Bir ‘Berlin Duvarı’ miti: Almanya neden hala iki renk?
Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla iki Almanya'nın birleşmesi sosyal ve siyasi sonuçlar doğurdu. İki ayrı sistemin karşılaştırılması açısından da bir olanak yarattı. Zetkin Toplumsal Araştırmalar İçin Forum, birleşmenin sonuçlarını ve mevcut krizleri Gazete Duvar okurları için değerlendirdi.
Geçtiğimiz yüzyılın en ikonik anlarından biri Berlin Duvarı’nın yıkılışı olarak sıkça karşımıza çıkar. Demokratik Almanya Cumhuriyeti -namı diğer Doğu Almanya- 1989 yılında çöktüğünde Federal Almanya’ya dahil edildi. Yaygın anlatıda bu olay ‘totaliter bir diktatörlük altında ezilen aç milyonların nihayet özgürlüğe kavuşması’ şeklinde aktarılır. Fakat öncesinde ya da sonrasında bu toplumun karşılaştıkları, anlatının içine dahil edilmez.
Burjuva-liberal yayınların meseleleri kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtması alışılmadık bir şey değil. Ancak Doğu Alman toplumunun karşılaştığı yıkım farklı şekillerde tüm gerçeği bize sunuyor. Örneğin haritalar! Sosyalizmin başarıları ya da kapitalizmin getirdiği geleceksizlik, çok çeşitli bir istatistik yelpazesinde kendini gösteriyor. Kadın erkek eşitliği, çocuk bakımı, çalışma saatleri, özel şirket merkezleri, olimpiyat madalyaları… tüm bunlar Almanya’nın hâlâ iki ülke olduğunu gösteriyor. Elbette siyasi tercihler bu farkların belki de başında geliyor. Son dönemde sol kadar aşırı sağın nasıl Doğu Almanya’da kök saldığı sıkça tartışılıyor. Kimileri bunu ‘Doğu Almanların diktatör sevmesi’ gibi sığ bir indirgemecilikle servis etse de gerçekler biraz daha derin bir analizi gerektiriyor.
Almanya’nın yıllardır yaşadığı çift başlılığı daha iyi anlayabilmek için biz de Zetkin Toplumsal Araştırmalar İçin Forum’a ulaştık. Buradan araştırmacılar bizlere Almanya’nın birleşmesine ve mevcut krizlerine dair mitleri bir bir yorumlayıp, detaylı yanıtlar verdiler.
BİR ‘BERLİN DUVARI’ MİTİ
Söze sanırım ‘yeniden birleşme’ sürecinden başlamak yerinde olacaktır. Federal Almanya ile Demokratik Almanya’nın birleşme sürecini düşündüğümüzde ilk olarak aklımıza ‘Berlin Duvarı’nın çöküşü’ ve ‘bu yol ile özgürlüklere kavuşma’ görüntüsü/anlatısı geliyor. Ancak mesele gerçekten de böyle mi oldu? Tam olarak ne yaşandı? İnsanlar ne kazandı, ne kaybetti?
Alman -ve hatta Dünya tarihinin- bu son derece önemli dönemi hakkında konuşurken, önce büyük resmi anlamamız gerekiyor: Almanya’nın sözüm ona ‘birleşmesi’ etrafında şekillenen tarihsel bağlamı anlamalıyız. Sadece Doğu Almanya’nın iç siyasi gelişmelerine odaklanmak yeterli olmayacaktır.
Demokratik Almanya Cumhuriyeti (DAC) ve onun dahil olduğu sosyalist kutup, 1989/90’da yenilgiye uğradı. Batı Almanya, (Federal Almanya Cumhuriyeti - FAC) kırk yıl önce, 1949’daki kuruluşundan bu yana DAC’ı çözmenin, feshetmenin yollarını aradı ve Doğu Almanya’yı kapitalist dünya sisteminin içerisine tekrar çekmeye çalıştı. Bunu başarmak için çeşitli yöntemler benimsendi: Yaptırımlar yoluyla ekonomik baskı, FAC’ın tek meşru Alman devleti olduğu iddiasıyla siyasi yıkım ve DAC iktidarını düşürme hedefiyle yapılan saldırı planları aracılığıyla askeri agresyon.
Daha geniş sosyalist kutup 1980'lerde, Batılı güçler tarafından kasıtlı olarak istismar edilen ve şiddetlendirilen bir siyasi krizin pençesine düşmüştü. Her çelişki ve sorun -ki elbette sosyalist toplumlarda bunlar vardı- devlet krizlerine dönüştürülecekti. DAC’da bu çelişkilerden biri Batı Almanya ile olan sınırdı. Batı Avrupa’ya seyahat etmek isteyen pek çok DAC yurttaşı için bu bir hayal kırıklığıydı. Bununla birlikte DAC’daki muhalif hareketlerinin çoğunun anti-sosyalist olmadığını da hatırlamak gerekir. İlk gösteriler 1989 yılında Batı'ya seyahat vizesi başvurusunda bulunanlar tarafından düzenlendi. Talepleri ‘reformlu sosyalizm’ arzusuna dönüştü, ancak ‘sosyalizmin tersine çevrilmesi’ ya da ‘kapitalizmin yeniden uygulamaya konması’ yönünde bir arzuya dönüşmedi.
Ancak 1989'un sonuna gelindiğinde, Federal Cumhuriyet dizginleri ele geçirmiş ve Doğu Almanya'daki hareketin seyrini belirlemişti: DAC, FAC’ın eline geçecek ve ona dahil edilecek, emekçi insanlarca inşa edilen toplumsallaştırılmış mülkler hızla özelleştirilecekti, vs. DAC’ın tüm yapısı dağıtıldı ve nüfuzlu toplumsal konumlar Batı Alman elitlerince devralındı. DAC yurttaşlarının derecesi düşürüldü, yüzbinlerce insan işini kaybetti ve Doğu halkı, bugüne dek gelen jenerasyonları etkileyecek devasa çalkantılar ve krizler yaşadı.
[Dönemin] Batı Almanya Şansölyesi Helmut Kohl, DAC yurttaşlarına ‘çiçek açan bir manzara’ sözü vermişti ancak karşılaştıkları şey sanayisizleşme ve neoliberalleşmeydi. Bunun etkisi Doğu'dan kitlesel bir göç yaşanması oldu; 1989'dan bu yana neredeyse 4 milyon insan umutsuzluktan kaçmak için Batıya doğru hareket etti.
Bildiğimiz gibi tarih kazananlar tarafından yazılır. Bu gelişmelerin bugün olumlu bir gelişme gibi sunulmasının nedeni budur. Almanya'nın ‘yeniden birleşmesinin’ ya da Doğu halkının nihayet ‘özgürlüğe ulaşmasının’ kutlanmasının nedeni budur.
HARİTALARIN DEĞİŞMEYEN SINIRLARI
Doğu ve Batı Almanya’nın bugün hâlâ devam eden farkını açıklayan çeşitli haritalar/araştırmalar sık sık karşımıza çıkıyor. Örneğin yakın bir zaman önce bu farkı gösteren çeşitli haritalardan oluşan bir video viral olmuştu. Bu sayede ülkede var olan kontrastı çeşitli biçimlerde görebiliyoruz: İşsizlikten dine, araba sahipliğinden çocuk bakımına, iş saatlerinden özel şirketlere, olimpiyat madalyalarından tenis kortlarına… Neredeyse birleşme hiç yaşanmamış gibi. Sizce neden hâlâ bu keskin farkı gözlemleyebiliyoruz? Bu kadar süredir devam eden farklar sizce neyin göstergesi?
Bu olgu, Doğu'daki insanların, aslında Batı'dan bildiğimiz sistemden temelde farklı bir sistem inşa ettiklerinin bir kanıtıdır. Ve aynı zamanda bu haritalar, bugün Almanya'da zenginliğin ve ekonomik gücün Batı'dan geldiğini ve nesiller boyunca miras kaldığını gösteriyor.
Bazı haritalar DDR'nin başarılarını doğruluyor: Hem Doğu'da hâlâ mevcut olan kapsamlı çocuk bakım hizmetlerini hem de bugüne kadar hâlâ varlığını koruyan cinsiyetler arası ücret eşitliğini düşündüğümüz zaman kadınların ekonomik kurtuluşunun bu haritalara yansıdığını söyleyebiliyoruz.
Sosyalist mülkiyet ilişkilerinin kalıcı etkileri dediğimizde Doğu'daki çiftliklerin çok daha büyük olmasını (büyük ölçekli kooperatif tarım nedeniyle), şirket merkezi sayısının daha az olmasını ve milyonerler sayısının daha az olmasını örnek verebiliriz. DAC’ın akılcı ve bilime dayalı eğitim sistemi, dini inançların azalmasına ve salgına karşı aşılama oranının çok daha yüksek olmasına neden oldu.
Diğer haritalar liberalizmin tutmayan vaatlerini ve ‘yeniden birleşmenin’ başarısızlıklarını ortaya koyuyor: Doğuda daha yüksek olan işsizlik oranı, (daha fazla çalışma saatine rağmen) daha az gelir, gençlerin Doğu’dan göçü. Bu, diğer şeylerin yanı sıra, seçmen katılım oranının azalması anlamına da geliyor. Ve neredeyse ironik bir şekilde, Doğu'da çokça alay edilen düşük araba sahibi olma oranı, kapitalizmin otuz yılı sonrasında hâlâ aşılamadı.
(Görsel: Haritalar/ İşsizlik, Gelir)
‘DOĞU’NUN YÜZDE OTUZU SEÇİMLERE KATILMIYOR’
Elbette bu farkın bir de siyasi yansıması var. DAC’ın yıkılmasından bugüne kadar Doğu Alman toplumunun siyasi alternatifleri nelerdi?
Daha önce de belirtildiği gibi, 1989'da göstericilerin çoğu DAC’ın sosyalist sistemini devirmeye değil, yeniden düzenlemeye çalıştı. Bu, DAC’daki iktidar partisinin devamcısı olarak bilinen Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) ve daha sonraki adıyla Die Linke’ye (Sol Parti) verilen geniş desteğin bir yansımasıydı.
Bugün Doğu Almanya’daki seçmenlerin neredeyse yüzde 30'u federal seçimlere katılmıyor. Bölgesel seviyede incelediğimiz bu yüzde daha da artıyor. Bu da her üç seçmen içinde birden fazlasının seçimlere katılmadığı anlamına geliyor.
Batılı siyasi partilere karşı genel olarak şüpheci bir tutum var ve eski DAC nüfusunun büyük bir kesimi sosyal ve ekonomik gerilemelerinden onları sorumlu tutuyor. Bu Batılı partilerin yaklaşımı çoğu zaman Doğu halkını ‘temsil etmekten’ ziyade 'eğitmek ve uygarlaştırmak' olmuştur. Batı'nın tutumu büyük ölçüde şu çizgideydi: "Sisteminiz kaybetti, siz kaybettiniz ve biz size işlerin nasıl yapılacağını göstereceğiz."
Bu küçümseyici ve paternalist yaklaşımın doğal reddi, Doğu'da Die Linke veya aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif (AfD) gibi ‘merkez’ olmayan partilere verilen oylara da yansıyor. Batı Alman yorumcular durumu bu şekilde görmeyi reddediyorlar. Bunun yerine halkta son derece yaygın şüpheciliği, DAC rejiminin etkilerine bağlıyorlar: Doğu Almanların “diktatörlere” karşı kültürel eğilimleri olduğu söyleniyor. Bu elbette Batı'ya olan şüpheciliği daha da artırıyor.
‘ARTIK ALMANYA'DA DOĞULU PARTİ YOK’
Resmi olarak Demokratik Almanya’nın iktidar partisi SED’in bir halefi olarak görülen Die Linke (Sol Parti) aldığı oylarla Doğu Almanya’yı kalesi olarak korumaya devam ediyordu. Ancak yakın dönemde partinin bu desteği kaybettiği dikkat çekiyor. Sizce neden? Sizce sol Doğu’da desteğini yitiriyor mu, yoksa desteğini yitiren sadece Die Linke mi?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, 1990’dan sonra Demokratik Sosyalizm Partisi (PDS) tek ‘Doğulu parti’ yani Doğu’dan gelen tek siyasi partiydi. Bu, bugün artık gerçekte var olmayan bir kategoridir. AfD'nin siyasi liderleri ve PDS'nin halefi Die Linke (Sol) büyük ölçüde Batı'dan geliyor.
Die Linke'nin en parlak dönemi, 2000’lerin başında muhalefette olduğu zaman yaşandı. O dönemde Die Linke; sosyal demokrat ve yeşil hükümet tarafından uygulanan, işgücü piyasasının neoliberalizasyonunu kapsayan Hartz reformlarına karşı harekete öncülük ediyordu. O günlerden bu güne Die Linke'nin oy oranı azaldı. Bunun nedenleri bugün Almanya'daki sol güçler arasında tartışılıyor.
Bunun temel nedenlerinden biri partinin siyasi yapıya entegrasyonudur. Die Linke, zaman zaman neoliberal politikaları desteklediği (Berlin'deki toplu konutların özelleştirilmesi gibi) bir dizi bölge ve şehir yönetimine dahil oldu. Bu, Die Linke'nin birçok insanın gözünde kazandığı ‘güçlü bir muhalif güç’ profilini kaybetmesi anlamına geliyordu. Aşırı sağ AfD daha sonra kendisini ‘Almanya'nın siyasi ortamındaki tek ciddi muhalif parti’ olarak sunabildi. AfD'ye verilen destek son on yılda, özellikle Doğu Almanya'da ciddi oranda arttı.
Geçtiğimiz yıllarda Die Linke içinde bir bölünmenin geliştiğini ve bunun son olarak 2023'te kesin bir bölünmeye yol açtığını da belirtmekte fayda var. Sahra Wagenknecht liderliğindeki bir kanat, Partinin işçi sınıfı siyasetinden kayarak toplumsal kimlik odaklı bir siyasete ölümcül bir geçiş yaşandığını savundu. Bu kanat aynı zamanda Almanya'nın hem yurt dışındaki hem de NATO'daki rolünü eleştirmeye devam etti. Diğer kanat ise partinin askerileşme karşıtlığını yumuşatmadan yanaydı. Bununla birlikte iltica yanlısı bir çizgiyi benimseme taraftarıydı.
Wagenknecht'in etrafında toplanan grup 2023 yılında Die Linke'den ayrılarak kendi başlarına Bündnis Sahra Wagenknecht'i kurdu. AB seçimlerinde yürüttüklerin kampanyanın ana konusu, Rusya ile gerilimi azaltmak ve Ukrayna'ya silah sevkiyatına son vermekti. Programları mevcut sistemde reform çağrısında bulunuyor ve herhangi bir anti-kapitalist politika içermiyor. Die Linke'deki eski yoldaşları oyların sadece yüzde 2,7'sini alırken, onlar yüzde 6'dan fazla oy almayı başardılar.
Yani evet, Doğu'da sol politikalara verilen destekte bir düşüş oldu. Bunun büyük ölçüde, yerleşik partilere karşı güçlü bir sol muhalif gücün ortaya çıkamamasından kaynaklandığını ileri sürüyoruz.
UKRAYNA SAVAŞI, AŞIRI SAĞ VE KIRILMA YAŞAYAN KAPİTALİSTLER
Sizin de söylediğiniz üzere AfD, Almanya’nın Doğu bölgelerinde oldukça güçlü bir oy oranıyla karşımıza çıkıyor. Sizce Doğu’daki insanlar neden yüzlerini AfD’ye dönüyor?
Tekrar aynı şeyi söyleyebiliriz: Bu durum yine AfD'nin kendisini bugün Almanya'daki tek ciddi muhalif güç olarak sunma becerisiyle yakından ilgili. Bu sayede, özellikle Doğu'da hüsrana uğramış pek çok seçmeni kendi etraflarında toparlayabiliyorlar. Partinin kuruluşu on yıldan biraz öteye gidiyor, ancak şimdiden AfD, Almanya'nın ikinci büyük partisi haline geldi.
AfD, halkın karşı karşıya kaldığı ekonomik ve sosyal zorlukların çoğunu ele alıp ekonomik sistemin kendisinden ziyade Berlin'deki politikacıları yetersizlikle suçluyor. Göç, Rusya ile barışın gerekliliği gibi konularda demagojik sloganlar kullanarak kolay çözümler vaat ediyor. Aynı zamanda AfD'nin sunduğu çözümler mevcut ekonomik sistemle tamamen uyumlu olduğundan, küçük işletmeler ve aydın kesimler gibi küçük-burjuva çevrelerden de destek alabiliyor.
Haziran 2024'ün başındaki AB seçimlerine baktığımızda, çıkarabileceğimiz birkaç sonuç var: Seçimlere katılım oranı önceki seçimlere göre daha yüksek olsa da, sandığa gitmeyenler bir kez daha en büyük bloğu temsil etti. Seçmenlerin üçte birinden fazlası seçimlere katılmamayı tercih ediyor. Bu durum kayıtsızlık, hayal kırıklığı ve/veya hoşnutsuzluk olarak yorumlanabilir. Görünüşe göre oy verenler mevcut iktidar koalisyonundan (sosyal demokratlar, yeşiller ve liberal demokratlar) hoşnut değil gibiler. Ancak alternatifi muhafazakar CDU ve aşırı sağ AfD'de arıyorlar; her ikisi de bugünün sorunlarına yanıt olarak daha sert sosyal kesintiler talep ediyor. AfD oyuna neredeyse yüzde 5'lik bir dilim daha eklemeyi başardı ve bu da onları sosyal demokratların bile önüne geçirerek, AB Parlamentosundaki ikinci büyük Alman partisi haline getirdi. AfD, Ukrayna'ya daha fazla silah gönderilmesini eleştirirken, NATO'yu sorgulamıyor veya bugün Almanya'da sürmekte olan kitlesel askerileşmeye karşı çıkmıyor. Bununla birlikte bu kadar çok kişinin partinin Ukrayna etrafında yürüttüğü demagojisi sebebiyle -yani halkın Rusya’ya karşı savaş açmama arzusuyla- AfD’ye oy vermiş olması muhtemeldir.
Alman solunda AfD'nin sürekli yükselişinin nasıl değerlendirileceği konusunda çelişkili değerlendirmeler ve tartışmalar var. Kimileri, geçtiğimiz AB seçimlerinde Doğu Almanya nüfusunun çoğunluğunun Rusya ile barışa oy verdiğini görebileceğimizi söylüyor. Kimileri, Almanya'daki egemen sınıfın belirli kesimlerinin AfD'yi, Rusya ile savaşa karşı olduklarını ifade etmek için kullanıp kullanmadıklarını soruyor. Yani Rusya’ya yaptırım uygulamak onların ekonomik çıkarlarına ters düşüyor ve Moskova ile yeniden ekonomik bağlar kurmanın yolunu arıyorlar. Bu argüman, Ukrayna'daki savaş nedeniyle kapitalist sınıf içinde kırılmalar ve bölünmeler yaşandığını öne sürerken AfD başarısının kısmen bunun bir semptomu olarak değerlendirilebileceğini savunuyor.
Almanya’da yakın vadede bu farkın değişebileceğini düşünüyor musunuz? Sizce bu fark ileride daha ciddi sorunlara sebep olabilir mi?
Farklılıklar yakın zamanda ortadan kalkmayacak. Siyasi ve ekonomik güç Batı'dan gelmeye devam edecek. Ayrıca Almanya'daki Doğu-Batı ayrımında siyasi hareketleri birbirine bağlamak zorluğunu korumaya devam edecek. Güçlü bir işçi hareketi ya da savaşa, askerileşmeye karşı güçlü bir siyasi cephe güçlü bir şekilde ‘aşağıdan’ bir bağlantı kurabilir. Ancak bu açıdan işçi sınıfını harekete çekmenin yolları Batı'da ve Doğu'da farklılık göstermeye devam edecek.
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
İsrail işgalinin cephe gerisi: Lübnan’da iç çatışma ihtimali 23 Ekim 2024
Bayraklı bir ucuz emek hikayesi: Bantustan 19 Ekim 2024
‘Lübnanlılar Hizbullah’ı İsrail’e karşı savunma gücü olarak görüyor' 16 Ekim 2024
Fahri İzmirli Sovyet Generali Voroşilov’un bulvarı nasıl Plevne oldu? 12 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI