Bir AKP anatomisi
Erdoğan’ın elinden devleti yani iktidarı aldığınız zaman Erdoğan biter. Erdoğan giderse de AKP biter. Denklem bu kadar basit aslında.
İktidar partilerinde, parti içi mücadeleye çok fazla tanıklık yapılmaz. Hele bu sağ hatta muhafazakâr sağ parti ise “dava, kutsal dava” gibi kavramlar sıklıkla kullanıldığı içim hemen hemen hiç karşılaşılmaz. Aslında ortada dava da yoktur kutsal olan bir şeyler de. Bunu Türk siyasi hayatı muhtelif seferler göstermiştir. Makamlar, mevkiler ve onların maddi, manevi yarattığı avantaj ve olanaklar hep “dava, kutsal dava” olarak seçmene sunulur.
Parti içi mücadelelerde de hep lider bir kenara bırakılır ve bizzat onun oluşturduğu çevreler hedefe konulur, eleştirilir. Bu “çevre” ile lider hep birbirinden bağımsızmış, ilgisizmiş gibi görülmek istenir. Bu yapılır da. AKP’de bunun zirvesine tanıklık yapıyoruz. Dışarıdan bakıldığı zaman elindeki devlet gücünün de yarattığı görüntü nedeniyle, AKP dikensiz gül bahçesi, homojen ve mono blok bir yönetimi olan bir parti olarak görülebiliyor. Aslında öyle mi? Bunu tartışacağız. Mutlak tek kişi olarak hem partiyi hem de devleti yönettiğini peşinen kabul ettiğimiz Erdoğan, aslında devleti bir koalisyon olarak yönetiyor olabilir mi? Hadi başlayalım.
Abdülhamit Gül kabinede Millî Görüş geleneğini temsil ediyordu. Uzun zamandır rahatsızdı ve rahatsızlığını, hukuka ilişkin kuramsal açıklamalarla dile getirmeye çalıştı. Yenilenmesine karar verilen İstanbul seçimlerinde olduğu gibi hukuki zorlamalara, en azından kapalı toplantılarda karşı çıktı. Sedef Kabaş tutuklanırken Uğur Dündar’ın neden tutuklanmadığı eleştirilerine muhatap olunca istifasını bir kez daha gündeme getirdi ve ayrıldı. Gül, Davutoğlu’nu deviren ekipteydi ve yerine operasyonel yetenekleri nedeniyle getirildiği söylenen Bekir Bozdağ ile birlikteydi o zaman. Şimdi ayrıştıkları görülüyor. Gül, AKP’ye HAS Parti'den geldi ve o ekibin bir nevi lideri Numan Kurtulmuş’tur. Kurtulmuş AKP’ye geçtikten sonra bu liderliği hiç yapmadı. Buna rağmen Millî Görüş çizgisini parti içinde, ekip olmamalarına karşın bu ekip temsil etmektedir. Parti içindeki en rahatsız ekip de bunlardır. Erdoğan’ın devleti milli görüş dışındaki bir koalisyonla, partiyi ise tabana anlatacak öyküsü olması nedeniyle milli görüş kadrolarıyla yönetme isteği bu ekibin canını sıkmaktadır.
Binali Yıldırım’ın bir ekibi yoktur ama Erdoğan ile kader birliği yapmıştır. Onun yörüngesinden, çocukları ve mal varlıkları hakkındaki iddialar nedeniyle çıkamaz. 17/25 Aralık ve 15 Temmuz’un en şahin ismidir. Erdoğan, Kurtulmuş’u incitmek pahasına ona bir makam uydurdu ve onu 2’nci genel başkan vekili yaptı. Bu aslında Yıldırım’ı da mutlu etmedi. Son dönem yanında yine hep o var. Yıldırım, tek başına en son başbakan olma niteliği nedeniyle cumhurbaşkanlığı yardımcılığı bekliyordu, olmadı. Meclis başkanlığına da Erdoğan onu getirmedi. Biraz küstü sonra geri döndü ama 15 Temmuz’da yalnız bırakılması nedeniyle Erdoğan ve onun kadrosuna güvenini yitirdi. Başbakan olduğunda kabinesinde Süleyman Soylu’yu, Berat Albayrak’ı, MİT’in başında da Hakan Fidan’ı istemedi, İstanbul’da adaylık sürecinde Soylu ve Albayrak ile uğraşmaktan propaganda çalışması yapamadı. İl başkanını değiştirmek için hamle yaptı başaramadı. Albayrak’a yakın olan il başkanı yerinde kaldı, karşı hamle yapan Albayrak, Yıldırım’ın bürokrasideki kadrolarını dağıttı. Yıldırım’a rağmen Albayrak İstanbul seçimlerinin yenilenmesini sağladı. Bütün bunlar Erdoğan’ın bilgisi dahilinde oldu.
Bir dönem Bahçeli’den sonra MHP, Erdoğan’dan sonra AKP Genel Başkanlığı için adı ortalıkta dolaşan Süleyman Soylu’yu da değerlendirmek lazım bu denklem içerisinde. Güvenlik bürokrasisinde inşa ettiğiniz politik kimliğin, sizi siyasette her yere taşıyacağını düşünmek doğru değildir. Bunu 2’nci kez test ediyoruz. İlki Mehmet Ağar’dı. Milli kahramandı, terörle mücadele uzmanıydı ama siyaseten Erdoğan ihtiyaç duyana kadar gözlerden uzaktaydı. Sedat Peker’in açıklamaları sonrasında Soylu, gözü sürekli olarak değiştirilmeyi bekleyen futbolcu gibi teknik direktörde, Erdoğan’da. Soylu’nun karşısında parti içinde çok güçlü bir direnç var. Berat Albayrak, Binali Yıldırım, Numan Kurtulmuş. Devleti de buna ekleyelim Hulusi Akar, Hakan Fidan. Bakanlık koltuğunun sigortası gibi gözüken Devlet Bahçeli’nin Soylu’ya desteğinin sonsuz ve sınırsız olmadığı da biliniyor. MHP ve AKP Ankara il başkanlarının Soylu’ya her iki partinin de potansiyel lideri gibi bakmalarının, MHP ve AKP’de yarattığı sıkıntı bir tür işaret fişeği aslında. Burada Hulusi Akar’ın kredisinin Bahçeli’de Soylu’dan çok fazla olduğunu da bilelim.
MHP’de kendisine bir gelecek planlamak belki de Soylu’nun en büyük hatasıydı. Çünkü o koltuk, genel başkanlık yani, MHP’nin kurucusu Alparslan Türkeş’in oğluna bile verilmemişti.
Berat Albayrak ekonomi bürokrasisinde etkisini koruyor. Pelikan olarak adlandırılan grubu da onların kontrolündeki medyayı da muhafaza ediyor. Bu alanın dışına çıkmıyor gerekmedikçe. Erdoğan’a kırgınlığının devam ettiği de konuşuluyor. Son dönemde bir aile fotoğrafının ortaya çıkmamış olması da ciddi bir meselenin varlığını ve Albayrak ile sınırlı olmadığının da ipuçlarını veriyor. Aileden bir başka aktör Bilal Erdoğan, ara sıra çıkıp politik mesajlar verse de ilgi alanı Milli Eğitim ve vakıflar. Berat ile Bilal’in parti içinde, ufak da olsa birbirlerine yoklamalar çektikleri, bazı atama ve tayinlerle yol aldıklarını da not düşmek lazım. Parti içinde damat rahatsızlığının çok yüksek olduğunu da not düşelim. Yani Erdoğan “yerine damadı hazırlıyor” söylentilerine itibar edilmemeli.
Gelelim meselenin en önemli kısmına. Erdoğan’ın elinden devleti, yani iktidarı aldığınız zaman Erdoğan biter. Erdoğan giderse de AKP biter. Denklem bu kadar basit aslında. Bundan sonra kurulacak cümlelerin hepsi mevcut veriler üzerinden yapılan tahlillerdir. Örneğin Bahçeli partisinin değerlendirme kampında tekrarladı adaylarının Erdoğan olduğunu. Aynı açıklama biraz da kafa bulandırdı ve AKP tarafından defalarca sıkıntı olmadığı söylenen 3’üncü kez Erdoğan’ın aday olması için yasal çalışmaları yapabileceklerini söyledi. Buradaki vurgu AKP’nin de Erdoğan’ın da MHP’ye mutlak ihtiyacı olduğunu hatırlatmaktı. MHP desteğini çekerse ne olur? Bu desteği çekme erken seçim çağrısı ile olursa muhalefet MHP’nin kendisini yönetmesine izin verir mi? Bu soruların yanıtları siyaset yol aldıkça ortaya çıkacaktır. MHP’nin Erdoğan’ı nasıl bir dar alanda siyaset yapmaya mecbur ettiğini de görmek lazım. AKP içindeki en temel tartışma da bu aslında; MHP ile birliktelik. Asıl meselemize dönelim.
Erdoğan aday olmaz ise AKP içinde kazanabilecek bir aday var mı? Fehmi Koru’nun zekice Cumhur İttifakı için tartışmaya açtığı Abdullah Gül’ün adının niye bu kadar olumlu ya da olumsuz tartışıldığı da bu sorunun yanıtında gizli, çünkü yok. Gül halen matematiksel olarak Cumhur İttifakı'nın, Erdoğan’dan daha fazla kazanma ihtimali olan adayıdır. Erdoğan’dan daha fazla dememim nedeni duygusal olarak Erdoğan’dan kopan muhafazakâr, liberal Kürt seçmen ile Deva, Saadet ve Gelecek partilerinin Gül için bir potansiyel barındırmalarıdır. MHP tavır gösterir, destek vermez tezi de doğrudur. Ama önümüzdeki seçimlerde MHP’nin Erdoğan’a vereceği desteğin yüzde 2 veya 3’ü geçmeyeceğini her iki parti de hesaplayabiliyor. Ameliyat olan Gül’ü Erdoğan aradı, geçmiş olsun dedi. Bu kamuoyu ile paylaşılmadı, Erdoğan hasta oldu, Gül aradı geçmiş olsun dedi, bu arama abartılı bir biçimde kamuoyu ile paylaşıldı. İlginç değil aslında bu, Erdoğan’ın her türlü ilişkiye, katkıya ihtiyacı var. Ama mesele adaylığa gelince Gül’ü istemez, Gül de bu sistemle aday olmayı kabul etmez.
Burada Bülent Arınç’a da değinmek lazım. “Özgül ağırlığı kalmadı” eleştirilerine karşın her açıklaması AKP içinde geniş ve uzun tartışma yaratıyor ve hemen Erdoğan tarafından konuk ediliyor, dinleniyor. Demek ki halen ağırlığı mevcut.
Gül meselesi bitti, sırada Binali Yıldırım var. 2 belediye başkanlığı adaylığını kaybeden birisi herhalde aday olmaz. Numan Kurtulmuş, MHP bile onay vermez. Soylu’ya direnç büyük ve Sedat Peker’in açıklamaları halen ortada duruyor. Yabancı basının dillendirip gündeme taşıdığı Hulusi Akar, AKP seçmeninin de en hoşlanmadığı cumhurbaşkanı aday profilidir. Sonuçta Cumhur İttifakı'nın bugün yapılan ölçümlere göre Erdoğan dahil kazanabileceği bir adayı bulunmamaktadır. Bu aynı zamanda AKP’nin de Erdoğan sonrasında var olup olamayacağı sorusuna da yanıttır.
Erdoğan siyasetini devletle yapıyor. Bu tek parti döneminin parti devleti ile Demokrat Parti döneminin devletleşen parti durumunu da aşan bir durumdur. Çok da sıkıntılıdır. Siyasetinizi parti yerine devlet ve onun kurumlarıyla yaparsanız, parti içi mücadeleleri de bu alana yani devlete taşırsınız. Bu sıkı bir sorun olarak Türkiye’nin önünde durmaktadır. Örneğin valilerin tamamına yakını MHP’nin de onayı alınarak Süleyman Soylu tarafından atanmıştır. AKP İl başkanlarını bizzat Erdoğan atamıştır. İl ve ilçe emniyet müdürlerinin tamamına yakını da MHP’lidir. Sık sık haberlere yansıyor AKP il başkanı gibi davranan vali ya da vali gibi davranan AKP il başkanı. Bazen bu görevler karıştığı için ciddi sıkıntılar da çıkmaktadır. Parti içi mücadele buralara sıçradığı zaman ortaya çıkabilecek tabloyu tahmin etmek hiç de zor değil.
Hele devlet içinde Soylu’nun güvenlik güçleri üzerinden gücünü tahkim etme çabalarına karşı direnen eski bir genelkurmay başkanı olması nedeniyle askerde etkisi mutlak olan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile onunla politik kader birliği etmiş MİT Müsteşarı Hakan Fidan da kontrolleri altındaki bürokratik yapılarla bir güç mücadelesine girerlerse neler olur? Yanıtı ağır olur doğal olarak. Susurluk meselesinde bunun küçük bir örneğine, sadece istihbarat örgütleri üzerinden tanıklık yaptık. Şimdi her faili meçhul cinayeti, medyatik hesaplaşmayı, devlet içindeki bu denklem üzerinden okumak gibi bir durum söz konusu olacak. Kıbrıs’taki Halil Falyalı cinayeti gibi. Gerçekten cinayeti Söylemezler işledi ya da onlara işletildi ya da onların üzerine yıkılıyor ise denkleme hemen Mehmet Ağar ve Susurluk ilişkileri dahil olacak ve mesele oradaki ve buradaki iktidarlar ile devlet kurumlarına kadar uzayacak. Burada tekrar Alaattin Çakıcı ve onun neden serbest kalarak görünür hale getirildiği de dahil pek çok şeyi konuşacağız.
Erdoğan devlete mutlak hâkim bir güçmüş ve her şeyi yapmaya muktedirmiş gibi görünse de devleti bir koalisyonun yönettiği anlaşılıyor.