YAZARLAR

Bilinmeyen Ülke... Bayraklı bir ucuz emek hikayesi: Bantustan

Çeşitli uluslararası güçler Filistin’de ‘iki devletli çözüm’ önerisini gittikçe daha sık bir şekilde dile getirirken Güney Afrika’da uygulanan Bantustan sistemine daha yakından bakmak gerekebilir. Güney Afrika nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan siyah halklara çözüm olarak sembolik bir siyasi statü ve hatta görünüşte ‘bağımsızlık’ ya da ‘özerklik’ tanıması bugün, Filistin örneğinde gördüğümüz üzere bir kavram olarak karşımıza çıkıyor.

Filistin’deki ulusal kurtuluş mücadelesini incelerken sıkça kullandığımız bir kavram apartheid. Bir Flemenk dillerinden evrilen Afrikaancada ‘ayrılık’ anlamına gelen apartheid kelimesi, Güney Afrika’da uzun yıllar uygulanan ırklar arası siyasi/toplumsal ayrımcılık sistemini tanımlıyor. Beyazların üstünlüğünü ‘belgeleyen’ ve siyasal/toplumsal hayatın her alanına bu üstünlük perspektifiyle yaklaşan Güney Afrikalı ırkçıların apartheid modeli, bugün Filistin’de karşımıza çıkıyor. Üstelik apartheid sistemi Filistin’de çok daha radikal boyutlarıyla, vatandaşlıktan seçme/seçilme hakkına, mülkiyetten medeni hukuka… hayatın dokunduğu her alanda 76 yıldır uygulanıyor.

Irkların/dinlerin keskin bir hiyerarşi ile ele alınıp ortaya çıkan toplumsal piramidin belirleyici olduğu İsrail’in yerleşimci kolonyalist işgal düzeni ile Güney Afrika arasında tahmin ettiğimizden daha fazla ortaklık var. Bu izleri zaman içerisinde kavramlaşan apartheid gibi kelimelerle görebiliyoruz. Ancak pek bilmediğimiz bir diğer kelime ise Bantustan. Nasıl ki apartheid bizi Filistin’deki uygulanan ırkçı yerleşimci politikalara götürüyorsa, Bantustan da bizi Filistin’in geleceği için dile getirilen gerçek dışı ‘çözüm’ önerilerine götürüyor.

Çeşitli uluslararası güçler Filistin’de ‘iki devletli çözüm’ önerisini gittikçe daha sık bir şekilde dile getirirken Güney Afrika’da uygulanan Bantustan sistemine daha yakından bakmak gerekebilir. Güney Afrika nüfusunun ezici çoğunluğunu oluşturan siyah halklara çözüm olarak sembolik bir siyasi statü ve hatta görünüşte ‘bağımsızlık’ ya da ‘özerklik’ tanıması bugün, Filistin örneğinde gördüğümüz üzere bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Dilerseniz önce Bantustan’ın nasıl bir ülkeler bütününü oluşturduğuna bakalım, ardından Filistin’deki yansımasını araştıralım.

BİR SİYAH UCUZ EMEK REZERVİ: BANTUSTAN

Bantustan, ‘Bantu dillerini konuşanların ülkesi’ anlamına geliyor(1). Afrika kıtasının güneyinde yaşayan yerlilerce konuşulan ve yaklaşık 600 dili kapsayan Bantu dil ailesine referansla kullanılan kelimeyi, bir coğrafi isim gibi değerlendirmek doğru olmaz. Zira söz konusu toprak parçaları bize tüm dil ailesini kapsayan bir harita asla sunmuyor.

Bugün Namibya ismiyle bildiğimiz ve Apartheid Hükümetinin etki alanındaki topraklar da dahil olmak üzere 20. yüzyılın ortalarından 1990’ların ortalarına kadar çeşitli ‘Bantustan’ yönetimleri kurulur. Yerli işbirlikçi kabile liderleri ile masaya oturan Apartheid Hükümeti, onlarca bayrak altında bu kişilerin topraklarına kağıt üzerinde belli bir özerklik ve hatta kimilerine bağımsızlık sunar. Ancak Bantustan fikrinin arkasında yatan asıl amaç, Siyahları Beyazlardan ayırmak ve bu yolla zaten bir avuç yurttaşlık hakkı bulunan Siyah nüfusu emek gücü sömürüsü hariç tümüyle Güney Afrika’dan yalıtmaktır.

Bantustan

Bu doğrultuda Hükümet, tüm siyahları bir şekilde Bantustanlara eklemlemeyi hedefler. Güney Afrika’da ilan edilen toplam on Bantustan (Transkei, Bophuthatswana, Ciskei, Venda, Gazankulu, KaNgwane, KwaNdebele, KwaZulu, Lebowa ve QwaQwa), siyahların kendi etnik farklarına göre dizayn edilir. Örneğin siz Zulu iseniz, Zulular için yaratılan KwaZulu’ya dahil edilmeniz gerekir. Temeli 1950’lerde alınan kararlara dayansa da en çarpıcı gelişmelerden biri Bantu Anayurtları Vatandaşlık Kanunu’nun (1970) onaylanması ile birlikte yaşanır. Böylece Güney Afrikalı Siyahların toplumsal ve siyasi hakları da bu Bantustanların çarpık sistemine devredilir. Bu kararı takip eden süre içerisinde Güney Afrika Hükümeti dört Bantustan’ın ‘bağımsızlığını’ ilan eder: Transkei (1976),  Bophuthatswana (1977), Venda (1979) ve Ciskei (1981).

Kimse tarafından tanınmayan bu bağımsızlık ilanlarının anlamsızlığı ekonomik zeminde rengini net bir şekilde gösteriyor. Öyle ki ekonomik altyapı olarak son derece geri kalmış bölgeleri kapsayan Bantustan’lar, hemen hemen her anlamda Beyaz Güney Afrika’nın ekonomisine bağlıdır. Verimsiz arazilerde gelişen Bantustan’larda yaşanan adaletsizlik rakamlarla da kendini gösterir. Ülkedeki ezici Siyah nüfusa verilen Bantustan toprakları, Güney Afrika’nın sadece yüzde 13’ünü kapsar – bu oranın verimsizliğini de hesaba kattığınızda çılgınlık seviyesinde bir adaletsizlik ortaya çıkıyor.

Bunun sonucunda milyonlarca Siyah, Beyazların tarlalarında ve madenlerinde ucuz emek gücü olarak sömürülmek üzere her gün Bantustanlardan dışarı çıkmak durumunda kalır. Özetle Bantustanlar, ucuz emek gücünden faydalanılan ancak karşılığında hiçbir hizmet verilmeyen buna karşın renkli bir bayrağı olan insan rezervleri olarak işler.

Güney Afrika’daki bu Bantustan uygulaması, ülkede yoğun mücadeleler sonucunda apartheid rejiminin sona ermesiyle birlikte ortadan kaldırılır. 

FİLİSTİN’DE BANTUSTAN VE ÖTESİ

Tüm bunlar bize Filistin’de barışın yegâne yolu gibi sunulan ‘iki devletli çözümü’ hatırlatıyor. Gelgelelim sahada, özellikle iki devletli çözümün en gür bir şekilde dile getirildiği Oslo Anlaşmalarından sonra siyonist Tel Aviv yönetiminin Bantustanlara yönelik çok daha eşitsiz ve çok daha barbarca bir tutuma sahip olduğunu görüyoruz. Bu da bize ister istemez Filistin’de Bantuland’a öykünen bir çözümün apartheid Güney Afrikasından bile uzakta olduğunu hatırlatıyor.

Karşılaştırmaya nüfus dağılımından başlamak gerekirse eğer İsrail kaynaklarına göre bugün bile 1948 öncesi Filistin sınırları içerisinde yaşayan Filistinli Arap ile Yahudiler hemen hemen eşit nüfusa sahipler. Buna karşın her iki grubun sahip olduğu toprak ve doğal kaynaklar arasında dehşet verici bir fark söz konusu. Her şeyden önce bugün ‘Filistin toprakları’ olarak adı geçen bölge, tarihsel Filistin’in sadece yüzde 22’si anlamına geliyor. Üstelik bu yüzde 22’nin içerisinde kontrolü doğrudan İsrail’e bırakılmış stratejik noktalar, lojistik ve doğal kaynaklar var. Yani Filistinliler için fiili bir yüzde 22’lik kontrol alanı asla bulunmuyor. Durmaksızın Filistin topraklarını işgal eden yerleşimcilerin kemirdiği/gasp ettiği bölgeleri ve bugün resmen İsrail ordusunun işgal ettiği bölgeleri de hesaba katınca fiili yüzde epeyce düşüyor.

Buraya kadar ilk bakışta şema olarak Filistin’de dile getirilen iki devletli çözüm ile bantustan arasında benzerlikler göze çarpıyor. Her iki örnekte de muktedir lehine adaletsiz bir dağılım görüyoruz. Her iki örnekte de ırkçı, kolonyalist/yerleşimci eğilimlerin, yerlilere verilen sembolik bir bayrak ile örtülme çabasına rastlıyoruz. Üstelik bu plan sadece bir ‘örtü’ olarak kullanılmakla kalmıyor: Aynı zamanda söz konusu insanların ‘giderleri’ konusunda hiçbir sorumluluk almadan onların emeklerini sadece kendilerine gerektiğinde kullanılabilir bir hale getiriyor.

Fakat İsrail’in Filistin’de işgal ettiği topraklarda yaptıklarının bantustandan eksiği olmasa da fazlası var. İsrail’in uygulamaları Güney Afrika örneğinden çok daha farklı boyutlara ulaşıyor. Bu yüzden bantustan’ın sadece iki devletli çözüm için sadece bir ‘ideal’ olduğunu şiddetle vurgulamamız gerekiyor.

Güney Afrikalı Uluslararası Hukuk Profesörü ve dönemin BM Filistin Raportörü John Dugard 1967’den beri işgal altında bulunan Filistin topraklarında yaptığı incelemelerde bu konuya değinir. Dugard’a göre Güney Afrika’nın apartheid rejimi ile İsrail arasında önemli farklar vardır: Örneğin Apartheid Hükümeti, hiçbir zaman kendi bantustanlarına yoğun hava saldırıları düzenlememiştir. Ya da İsrail’in aksine kendi içerisinde sağlık, eğitim ve sanayi geliştirme çabalarını sistematik bir şekilde engellememiştir. Özetle İsrail; Gazze’nin ya da Batı Şeria’nın, Güney Afrika örneğinde olduğu gibi berbat koşullarda da olsa yaşayarak kendisini ucuz emek ile beslemesini tercih etmez. Çünkü Batı’nın sonsuz desteğini arkasında hissettiği müddetçe aynı sonuca soykırım yoluyla da ulaşma olanağı vardır. İsrail de sadece bu olanağı odaklanır ve onu gerçeğe çevirir. Karşı tarafın tüm tavizleri İsrail için son kertede anlamsızdır. Filistinli örgütlerin hatırı sayılır bir kısmı, Oslo Anlaşmalarında bir çeşit bantustan fikrine onay verdiği andan sonra bile İsrail için değişen bir şey yoktur.

Şöyle düşünelim Oslo II Anlaşması, 1995 yılında imzalandığı Batı Şeria’yı A (tam Filistin Yönetimi kontrolü), B (Filistin-İsrail güvenlik kontrolü şartı ile Filistin kontrolü) ve C (Tam İsrail kontrolü) olarak üç bölgeye ayırır. Batı Şeria topraklarında A bölgesi yüzde 18, B bölgesi yüzde 22 olarak belirlenirken geriye kalan yüzde 60’lık pay C bölgesi sayılır. C bölgesine Filistinlilerin tarım arazileri, su kaynakları ve diğer doğal kaynaklar da dahildir. Bu rakamlar kağıt üzerindeyken bile korkunç. Ancak asıl tüyler ürpertici kısım, Oslo Anlaşmalarında varılan mutabakatın fiilen hiçbir anlam ifade etmemesidir: Mantar gibi üreyen Yahudi yerleşimcilerin ırkçı saldırıları dengeleri her geçen yıl değiştirir.

Oslo

NEHİRDEN DENİZE…

Taraflardan biri yemeği ve suyu, emeği ve toplumsal yaşamı her anlamda kontrol ediyorsa, o sadece bir ‘taraf’ olarak değerlendirilemez; kadiri mutlak bir taraf olarak değerlendirilebilir. Bu da ona bugün olduğu gibi soykırım yapmak da dahil olmak üzere her şeyi yapma imkanı verir. Bu yüzden Oslo Anlaşmasına karşı çıkan Hamas ve FHKC gibi Filistinli örgütlerin neden direnmeyi seçtiklerini anlamak çok da zor olmasa gerek?

Bugün, konu Lübnan Hizbullah’ı olduğunda Vaşington’dan Tel Aviv’e, Londra’dan Berlin’e herkes emsalsiz bir fikir gibi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı Kararını dile getiriyor(2). Oysa o çok sevdikleri, işlerine geldi mi ihlalini Casus Belli saydıkları BM kararları İsrail’in Batı Şeria’daki askeri işgalini sonlandırması gerektiğini söylediği zaman durum değişiyor. Bununla birlikte devam eden yerleşimlerin de Filistin egemenliğini hiçe saydığını vurgulayan sayısız inceleme/karar/gözlem bulunuyor. Ancak tüm bunlar günün sonunda kağıt parçalarına dönüşüyor. İki devletli çözüm miti de İsrail’deki var olan düzenin apartheid kimliğini gizlemekten başka bir işe yaramıyor. Bu nedenle Bantuland meselesini de böyle okumak gerek.

Son sözü geçtiğimiz ay yaptığımız söyleşide bize iki devletli çözümün neden gerçek dışı olduğunu Batustan örneği ile açıklayan İsrailli tarihçi Ilan Pappé’ye verebiliriz:

“İki devletli çözüm fikrinin çok uzun bir zamandır ölü olduğunu düşünüyorum. Ve onu canlandırma girişimlerinin de başarısızlığa uğrayacağı kanısındayım. Gerçekçi değil, çünkü Batı Şeria’da 700 bin Yahudi yerleşimci var. Ve İsrail’de, oldukça sınırlı bile olsa bir ‘Filistin Bantustanı’nı kimse kabul etmeyecektir. Dünya hiçbir zaman İsrail'i böyle bir çözümü kabul etmeye zorlamaya hazır değildi ve özellikle de mevcut İsrail’i böyle bir planda cezbetmek mümkün değil. Kaldı ki iki devletli çözüm, kötü bir çözüm. Çünkü Filistin’in küçük bir kısmına (yüzde 20’sinden biraz daha fazlasına) ve Filistinlilerin sadece yarısına bir çözüm sunuyor, net bir başkenti içermiyor ya da mülteci sorununa dair dahiyane bir çözüm üretmiyor.

Tek çözüm Ürdün Nehrinden denize, ayrımcılık olmadan, geri dönme hakkını tanıyarak, herkes için eşit haklara dayanan tek bir demokratik devlettir. Bu, geçmişin hatalarını düzeltmenin tek yoludur (yeni bir devlet, toprak ve mülk kayıplarını telafi edebilir ve toprak ve su gibi doğal kaynakları yeniden, adilce dağıtabilir). Bu daha önce mümkündü, 1948’den önce Hıristiyanların, Müslümanların ve Yahudilerin barış içerisinde yaşadığı bir dönemde. Tekrar gerçekleşmemesi için hiçbir neden yok.”

Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler


NOTLAR:

(1) Bantustan uygulamaları yer yer ‘homelands’ yani ‘anayurtlar’ olarak da geçiyor.

(2) ABD’nin sık sık Lübnan’daki İsrail işgaline bir gerekçe olarak dile getirdiği BMGK’nın 1701 sayılı Kararı geçtiğimiz günlerde Lübnanlı Araştırmacı Rania Masri ile detaylı bir şekilde konuşmuştuk: https://www.gazeteduvar.com.tr/lubnanlilar-hizbullahi-israile-karsi-tek-savunma-gucu-olarak-goruyor-makale-1727953


Kavel Alpaslan Kimdir?

1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.