Bir etnoturizm arsızlığı: ‘Mübadele’ ismiyle kokteyl satmak
İnsanların türlü acılar içerisinde değiş tokuş edildiği 1922 Nüfus Mübadelesi'nin ismini bir kokteyle vermek? Bu toprakların tarihinde işlenmiş belki de en fantastik insanlık suçlarından biri olan mübadeleyi her şeyden soyutlayıp içki ismi yapmak? İşte bu sadece ‘rant gölgesi altında yok olan kasaba kültürü’ nostaljisi ile açıklanamayacak, daha vahim bir durum.
Urla, uzun zamandır pek çok insanın gözünde bir kasaba isminden çok bir marka ismini tarif ediyor. ‘Satılık Rumsuz Rum evleri’ burada da hızla satın alınıp kalburüstü bir turist profilinin kullanımına açıldı. Düne kadar av malzemeleri ve tarım ilaçları satan dükkanların bulunduğu Zafer Caddesi’nin ismi kısa sürede ‘sakin Ege kasabası’ hayalini gerçekleştiren zengin atölye-dükkan sahiplerinin eline geçti, sokağın ismi de Sanat Sokağı oldu.
Buraya kadar hikayenin fazla özgün bir yanı yok. Güneş gözlükleri, pahalı arabalar, 34 plakalar, parfüm kokuları, şarap tadımları, yemek tabağı fotoğrafları, Instagram hikayeleri… Alaçatı, Ayvalık ya da Bodrum'un kaderi, gecikmeli olarak Urla’nın da kaderi oldu.
Hali vakti yerindeki şehirlilerin Urla’yı kendi lunaparklarına çevirişi, eğer çocukluğunuz burada geçmişse sizin için hüzünlü olabilir. Fakat rant meselesi hariç tek başına bu hüzün bizi romantizme sürükleyebilir. Sonuçta Urla öncesinde de her yer gibi bir yerdi, Ege kıyısındaki herhangi bir kasabaydı. Dolayısıyla uzun uzun kaybolup gidenlere mersiye yazmaya gerek yok.
Aslında benim için de durum bundan farklı değildi. Büyüdüğüm kasaba olan Urla’ya her gidişimde yeni dükkanlar, yeni insanları görüp şaşırıyordum. “Burası eskiden bilmem neydi şimdi AVM olmuş” gibi bitmeyen serzenişlerle çevremdeki dostlarımın sabrını zorlardım. Geçtiğimiz gün de yine böyle bir gündü. Günübirlikçi işgali altındaki İskele’de yürüyüşe çıkmıştık. Bu yürüyüş sırasında biraz da mekanların pahalılığından şikayet etmek üzere Batis’in Kahvesi önünde yavaşlayıp Rast Urla isimli mekanın önünde asılı duran menüye göz gezdirdik. Fakat fiyatlara şaşırmayı beklerken çok daha korkunç bir sürprizle karşılaştık: Mübadele Kokteyli!
İnsanların bir besi havanıymışçasına türlü acılar içerisinde değiş tokuş edildiği 1922 Nüfus Mübadelesi’nin ismini bir kokteyle vermek? Bu toprakların tarihinde işlenmiş belki de en fantastik insanlık suçlarından biri olan mübadeleyi her şeyden soyutlayıp içki ismi yapmak? İşte bu sadece ‘rant gölgesi altında yok olan kasaba kültürü’ nostaljisi ile açıklanamayacak, daha vahim bir durum.
EGZOTİK BİR KOKTEYL OLARAK İNSAN ACISI
Urla, zamanında Karaburun, Çeşme ve Foça gibi İzmir kırsalında Yunan nüfusun en yoğun olduğu yerleşimlerden biriydi. Tıpkı diğer yerleşimler gibi Urla’da da bu geçmiş tüm tarihsel bağlamdan ayrıştırılarak etnoturizm için bir meze haline getirildi. Mesele otantikleştikçe tarihsel bir hesaplaşma yerini tarihi romatizme bıraktı. Olayın ciddiyeti ve vahameti turizm potasında eridi.
Bunun sebebi bilinçli bir merkezi politika değildir belki. Ancak hiç şüphe yok ki çarpık merkezi tarih anlatısının yarattığı fazlasıyla bilinçsiz bir tavırdır. Bir insanın -ve hatta o insana ait mekanların- nasıl siyasetten, tarihten ve toplumsal hayattan soyutlanıp etnoturizm aracılığıyla ‘egzotik bir meyveye’ dönüşebileceğine dair Ötekinin Üçüncü Hali: İmroz’da Otantiklik ve Turizm başlıklı yazısında Hasan Münüsoğlu şöyle diyor:
“Günümüzde niceliğin artan vurgusuna paralel olarak özelde İmroz’da genelde ise Türkiye’de, söylem düzeyinde de olsa artık tehlike olmanın dışına çıkmış olan Rumlar, nostaljik ve folklorik öğe algısını da aşarak sahip oldukları başta mekanlar olmak üzere, maddi kültür ürünleriyle de ‘etnografik malzemeye’ dönüştürülmektedirler. Dolayısıyla sosyal bilimleri meşgul eden ve özellikle antropolojide artık aşıldığı kabul edilen ‘özne-nesne’ ilişkisi, turizm bağlamında işlemeye devam etmektedir. Turizm, kapitalizme paralel olarak, maddi kültür ürünlerinden insan-tekine kadar her şeyi bir ürün olarak görmekte ve pazarlanabildiği ölçüde ‘metalaştırmaktadır’. Gelişen iletişim teknolojileri, ulaşım teknikleri sayesinde, orta sınıf kesimler için deniz turizminin her yıl gerçekleştirilen bir rutin haline gelmesi ve bu kesimlerin ‘farklılığı keşfetmek’ adına yeni arayışlar içine girmeleri etnoturizmi hızlandırmıştır.”(1)
Geçmişin apolitik bir bilinçsizlik içerisinde sermaye tarafından nasıl pazarlaştırıldığını ve nihayetinde nasıl bir simülasyon gibi müşterilere Ege ile özdeş kılınan Yunan kültürü ikram edildiğini Umut Sarıkaya, ‘Yorgo Babanın Yeri’ çiziminde harika bir şekilde karikatürize ediyor:
Ancak 'mübadele kokteyli'nde artık daha da başka bir arsızlık seviyesi ile karşı karşıyayız. Rast Urla’nın sahipleri ‘Yorgo Babanın Yeri’ndeki gibi dolaylı değil, doğrudan acıları metalaştırıyor. Akıl tutulması da burada başlıyor. Çünkü kelimenin tam anlamıyla insanların acıları üzerinden kâr elde ediliyor. Bilinçsizlik ve yabancılaşma öyle seviyelere geliyor ki ‘mübadele’ kelimesi, bir içkinin içine sakız likörü koyulunca akıllara gelebiliyor.
Turizm gerçekten de otantik olanı arama arzusudur. Her şeyin tüketilebilir oluşu turizm endüstrisi için bu arzu üzerinde tepinme fırsatı doğuruyor. Hal böyle olunca sermayenin dizginlenemez doğasını çekirdeğinde taşıyan turizm endüstrisi için, en çıplak haldeki acılar bile kelimenin tam anlamıyla masalara meze olabiliyor.
Bu noktada şöyle düşünebilirsiniz “Karşı kıyıda yaşanan acıların üzerinden bir süre geçti. Üstelik biz de orada yaşamıyoruz. Dolayısıyla acılarla hemhal olmak mümkün değil”. Böyle düşünürsek, mekan sahiplerinin mübadele kelime anlamını bilmediklerini varsaymak gerekecek. Öte yandan yüz yıl, üç-dört jenerasyona sığacak kadar kısa bir zaman dilimidir, dolayısıyla ‘zaman aşımı’ da pek geçerli bir sebep değildir. Ancak yine de bunları bir kenara bırakalım. 'Mübadele kokteyli'ni aklamak için herhangi bir gerekçe bulunamayacağını daha yakından bir örnek ile açıklayalım: Rast Urla ya da benzeri mekanların menüsünü hazırlayan bu insanlar öylesine dar bir fanus içerisinde yaşıyor ki ‘mübadele’ ismini bir kokteyle vermenin sadece Urla’dan gidenler için değil gelenler için de aşağılayıcı olabileceğini akıllarına getiremiyorlar! Bir saniyeliğine düşünün, aileniz Girit’ten, Kavala’dan, Rodos’tan, Yanya’dan ya da Selanik’ten mübadele ile yerini yurdunu bırakıp zorla buralara gelmiş. Hemen hemen hepsi ya yolda, ya geldiklerinde çeşitli zorluklarla karşılaşmış. Giden de gelen de yeni ‘memleketlerinde’ hor görülmüş, türküler yakmış. Kolay mı nesillerdir yaşadığın memleketi geri dönmemek üzere bir anda kaybetmek? Öyle görünüyor ki mekan sahiplerinin bakış açısına göre bu yolculuk ‘harika anıların biriktirildiği bir road-trip’…
YENİDEN KURULAN ŞEHİR
Gelelim ‘mübadele kokteyli’ satan mekanın geçmişine. İskele’nin kalbinde yer alan ve Batis’in Kahvesi olarak bilinen bu yapı, kıraathane işlevini yitirdikten sonra harabeye döndü ve etrafı çitlerle kapatıldı. Kısa bir süre önce -yanlış hatırlamıyorsam 10-15 yıl kadar önce- restore edildi. Tahta tabureli bu mekanın dış cephesi yenilense de, bambaşka bir yüz ile geri döndü. Bir tarafında suşici (evet, yanlış duymadınız) diğer tarafına ise söz konusu mekan açıldı. Binanın üst katı ise geceliği 4 bin 5 yüz liradan başlayan odaların bulunduğu bir konaklama işletmesine ayrıldı.
Bugün sadece belli bir sosyal sınıfın kullanabildiği bu yapıyı özel kılan bir diğer şeyse eski günlerinde çekilmiş fotoğraflarda karşımıza çıkıyor. Urlalı şair/yazar Yorgo Seferis, henüz çocukken kardeşleriyle birlikte kahvenin sütunları altında hoş bir fotoğraf çektirir. Fotoğrafın çekildiği tarihten birkaç yıl sonra ise sırtını Batis’in kahvesine dayayarak fotoğrafı çekilen çocuklar, İskele’yi kendi iradelerinin dışında yaşanan gelişmeler sonucunda terk ederler.
Yıllar sonra memleketini ziyaret ettiğinde ise Seferis şöyle yazar: “Nasıl ki / kalkar, doğup büyüdüğün şehre / gidersin bir gece / ve bakarsın temelinden yıkılıp yeniden kurulmuş o şehir. / Ve yakalamaya çalışırsın geçen yılları / yeniden bulmanın umudu içinde.”(2)
İşte şimdi, yıkılıp yeniden kurulmuş o şehirde, aynı sütunun altında ‘mübadele kokteyli’ yudumlanıyor.
Anlayacağınız mübadele kokteylini gördüğünüzde tüylerinizin diken diken olması için ille de ailenizin mübadil olması gerekmiyor, asgari bir kelime bilgisi ve vicdan zerresi yeterli olacaktır.
(1) Rum Olmak, Rum Kalmak (İstos)
(2) Yorgo Seferis, Bir Şairin Günlüğü (Can Yayınları)
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
Lübnanlı komünist tutsak Abdallah: Geri çekilmek rezilliktir 30 Ekim 2024
İsrail işgalinin cephe gerisi: Lübnan’da iç çatışma ihtimali 23 Ekim 2024
Bayraklı bir ucuz emek hikayesi: Bantustan 19 Ekim 2024
‘Lübnanlılar Hizbullah’ı İsrail’e karşı savunma gücü olarak görüyor' 16 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI