YAZARLAR

Bir anayasa (ya da politika) yapma önerisi

Anayasa ya da daha doğrusu siyaset yapma önerim basit: Her kentte, kentin belli başlı köşelerine bir kürsü kurarsınız, talep edenlere salonlar tahsis edersiniz, kürsünün kullanımına ilişkin demokratik kurallar belirlersiniz, her yörede oturan yurttaş da derdini, talebini, arzusunu gelir o kürsüden söyler. Eğer, Masa demokratik bir tartışmanın açıklığının getireceği riskleri karşılayabilecek siyasal beceriler geliştiremezse, kâğıda geçirilmiş titiz bir çalışmanın da anlamı olmayacak.

Birkaç gündür Altılı Masa uzmanlarınca hazırlanan anayasa önerisini tartışıyoruz. Hâlâ yürürlükte olan ve neredeyse dokunulmamış maddesi kalmayan 1982 Anayasası’nın seksen küsur maddesinde değişiklik yapılmasını gündeme getiren bir öneri var önümüzde. Önerinin sahibi bir istibdat dönemine seçimler aracılığıyla son vermeyi hedefleyen altı muhalefet partisi. Amaç, bugünkü ahvalimizin sebebi olarak görülen cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kaldırılması. Fazıl Sağlam Hoca, Türkiye anayasal geleneği içinden bakıldığında, 2017 değişikliklerinin ülkemizi anayasal demokrasi bakımından 1876’nın gerisine düşürdüğünü söylemişti. Peki bugün, muhalefeti de 1876 muhalefetiyle kıyaslamak doğru olur mu? “Hükümeti meşruta kurulursa ülkenin sorunları çözülecek, devlet dağılmaktan kurtulacak” mı diyorlar onlar da. Sanırım bu karşılaştırma bir nebze haksızlık olur, Altılı Masa tarafından sunulan değişiklik önerisi sadece hükümet sistemine yönelik değil. Ayrıca belli ki iyi uzmanlar özenli çalışmış; kendi aralarındaki dengeyi koruduğu ölçüde hak ve özgürlüklerin sınırlarının bir miktar daha geniş çizildiği bir metin ortaya koymuşlar. Sosyal haklara ilişkin, hakların bireysel başvuru kapsamına alınması dışında bir güvence sunmuyor; temel hak ve özgürlüklerin sınırlarına ilişkin güvenceleri madde başlıklarını saymazsak güçlendirmiyor. Ama OHAL’e ilişkin rejimin de hukuki bir rejim olduğunu gösterecek bir düzenleme getirmesi gibi önemli hususları barındırıyor örneğin. Hukuk devleti ve kuvvetler ayrılığını güçlendiren, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi kurumlarını düzenleyen maddeler var vs. Bu haliyle hem ortaya konuş biçimi hem de içeriğiyle açık bir restorasyon metni. Sonuçta metin Meclis’e değil, topluma sunuldu. Dolayısıyla bir anayasa yapım süreci içinde değil, bir siyasal vaat olarak ortaya çıktı. Benim buradaki sorum şu: Kimin talebini karşılamak için bu vaat?

Belki bunun halkın talebi olup olmadığını ya da demokrasinin öznesi olan halkın taleplerinin ne olduğunu öğrenmenin bir yolu vardır. Muhafazakâr mı seküler mi ayrımlarına hiç girmeden doğrudan doğruya halkın ihtiyaçlarını, arzularını, taleplerini anlamanın bir yolu. Anayasa dediğimiz metinlerin ortaya çıktığı dönemde belirleyici bir etkisi olmuş bir yol denenebilir örneğin. Dilekçe. Fransız Devrimi’ne ve 1791-1793 anayasalarına giden yolu döşeyen olgudan bahsediyorum. Türkiye anayasacılığının başlangıcında, özellikle de 1908’de etkili olmuş bir olgudan. “Neden anayasaya ihtiyacımız var?” sorusuna bir yanıt aranacaksa ve bu arayış politik olarak örgütlenecekse bunun araçları var. Hem de anket şirketlerine başvurmadan, manipülasyona maruz kalmadan ulaşılabilecek çok doğrudan bir aracı var. Cemal Süreya Anadolu’ya yazdığı dilekçede ipucunu göstermiş: “Sokağımsan/Ben anahtarı çevirdiğim zaman/Kapanan evin kapısı değil/Senin kapın olsun açılan.”

ANAYASA HALKIN MALIYSA BIRAKIN KENDİ ADINA KONUŞSUN!

Önerimi somutlaştırayım. Altılı Masa'nın en büyük bileşeni olan Millet İttifakı, İstanbul, Ankara ve İzmir dahil olmak üzere en kalabalık nüfusa sahip büyükşehirlerde belediye başkanlığı seçimlerini kazandı. Anadolu’nun her yerinde kazanılan belediye başkanlıkları var. Kullanımları bu belediyelerin tasarrufunda olan parklar, bahçeler, salonlar var. Anayasa ya da daha doğrusu siyaset yapma önerim basit: Her kentte, kentin belli başlı köşelerine bir kürsü kurarsınız, talep edenlere salonlar tahsis edersiniz, kürsünün kullanımına ilişkin demokratik kurallar belirlersiniz, her yörede oturan yurttaş da derdini, talebini, arzusunu gelir o kürsüden söyler. AKP-MHP ittifakı demokratik kamuoyu oluşumunu engelliyor mu, basını sansür baskısı altında mı tutuyor, istibdat rejimi üç kişi bir araya geldiğinde hafiyelerini mi yolluyor? O zaman bir anayasa yapım sürecinin olmazsa olmazı olan heyecanı yaratacak talepleri gündemleştirmenin başka yollarını ararsınız ki anayasa yapımı, kurucu iktidar söz konusuysa her yol halka çıkar. Konuşan, tartışan heyecanlanan bir halka ki halkımızın sokak röportajlarında gösterdiği konuşma performansı, en gözde parlamenterleri çoktan aşmış durumda. Temsilciyle temsil edilen arasındaki fark bunun kaynağı. Gerçeklik, temsilin süzgecinde çarpıtılmadan haykırılıyor her gün bir yerlerde. Başta korkutucu olsa da söylendikçe örgütlenen ve büyüyen bir şey gerçek. Bu yüzden rejim gerçeğin çekinmeden, korkmadan söylenememesi için her türlü zorbalığa başvuruyor. Peki örgütlenen gerçekle ne yapılır? Temsili yapılar, bu sorunun yanıtını unutturmak için muhalefet ve iktidar kanadıyla uzun zamandır birlikte iş görüyor.

RESTORASYONCU KUVVETLER RİSK ALIR MI?

Altılı Masa'nın önerisi, kenara atılacak bir öneri değil elbette. Yaşadığımız gerçekliğin sonucu olarak ortaya çıkan hükümet etme biçiminin kurumsal yapısını ortadan kaldırmayı vaat ediyor, Levent Köker’in dünkü yazısında belirttiği gibi onu yaratan nedenleri es geçerek. Bunlar bir yana, “niçin bir heyecan yaratmıyor?” sorusu, siyaset bilimciler bakımından, uzmanların özenli bir çalışmasıyla hazırlanabilecek herhangi bir önerinin ayrıntılarından çok daha önemli. Çünkü, bu önerinin akıbetini belirleyecek olan da yaratılabilmiş ya da yaratılamamış heyecan, örgütlenebilmiş ya da örgütlenememiş siyasal tutkular. Eğer, Masa demokratik bir tartışmanın açıklığının getireceği riskleri karşılayabilecek siyasal beceriler geliştiremezse, Türkiye’de anayasal/siyasal sorunun gerçekliğine ilişkin belirlemeleri yapamaz ve bu belirlemeler ekseninde bir gelecek imgesi yaratamazsa, zaten kâğıda geçirilmiş bu titiz çalışmanın da bir anlamı olmayacak. Belki ileride yazılacak doktora tezlerinde hatırlanacak bir belge olarak kalacak.

“Açık bir demokratik tartışmanın yaratacağı risk nedir?” diye soranlar olacaktır. Bu soruya ilk elde verebileceğim yalın bir yanıtla bitireyim. Özellikle uzun bir süre istibdat altında tutulan halklar bakımından; bir restorasyoncu kuvvetin karşılayamayacağı düzeyde eşitlik ve özgürlük arzusunun ortaya çıkmasıyla, demokrasi düşmanlarının kaos, dostlarının da kurucu iktidar olarak adlandırdıkları süreçlerdir.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.