'Sera Dünyası' insanlığın sonu olabilir
Sera Dünyası, birçok durağı olan bir yolculuk gibi ve sonraki birkaç adımı bile insan medeniyeti açısından inişli çıkışlı bir yol olacak. Burada önemli olan, gerçekleşen değişimin hızı.
Jan Zalasiewicz/Mark Williams/Thomas Hearing*
Karbon salım oranları, Paris Anlaşması’nın 2 derecelik sıcaklık artışı sınırında kalacak biçimde yavaşlatılmış olsa bile, permafrost** tabakadaki erime ve ormanların yok oluşu gibi çevresel faktörler nedeniyle hâlihazırda gerçekleşen değişiklikler, yıllar geçtikçe ısınmayı hızlandırabilir. Eğer gerçekleşirse, bu durum gezegenimizi nereye sürükler? Bu çevre koşuluna “Sera Dünyası” adı veriliyor.
Yapılan yeni bir çalışma riskin arttığını ortaya koysa da araştırmanın yazarları bu durumun kaçınılmaz olmadığının altını çiziyorlar. Peki, bir “Sera Dünyası” durumu nedir, insanlar ve tabiat bunu nasıl hisseder?
Dünya daha önce de sera durumunu yaşamıştı; öte yandan, tek bir çeşit Sera Dünyası durumu yoktur, aslında birden fazladır. Tıpkı Dante’nin cehennem daireleri gibi, (süreçler) daha yoğun bir ısınmayla birlikte, gezegenin biyosfer ve iklimi üzerinde değişimler gerçekleştirerek ilerler. Son nokta, tartışmasız bir cehennemdir ve en erken aşamalar bile insanlar için mutlak biçimde rahatsız edicidir.
KAYIP CENNET
İlk sera durumu, 125 bin yıl önce, Buz Devri’nin ilk buzularası*** evresi sırasında meydana geldi. Atmosferdeki karbondioksit seviyeleri, endüstri öncesi dönemdeki seviyelere benziyor, milyonda yaklaşık 280 parçacık (ppm) oranı ve küresel sıcaklıklar bazında günümüzdeki koşulları andırıyordu. Yeryüzündeki ilk insanlar çoktan ortaya çıkmıştı; buna karşın, Dünya ekolojisinde yalnızca sınırlı bir etki yapacak kadar az sayıdaydılar. O dünyayı, bakir bir doğa ve ekosistemlere sahip bir cennet gibi görebiliriz.
Bu buzularası aşamada, Grönland ve Batı Antarktika buz tabakalarının bir parçası olan su, günümüz deniz seviyeleri üzerinde altı metre kadar yükseldi; belki de değişen okyanus akımları, buzullara fazladan ısı taşımıştı. Bu durum, deniz seviyelerinin ne denli kolay değişebileceğinin de bir hatırlatıcısı gibi. Bunun ardından, (insanlar dahil) hayvan ve bitki toplulukları, kıyı şeritlerinden göç ederek, değişime ayak uydurdular. Yaygın kıyı metropollerine sahip olan modern uygarlıksa, bu kadar kolay uyum sağlayamayacaktır.
Şu an bir sonraki aşamaya geçmek üzereyiz. Fosil yakıtları kullanarak 400 ppm’nin ötesine varan biçimde, atmosferdeki karbondioksit seviyelerini yükselttik; bu ise, havada fazladan trilyonlarca ton karbondioksit bulunduğu anlamına geliyor. Var olan daha kalın termal örtüyle, Dünya daha çok ısıyı emiyor ve bunun çoğu okyanuslara gidiyor. Hâlihazırda aşırı hava olayları çoğalıyor ve çoktandır mercan resifleri gibi ekosistemlerde yaşananlar da sert değişim süreci aracılığıyla bu etkileri fark ediyoruz.
DÜNYA 400 PPM SINIRINDA
Dünya’nın böylesi karbondioksit seviyelerine tanık olduğu en son dönem, Homo Sapiens’in ortaya çıkışından 3 milyon yıl önce, Pliyosen Çağı’nın “Orta Piyasenziyen Sıcaklık Dönemi” olarak adlandırılan aralığında geçekleşti. Oldukça sıcaktı ama bu bile bir şey değildi. Dünya, özellikle Antarktika bölgesinde çok fazla kutup buzu barındırıyordu; ancak Grönland ve Batı Antarktika’daki buzlar daha sınırlıydı ve deniz seviyelerinin günümüzden on metre ya da daha yüksek seviyede olduğu görülüyordu. Ortalama küresel ısı, belki de ekvatordan ziyade kutup bölgelerinde ısınarak, mevcut olandan birkaç derece daha yüksek hale gelmişti. Karbondioksit seviyeleri şu anki seviyede kalırsa, bu, gelecekte görebileceğimiz bir Dünya türü olacak.
Dünya tarihinin bu dönemi, aynı anda karada ve denizde büyük bir yaşam çeşitliliği barındıran bir cenneti andırıyordu ama bu duruma ulaşmak, kalabalık insan türü açısından oldukça travmatik olabilir; çünkü deniz seviyeleri yükselmeye devam eder. Gerçek Sera Dünyası, karbondioksit seviyeleri 800 ppm gibi bir seviyeye ulaştığında ortaya çıkmıştı. Bu, 100 milyon yıl önce, dinozorların yaşadığı dünyaydı. Yeryüzünde ya çok az buz vardı ya da hiç yoktu ve kutup bölgeleri, yılın yarısını karanlıkta yaşayacak biçimde uyum sağlamış ormanları ve dinozorları barındırıyordu.
Ekvator bölgeleri yaşamın sıcaklık sınırlarını test etse de biyosfer gelişti. Buzullarını yitirmiş bir dünyaya özgü ve yavaş okyanus akıntılarının bir neticesi olarak, düşük rakımlı bölgelerin çoğu deniz tarafından istilâ edildi; bu durumsa, hayvanların devasa büyüklükteki oksijensiz kalmış bölgelerden göç etmek zorunda kaldığı, dünya çapında sıcak bir hamam demekti. Eğer oradaysanız, bu tür bir Dünya bile o denli can sıkıcı değildi.
Buna karşın, asıl zor olan geçiş aşamasıdır. Sınırsız karbon salımı, eriyen permafrost tabakası ve yok olan ormanlardan salınan sera gazının doğal geri beslemeleri, bizleri bir asırdan biraz daha uzun bir süre içinde bu tür bir koşula taşıyabilir. Böylesi bir dünyada insanlık, elinde kalan topraklara sıkışır ve yükselen denizlerce yutulan şehirlerinin yasını tutar.
YERYÜZÜNDE CEHENEM Mİ?
Sera Dünyası, olağandışı volkanik patlamalar neticesinde yaşanan ani ve devasa karbondioksit salımıyla tetiklenen “hipertermal” olaylar esnasında da daha fazla ısınabilir. Bu patlamaların büyük kısmı, 251milyon yıl önce Permiyen Dönemi’nin sonunda gerçekleşenler gibi, büyük ölümlerin ve kitlesel yok oluşların zamanıyla çakıştı ve çoğu canlı yüksek sıcaklık, boğulma ya da açlık nedeniyle yok oldu. Dünya’daki gerçek cehennemin ortaya çıktığı yer, işte burası.
Neyse ki, gerçek bir Sera Dünya’ya henüz ulaşılmadı. Şayet ulaşsaydık, bu konuyu tartışabilmek için burada olamazdık. Kardeş gezegenimiz Venüs aynen böyle; okyanusların kaynayacağı bir seviyeye dek ısınmış, su buharının delinmiş bir stratosferden geçerek hayattan yoksun ve fırın benzeri bir yüzey yarattığı, başını alıp gitmiş bir Sera Dünyası’dır.
Görünüşe göre, sahip olduğumuz tüm hidrokarbon yakıtlarımızı yaksak bile bu türden bir durumu yaratamayız ve bu biraz içimizi rahatlatabilir. Yine de bu, Güneş’in aşırı derecede ısınması nedeniyle Dünya’nın yaklaşık bir milyar yıl sonra ulaşacağı en son durumdur. Şanslıyız, çünkü en acil sorunumuz şimdilik bu değil.
Sera Dünyası birçok durağı olan bir yolculuk gibi ve sonraki birkaç adım bile insan medeniyeti açısından inişli çıkışlı bir yol olacak. Burada önemli olan, gerçekleşen değişimin hızı. Binlerce yıl içinde yaşanacak bir geçişte, büyük ihtimalle insanlar dinozorların dönemindekine benzer bir sera durumuna uyum sağlayabilirler. Buna karşın, şayet bir yüz yıl, hatta bir insanın yaşam süresinde gerçekleşirse, ciddi bir sorunumuz var demektir.
*Yazının aslı The Conversation sitesinde yayınlanmıştır (Çeviren: Tarkan Tufan)
**Permafrost; genellikle kuzey yarıkürede bulunan, toprak altındaki donmuş tabaka.
***Buzularası dönem; iki buzul çağı arasında yaşanan, hava sıcaklığının arttığı zaman aralığı.