YAZARLAR

Bir cinayet anatomisi

Şimdi bütün suç; gözaltına alınmış bir müteahhit ve mukadderatın üstüne mi kaldı? ‘Cinayeti kör bir kayıkçı gördü, ben gördüm, kulaklarım gördü…’

Hukuk fakültesinde okurken, sınavlarda pratik çalışma problemleri sorulurdu. Birbirlerinin üstüne binerdi kasıtlar, haksız fiiller, ihmaller ya da müteselsil sorumluluklar. Sanki mağduru gören, az çok, elinden ne gelirse bir şeyler yapıp, suça dahil oluyor ya da mesela gözünü yumup, probleme dahil oluyordu. Gerçek hayatta hiçbir zaman böyle bir şey olmayacak zannederdik biz ve soruyu soranların, hayal gücünü takdire şayan bulurduk. Yani her pratik çalışma sorusunda, bir Agatha Christie tadı olur, amfiler Pera Palas’a dönerdi.

Halbuki Türkiye’de yaşıyorduk...

Bozkurt sel felaketi, tam da böyle bir şey. Bakmayın siz, ortaya çıkan durumun, büyüklüğü açısından tanımlayıp, ‘felaket’ dediğime, yoksa, ortaya çıkışı açısından tanımlarsak, bir cinayet vakası bu. Selçuk Kozağaçlı daha önce, Soma maden felaketi! için söylemişti bunu; ‘Bir kere kaza değil bu. Ama bunu politik bir nedenle söylemiyorum. Kazanın bilimsel tanımı şu; öngörülemez olması. Bu yüzden kaza değil. Öngörülebilir bir ölüm, öngörülebilir bir arıza, öngörülebilir bir kırılma bir kaza olamaz…’ Diyordu.

Şimdi aynı bu şekilde, bir cinayet anatomisi yazmak istiyorum size. Bizim fakülte dönemi pratik çalışmalarını hatırlatacak kadar, müteselsil suç, kasıt, ihmal ve her şeyin tekmili birden yer aldığı bir anatomi bu; Bozkurt sel felaketi…

Önce, ‘Demokrat parti’ ile başlıyoruz anatomiye;

1945 yılında Abana, Kastamonu ilinin İnebolu ilçesine bağlı Karadeniz kıyısında tam teşekküllü 90 yıllık büyük bir bucaktır. 1943 yılından beri ilçe olmak için çabalamaktadır. Sonunda 25.6.1945 tarih ve 4769 sayılı yasa ile 86 köylü bir ilçe olur. Bu konumu 1954 yılına kadar sürer.

Demokrat Parti 1950 yılında iktidara geldiği günden beri ilçenin kalkacağı yolunda tehditler savurmaktadır. Nedeni, tüm halkın CHP’ye oy veriyor oluştu. Nihayet DP 21.12.1953 tarih ve 62.03 sayılı yasaya ile deniz kenarındaki Abana’yı köy (bucak bile değil), 2.5 km içerideki Bozkurt köyünü de ilçe yapar. İskeleye uğramakta olan vapur seferlerini kaldırarak 2.5 km batısındaki bir köye uğratmaya başlar.’*  

Fakat bu kadar da geriye gitme, nereden bilsinler demeyin çünkü eğer Bozkurt, açık partizanca bir kararla ilçe yapılmasaydı, o çevrenin bütün diğer köyleri gibi, sadece 30-40 haneli bir yer olacaktı çok muhtemel ve yerleşimi, yine çok muhtemel, daha güvenli alanlarda sınırlı kalacaktı.

Anatominin başlangıcı bununla bitmiyor. 1960 yılından sonra Anayasa Mahkemesi, Abana’ya ilçeliğini iade ediyor ama Süleyman Demirel hükümeti, ‘Bozkurt’un ilçe olmasından vaz geçmiyor.

Bu hükümeti de anatomiye katıyoruz.

Bir kere daha ‘Nereden bilsinler canım, bu kadar yıl sonra sel olacağını, rahmetlilerin günahına alma’ demeyin, çünkü işin esas meselesi, bir ‘idari’ karar ile herhangi bir yerin il-ilçe filan olamayacağıdır. Yerleşim yerlerinin bir organik gelişimi vardır, -daha doğrusu vardı.- Yani mesela İstanbul’un, Paris ya da Roma’nın filan, yüzyıllardır, aynı yerde, hep önemli yerleşim yerleri olması tesadüf değildir. Coğrafi koşulların, iklimin, suyun, bir sürü yolun buluşma noktalarının ve bir sürü başka etkenin birleşmesiyle olur gerçekten bir yer. Yoksa tabii ki yapabilirsiniz bir yeri, memurlarınız olur atanmış ve öğretmenleri alınmış kürsüler, hâkim, savcı vesaireler ama bir ‘kent’ olmaz hiçbir zaman.

 -Ve Roma imparatoru da kendi atını yurttaş yapmıştı.-  

Arada kaçırdığım birçok şerik vardır mutlaka. Onları cehenneme havale ediyorum ve biraz son yıllara doğru geliyorum. İlçenin hemen başının üstüne inşa edilmiş, HES’e bakalım. Öyle çok bilimsel verilere ihtiyaç var mı bilemiyorum. Google haritadan bile baksanız, orada bir aksilik olduğunda, her şeyin ilçenin tepesine çökeceği belli oluyor. Öyle değil mi? 

Yine Selçuk’u anarak, öngörülemez bir şey mi bu?

Hemen en ön sıralara yazıyoruz anatomide HES’çileri…

Bununla bitmiyor silsile. Yanlış yerlere yapılan köprüler, viyadükler, yollar, tomruk deposu, her şeyden çalan müteahhit, ona ruhsat verenler ve, vesaire…

Şimdi bütün suç; gözaltına alınmış bir müteahhit ve mukadderatın üstüne mi kaldı?

‘Cinayeti kör bir kayıkçı gördü, ben gördüm, kulaklarım gördü…’


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...