORU HAYATA DÖNDÜREMEYİZ AMA…

Asıl mesele şu: Dinozorların soyu asla tükenmedi. Aksine, bugün hâlâ aramızdalar. Kuşlar dinozorlardan evrimleşmemiştir veya dinozorlarla yakın akraba değildir. Kuşlar, dinozorların ta kendisidir.

Dinozorlar (kuşlar da dâhil olmak üzere), her defasında daha farklı çeşitlerde, garip ve harika biçimlerde ortaya çıkmış, en az dört kez toplu yok oluştan kurtulmuş canlılardır. Yazımızın can alıcı faktörü, bunu gerçekleştirebilmelerinin, onların genom yapısı vasıtasıyla kolaylaştırıldığını kuramlaştırmaktır. Kuşların ve birçoğu kuş olmayan dinozor türünün çok sayıda kromozom (DNA paketleri) sahibi olduğunu keşfettik. Bir çeşit doğal seçilim operatörü işlevi gören çok fazla sayıda DNA paketine sahip olmaları, bu hayvanların çeşitlenmelerine de olanak sağlıyor.

Bununla beraber, uzun deneme süreçleriyle, gelecekte, insanların yol açtığı bazı zararların geri döndürülmesini sağlamak amacıyla Jurassic Park teknolojisini kullanmak mümkün olabilir. İnsanlık, “Dodo” ve “yolcu güvercini” gibi ünlü uçan dinozorların yok oluşuna tanık oldu. Bu kuşlardan, yalnızca birkaç yüz yaşındaki DNA’larının geri kazanımı, çok daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Benzer biçimde, birbirleriyle yakın akraba olan yaşayan türlere ait yumurtalar da yeterince iyi bir seçenek olabilir. Doğru koşullar altında, bu türlerin bir kısmını yok oluştan geri döndürmek amacıyla kullanabiliriz.

* Yazının aslı The Conversation'da yayınlanmıştır.  (Çeviren: Tarkan Tufan)