YAZARLAR

‘Bir gece ansızın gelebilirim’

Şarkılarımızın anlamlarını çalıp onu savaş tamtamlarına dönüştürmeye çalışanlara karşı da biz dinleyiciler büyük bir sorumluluk taşıyoruz. Şarkılarımızı daha çok ve birlikte söylemenin anlamı her zamankinden büyük. Müziği, kültürel direnişimizin, kardeşliğin ve barışın yolu haline getirirsek, “Belki de hayata yeni başlarız”. Bilmiyorum fazla mı iyimserim…

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın “Bu kadar yürekten çağırma beni / Bir gece ansızın gelebilirim” diye başlayan Rüştü Şardağ’ın bestelediği o meşhur şarkıyı neredeyse hepimiz Ertem Eğilmez imzalı ‘Mavi Boncuk’ filminden hatırlarız. Nostaljinin dehlizlerinde, her şeyin daha güzel olduğunu sandığımız, öyle olduğuna inanmak istediğimiz bir geçmişin gerçeküstü saflığında bu şarkı, Yeşilçam’ın en sevdiğimiz oyuncularını, Emel Sayın’ın duru güzelliğini, dostluğu, mütevazılığı, yoldaşlığı, o yıkık dökük meyhanenin –hiç gitmemiş olsak da- özlediğimiz havasını hatırlatır bize.

Müzik kadar güzel, yüce, sonsuz bir şeyi, hayaller kadar güzel, yüce, sonsuz bir dünyayla bağdaştırmak kadar doğal bir his olamaz tabii. Müziğin güzellikle, iyilikle, barışla, kardeşlikle, özgürlükle ilişkisinin tarihsel bağlamı düşünüldüğünde bu hayal biraz daha ete kemiğe bürünür. Dünyanın daha güzel bir yer olabileceğine inanır, daha güzel bir dünyada daha çok şarkı söyleneceğine adımız gibi güveniriz.

Oysa şimdi ya müziğin “şeytan” olduğuna dair saçma sapan fetvaları duyuyoruz her gün, yahut da yukarıda hatırladığımız o güzel şarkının savaş tehditlerine alet edildiğini. Müziğin gerçekten şeytanlaştırılmaya çalışıldığına tanık oluyoruz. 

Burada anmadan geçmeyelim çünkü aslında epeyce güncel bir şiiri anımsadım: 18-19. yüzyıllar arasında Anadolu’yu gezen Âşık Dertli, “Venedik’ten gelir teli / Ardıç ağacından kolu / Be Allah’ın sersem kulu / Şeytan bunun neresinde?” diye soruyordu sazında şeytan arayanlara. Dertli, ruhsal yolculuğuna sazı, sözü yaren etmiş bin yıllık bir geleneğin temsilcisiydi. Anadolu’nun her köşesinde arsız güller gibi birbiri ardına açan âşıklardan biriydi. Dinleyenin gönül teline dokunan, asılar boyunca unutulmayan, aşka, sevgiye, isyana eşlik edip mutlu mutsuz anlara tercüman olan türküleri yakanlardandı. Karşısında ise sarığından aldığını sandığı cüretle kendi karanlık sözü dışındaki sözleri kesmeye, dilleri susturmaya çalışanlar; Seyid Nesimî’yi hunharca öldürenler, Pir Sultan’ı idam edenler, Hallâc-ı Mansur’u yakanlar vardı.

SAVAŞ VE ÖLÜM MÜZİĞE YAKIŞMAZ

Müzik gibi güçlü bir olgunun, insanların duygularına gerçek zamanlı olarak bu kadar net etki edebilen bir sanatın yine aynı insanların duygularını köreltmek isteyenler tarafından yasaklanmaya çalışılması ile kitlelerin savaş gibi bir kâbusa ikna edilmek için kullanılmaya çabalanması aynı aynanın farklı yüzleri. Toplumsal histerilerin ayyuka çıktığı dönemlerde müzik her zaman önlerde işe koşuldu iktidarlar tarafından, propaganda makinesinin belki de en güçlü aracı oldu. Marşlar, politik şarkılar, lider methiyeleri, savaş şarkıları gibi müziğin organik varoluşuna aykırı, hiçbir zaman halk türküleri, şarkıları olamamış sayısız eser üretildi. Halkın savaşlara dair dile döktüğü yine sayısız şarkıda ise zafer ve kahramanlıktan çok acı ve ayrılık teması işlendi. Anadolu’da yakılmış ‘Hey On Beşli’, ‘Yemen Türküsü’ gibi bugün de herkesin dilinde olan belki binlerce türkü resmi tarihin illüzyonlarının dışında bir hikâye anlatır. 

Hiçbir şeyin temiz kalmadığı, hegemonya mücadelelerinden sıyrılamadığı bu dünyada şarkılarımızın iktidar propagandasına alet edilmesinden kurtulamadık. “Bir gece ansızın gelebilirim / Beni bekliyorsan, uyumamışsan / Sevinçten kapında ölebilirim” gibi aşkın en yüksek, en coşkun halini anlatan o güzel şarkının bir ülkeye, bir topluma saldırının müstehzi tehdidi haline getirilmesi bana 67 yıl önce yaşanan, bugün o karanlık yıldönümünde hatırladığımız 6-7 Eylül pogromunu hatırlatıyor. Devletin organizasyonuyla, yaratılan sahte haberlerle, işe koşulmuş on binlerce mendeburun mobilizasyonuyla sahneye konan pogrom, bu hazırlıktan habersiz olanlar için ansızın başlamıştı. İstanbul’un Rumları, derken Ermenileri ve Yahudileri, nice zamandır sürdürülen politikaların bir sokak eylemine döküldüğü o iki gün içerisinde mallarını, canlarını, en önemlisi kadim şehirlerini kaybetti.

O korkunç günlere, gecelere devlet radyosunda yine sözde kahramanlık türküleri, marşlar eşlik etti. Devlet, kimi aktörleri aracılığıyla bu denli acı bir tecrübeyi “dozu kaçırılmış” bir korkutma eylemi olarak kabul etti, pişkince sahiplendi. Pogromun aktörleri terfi etti, yükseldi, kahraman sayıldı. Hepsi hesap vermeden çekti gitti.

Oysa müziğin gerçek anlamının hâkim olabildiği bir ülkeyi, bir şehri ütopyaya çevirebilir insan. Sirtakinin halaya karıştığı bir hayalde “Bir gece ansızın gelebilirim” sözünü duyan Yorgo, Mualla’nın hayaliyle gözleri kapıda sabaha kadar beklerdi. Oysa şimdi o güzelim şarkıyı duyduğunda tüyleri diken diken olan ne çok insan var.

ŞARKILARIMIZA SAHİP ÇIKMAK…

Sözcüklerin olduğu gibi şarkıların anlamlarını da insan bulur, insan verir. Bu anlamların paylaşıldığı yerler olan konserlerin, festivallerin yasaklandığı Türkiye’de şarkılara daha çok iş düşüyor. Yine aynı Türkiye’de, şarkılarımızın anlamlarını çalıp onu savaş tamtamlarına dönüştürmeye çalışanlara karşı da biz dinleyiciler büyük bir sorumluluk taşıyoruz. Şarkılarımızı daha çok ve birlikte söylemenin anlamı her zamankinden büyük. Konserlerde, kamusal mekânlarda, birbirimizi bulduğumuz her yerde, belki Beyoğlu’nun 6-7 Eylül’de yağma edilmiş, şimdi ruhunu kaybetmiş bir sokağında bağıra çağıra aşkımızdan yerimizde duramadığımızı yine aynı şarkıyla dile getirmemizin anlamı da…

Müziği, kültürel direnişimizin, kardeşliğin ve barışın yolu haline getirirsek, “Belki de hayata yeni başlarız”. Bilmiyorum fazla mı iyimserim…


Mahmut Çınar Kimdir?

Felsefe eğitimini son sınıfta bırakıp gazetecilik okudu. 2007-2016 yılları arasında İstanbul'da özel bir üniversitede Gazetecilik ve Yeni Medya bölümlerinde tam zamanlı öğretim elemanı olarak birçok alanda dersler verdi. 2009'dan başlayarak hem Türkiye'de hem de farklı uluslararası projelerde ayrımcılık ve nefret söylemi ile mücadele çalışmalarında yoğun olarak görev aldı. Hazırladığı 'Medya ve Nefret Söylemi: Kavramlar, Mecralar, Tartışmalar' isimli kitap 2013 yılında Hrant Dink Vakfı tarafından; proje koordinatörü olduğu 'Ayrımcı Dile Karşı Habercilik Kılavuzu' ise 2016'da P24 tarafından yayımlandı. 2016'da akademik kariyeri sona erdi. 2018’de, usta sanatçı Bülent Ortaçgil ile yaptığı nehir söyleşi ‘Bu Su Hiç Durmaz’ adıyla kitap olarak raflardaki yerini aldı. Uluslararası edebiyat ve sanat festivallerinde danışman ve editör olarak görevler üstlendi. 2017'de profesyonel müzik çalışmalarına başladı, ilk albümü 'Bul Beni' 2019'da Garaj Müzik etiketiyle yayınlandı. 2019'dan 2021 sonuna kadar Ezginin Günlüğü grubunun solistliğini üstlenen Çınar, müzik çalışmalarına solo olarak devam ediyor ve özellikle sanatsal ifade özgürlüğü üzerine çeşitli kültür-sanat projeleri yürütüyor.