Bilmenin yetmediği yerde
Emek somutlar; arzuyu, değeri ve anlamı mıhlar soyutun kalbinde. Metaların hoş, arzulanır ve pürüzsüz çevriminde kesik bir baş gibi kanar emek. Bu, krizdir; yeni kötü günlerin acil sanatıdır...
Suat Hayri Küçük
Lanetlenmeyi göze almadan sınıf mücadelesi veremezsin!
–Başaran Aksu
“Izdırabı görünür kılan Goya’nın ışığı, mekânın imkânı olan karanlığın eşiğine dadanan beyaz terördür” dedi kadın. “Fikrinin gölgesinde uluyan vahşi, içinde kâinatın çınladığı zamanın sınır olan görünüşler, bir reddiye olan çöl ve Rothko’nun renkli körlüğü” dedi adam. Konuşuldu bunlar, susuldu başkaları… Ve sonra kadın, “Senin var olman tuhaf” dedi adama. “Oysa senin bir resim olman kaçınılmazdı” dedi adam, kadına.
Munch'un Çığlık'ı gelir bulur seni; ve fakat Rjevskaya'nın Müzik'ini duymak için resme kanman gerekir...
“Nasıl bir düştür ki insan? Nasıl bir yenilik, başkalık, ne tür bir canavar, nasıl bir karmaşa; ne tür bir paradoks abidesi, nasıl bir ifrat! Her şeyin embesil yargıcı; hem belirsizlik, gaflet çukuru hem gerçeğin hükümdarı; hem ıskartası hem de şanı evrenin” diyen Blaise Pascal’dan el alarak şunu söylemek mümkün olmuştur: “Öfke, insan haysiyetini hiçe sayan saldırılar karşısında gazaptır, bizim dik duruşumuzdur. Nefret soluktur, depresiftir, korkaktır, içten içe kendini yiyip bitirendir. Öfke açıktır, insanın yüzünü soldurmaz, kızartır. Öfke, rüzgâra bir ihtar fırlatır. Öfke, fırsatçı değildir; bir anda kendi çıkarının tersine hareket edebilir. Bu yüzden yüce şeylerle akrabadır."
Bilmek, yapmak ve olmak… Filozof oluş, sanatçı oluş ve âşık oluş… Varlığı, yaşamı ve kendini bilmek… Sanat, felsefe ve aşk… Eser, yapıt ya da iş olarak sanat. Bilgi, eylem ve hâl olarak felsefe. Olmak, yapmak ve kudret olarak aşk… Tüm bunların her biri diğerleriyle ilişkisi içinde kendi olabilmekte çünkü sanat ve anlam ilişkiseldir. Dünyayı genişleten, yaşamı devindiren ve bilgiyi somutlayan sanat; var olanı yadırgayan, eksiği yük bilen, akışları/oluşları kavrayan felsefe; keder kalelerine meydan okuyan, yaşamı olumlayan ve bedeni tende çınlayan âşık…
Fırtınanın ortasında, kör edici sisle kaplı dağ geçidinde duruyoruz. Kimi zaman aldatıcı olabilecek yollar görür gibi oluyoruz. Yerimizden kıpırdamadan durursak donarak ölürüz. Yanlış yola saparsak parçalanırız. Doğru bir yol var mı, bunu kesin olarak bilmiyoruz… Nesnesi soğuk karanlığa gömülü arzunun, kusursuz boşluğun, radikal bir ihtiyatla salgılanan perspektifin ve de paradoksun mırıltısı aşikârdır: Bilimin ufku sanatın eşiğidir, bilmenin yetmediği yerde başlar sanat. Emek somutlar arzuyu, değeri ve anlamı; mıhlar soyutun kalbine. Estetiğin sanata tırmanışındaki emeğin bir dinlenme anına muhtaçtır yüzey. Hoş, arzulanır ve pürüzsüz çevrimde kesik bir baş gibi kanar emek. Fark, iki şey arasındaki benzersizlik/mesafe değildir; fark, içrektir oluşun başkalığına. İki benzemezin oluşunun kıvrıldığı boşluğu/dışarıyı mümkün kılar. İnsan arada kalan değildir, insan aradalıktır. Arzusu mesafeyle doludur; gözüyle dokunduğu uzaklarda, bir şeylere çarpar gibi düşünür. Harfsiz kelimelerle konuşur, ses duvarını aşan müziktir resmi, çölü tamamlayan seraptır. Kendi doruğuna adanmış bir bedendir, taşların eriyiğinde mekânı salgılar, gizil bir baş dönmesidir... Kavram’ın beşiği olan imge ile şey’in cesedi olan simge arasında, başlangıcı kökenden önceye ait olanın sanatıdır, estetik çölde bakışı yaşama iade edecek olan. Eti kırbaçlayan bu dil, tende şaklayan yapıt olma arzusunu yontuyor. Varlık taşması olarak her sözcük bedene bir dokunuştur; ya aklın ağrısını tenin şenliğinde unutur ya da dilin şehvetini tenin sızısında susturur.
Kuvvet, yaşamı sürdürme kapasitesidir ve ölçülemez. Yapabildiğimden azı değilim çünkü varlığım kuvvetimdir ve bu benim oluş hâlinde gerçekliğimdir.
Bachelardca söylersek: “Bir poetik hayal, getirdiği yenilikle dilsel etkinliği bütünüyle sarsar. Poetik hayal bizi, konuşan varlığın kökenine götürür.” İfadesini bulmuş bir sanat, her türlü gelecek düşüncesini dışlar; kendini güncel yetkinlik olarak zorbaca dayatır. Mutluluk değil, neşe bizimkisi, yeniden ve ilânihaye yeniden oluşmak için. Hem zaten Rilke söylemişti: “Mutluluk sökün edip gelir insanlara, mutluluk kaderdir. Sevinciyse, insanlar kendi çoğaltır içlerinde. Sevinç, kalpte bir güzel mevsimdir, basitçesi. Sevinç, insanların güç yetirebildiğinin azamisi.”
Sanatın nedeni oluşundadır. Ressam, bildiğini değil, bilmek istediğini resmeder. An sürüsü değildir zaman. Köksüzdür. Köksüzdür köken ve felsefedir kendi bilgisini aşan. Aşırılık kökende değil, başlangıçtadır, henüz icat edilmemiş bir biçimin içinde. Bu bir tefekkür akrobasisidir, bir şeylere çarpar gibi düşünmenin itiliminde. Düşünce, bir tutarsızlık zemini üzerinde bina edilirken, şimdinin kafesi yani zamanın yükü olarak gelecek, düşünceyi kendinden uzağa süren mesafe ve daimi bir belirsizlikte kazılı olanın sanatı, filozofun aletleriyle işaretlenmiştir. Düşüncenin gerilimi olarak arzu, tıpkı bir delik olarak beliren kutsala öykünen aşkınlığa ve içrek olanın üzerine çullanan gerçekliğe reddiyedir. İştah kuyusunu hevesle dolduramazsın. Uğuldayan boşluğun sustuğu olur sanat; dipteki tortudur sanatçı, yerini bir boşluğa bırakmanın diliyle kanar felsefeye...
“Sanatın sadece elverişli sosyal ortamlarda ve kültürel koşullarda gelişebileceğini belirterek başlayalım fakat sanat, bir saygınlık sertifikası gibi kültürlere sunulan bir şey değildir. Aslında, biri birey diğeri toplum olmak üzere iki zıt kutup arasında doğru zamanda sıçrayan bir kıvılcım gibidir. Bireysel ifade, toplumsal açıdan geçerli bir sembol veya mittir.”
Anlamın sınırında beliren sanat, sanata indirgenemez olanı görünür kılar. Tarihsiz sanat hikâye salgılamıyor artık; hikâyeye sığınıyor, hikâyenin görünümü olmaya teşne. "Sanatın sonunun sanatı", bu hâliyle ne türden bir hikâye anlatırsa anlatsın, felsefenin en kısa gölgesinde zuhur etse dahi, hikâyenin kudretsiz bir kuvveti olmaktan öteye sarkamıyor. Hakikati aşındırmak olan sanat, aşınan bir anlatının parodisi oluyor. Bilmenin yetmediği yerde başlayan ve merkezinde sanatsal olmayan bir şeyin itilimiyle devinen sanat, daha hikâyenin başında, sanat oluşun hikmetinden yoksun kalıyor. Sanat anlatıya rücu ettikçe, başladığı yeri, yani bilmenin yettiği eşiği tavaf ediyor. Yüzeyin ve formun adımlanmasının gereksizliği ve hatta imkânsızlığında "eser"le karşılaşanlar, dikey eksenin ufuksuzluğunda bina edilen söylem coğrafyasını yurt ediniyor ve sanat oluşun patikalarını ıskalıyor.
“Bir eyleme gücünü doldurmaktan ibaret olan her şey neşedir. Bir eyleme gücünü doldurmak, eyleme gücünü gerçekleştirmek, eyleme gücünün doldurulmasını sağlamak… Neşe, her zaman olduğu şey olmaktan alınan keyiftir, her neredeyse oraya erişmiş olmaktan duyulan haz. Keder ise, doğru ya da yanlış, muktedir olduğuma inandığım bir eyleme gücünden koparıldığımda ortaya çıkar. Koşulların izin vermemesi, yasaklanması vs. Ve bütün kederlerin bir iktidarın benim üzerimdeki etkisi olduğunu söylemek gerekir. Bir şeyin eyleme gücünün gerçekleşmesi her zaman iyidir, der Spinoza. Kötü eyleme gücü yoktur; kötü olan, eyleme gücünün en alt derecede olmasıdır ve bu da her durumda yine de bir eyleme gücüdür. Bu durumda kötülük nedir? Kötülük, bir kişinin yapabileceği bir şeyi yapmasını, eyleme gücünü gerçekleştirmesini engellemektir. Kötü eyleme gücü değil, kötü iktidarlar vardır. Çünkü iktidar kendisine tabi olanları daima eyleme güçlerinden ayırır. Rahipler, yargıçlar, psikanalistler vs. bunların hepsi onlara tabi olanları yapabileceklerinden koparan, onların eyleme güçlerini gerçekleştirmelerini engelleyen bir iktidarı paylaşırlar. İktidar daima, eyleme güçlerinin gerçekleştirilmesini önleyen bir engeldir.”
Sanat nesnesini güzel kılan "vahşi oluş", tiksinme ile büyülenme arasındaki mesafeyi silebilir. Sanat, varlığın sınırıdır; yaşam, bu sınırın ihlalidir. Bildiğin şeye tutunma; bas üstüne, sark, savur, kendini bildik olmayan karşılaşmalara; aç kendini henüz var olmayana. Etkilenme kapasitesi, sevme yetisinin menzilini/kudretini salgılamakta...
Emek somutlar; arzuyu, değeri ve anlamı mıhlar soyutun kalbinde. Estetiğin sanata tırmanışındaki emeğin bir dinlenme anına muhtaçtır yüzeyin sanatsal dipsizliği. Metaların hoş, arzulanır ve pürüzsüz çevriminde kesik bir baş gibi kanar emek. Bu, krizdir; yeni kötü günlerin acil sanatıdır...