Bir gün elbette Gülşen’i seveceksiniz
Azıcık adalet duygusu yeter de artar, bu kötülükler diyarında bu kadar cesur, müdanasız bir kadının yanında olmak için. Şu ana kadar Gülşen’i sevmek ya da beğenmek benim için denklemde değildi. Ama şimdi, bugün düşündüm ve hissettim. Seviyorum da. Gülşen’le gurur duyuyorum.
Sahne kostümleri bahanesiyle aylardır farklı kesimlerin nefret söylemine konu edilen Gülşen bugün tutuklandı. “Gülşen tutuklandı!” Üç kez üst üste söylenince bile hâlâ absürt ama bir yandan da ne kadar inandırıcı geliyor kulağa…
Maalesef şaşırmadım. Gülşen hakkında yazdığım bu kaçıncı yazı bilmiyorum. Şaşkınlık değil üzüntüyle karışık öfke tarif edebilir bu konuya dair duygumu. Aylardır ilmek ilmek örülene, bangır bangır gelene karşı pek bir şey yapılmadığı, daha kötüsü en umulmadık yerlerden bile yangına odun taşındığı için… İster daha ne kadar batacağı ve bizi nerelere kadar sürükleyeceği meçhul geminin son çırpınışları, gündem değiştirme çabaları olsun sebep, isterse günden güne daha da karartılan gündemin ta kendisi bu olsun. Ne fark eder? Esas mesele bunun olması, olabilmesi. Bir kadın sanatçının aylar önce bir konserde ettiği bir söz nedeniyle, suç olmayan bir suçtan ötürü tutuklanabilmesi.
Gülşen aylardır tek başına, taviz vermeden, olduğu, inandığı gibi duruşuyla muhalefetin tamamından daha fazla ses getirebilmişken, ana muhalefetin bu duruma karşı dişe dokunur bir (1) cümle bile kuramamış olması… “Maksadını aştı”lar, “İmam Hatipleri biz kurduk”lar gırla giderken ne kendi seçmeninin gurur duyabileceği ne de kalanının “kanacağı”, ortadan, bir şey ifade etmeyen sözlerden ibaret muhalefet… Gülşen’e erkek aklı, söylemiyle yaklaşan kadınlar… Onu kocasına şikayet edenler, dekoltesine hiza çizenler, bu kadar fobik bir ülkede bundan nemalanmak mümkünmüş gibi zaten çok ünlü bir sanatçının sahnede LGBTİQ+ bayrağı açmasını “şov” gibi gösterenler… Bugüne kadar “ama o da…”lardan sevimsiz yargı bildirmelere uzanan bir çizgide Gülşen’e bilenmek dışında pek bir şey yapmayan, neden, nereden bilinmez Demet Akalınlarla, Seren Serengillerle aynı cümleyi kurmaktan bile imtina etmeyen bazı muhalif meslektaşları… Ortada bir nefret söylemi varsa bunda sayısız parmak var, maalesef. İnsan düşündükçe ister istemez hem üzülüyor hem de öfkeleniyor.
Yine de gün öyle bir gün ki, şu an, şimdi bile herkes silkelenip kendine gelse, sapı samandan, temel hak ve özgürlükleri kişisel savaşlar, tercihler ve duygulardan ayırt edebilse, belki bir şeyler düzelir. Bir umut! Çünkü kendimizden saymadıklarımıza, aynı mahallede görmediklerimize, şu veya bu nedenle küçümsediklerimize, en cılız en insani itirazı bile bin “ama” sosuna bulayarak sunduklarımıza dair bu bakış açısı değişmezse, bu karanlığın herkesi yutması daha hızlı ve daha kolay olacak. O nedenle değişmeye, şapkayı öne koyup düşünmeye dair bir umut varsa, gün bugündür. En azından bundan daha “geç” olamaz gibi görünüyor.
Aylar önce bir konserde söylediği, İmam Hatip liselilere yönelik sözler gerekçe gösterilerek soruşturma başlatılan Gülşen, savcılık işlemlerinin ardından sevk edildiği nöbetçi İstanbul Sulh Ceza Hakimliği’nce, “halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik” suçundan tutuklandı. Neydi bu sözler? “İmam Hatip’te okumuş daha önce kendisi, sapıklığı oradan geliyor.” Bir konserde, ekip arası bir şakalaşma, en kötü ihtimalle anlık, ofansif bir şaka. Ki Gülşen ifadesinde öyle bir amaç gütmediğini, lakabı “İmam” olan arkadaşına takıldığını söylüyor. Velev ki o an İmam Hatipliler için söyledi, yani söylediği şeyi gerçekten kast etti. Bugün sosyal medyada defalarca belirtildiği gibi başka herhangi bir liseye, sözgelimi Galatasaray’a ya da Şebinkarahisar Lisesi’ne, Ankara Fen Lisesi’ne laf atmış olsa, bu da suç sayılır mıydı?
Ya da birilerine sapık demek suçsa muktedir diliyle yıllardır sapık/sapkın diye yaftalanan LGBTIQ+lar için de işliyor mu aynı hukuk? Gezicilere, kadınlara yönelik nefret söylemleri, hakaretler için? Sözgelimi herhangi bir kadına “sürtük, sapık, sapkın, paçoz, yollu” vb. hakaretlerden birini etmek, hiç bu suçun kapsamına alınmış mı? Kadın cinayetlerinden sonra, katledilen kadınlar için bile çarşaf çarşaf hakaretler dolanıyor ortalıkta. Bir kadına giydikleri, hayat tarzı ya da söyledikleri, düşünceleri nedeniyle sosyal medyada, sözlüklerde, yazılarda, hiçbir yerde hakaret etmek suç değil. Kadınları hayatın her alanında değersizleştirip şiddete hedef gösteren hakaretler, adaletin kapsama alanının en dışında. Ama bir konserde İmam Hatiplilere yönelik bir cümle tutuklanma sebebi. Çünkü yasalar adaletin değil erkin lehine işletiliyor, çünkü sadece bazılarının hassasiyeti hassasiyetten sayılıyor. Çünkü kadın ya da LGBTIQ+ düşmanlığı bu ülkede suç değil, her koldan beslenen bir şey. Kadın katillerinin iyi hal indirimleriyle kuş gibi cezalar alabildiği ülkede, kadına hakaret mi cezalandırılacak? Gezi davasında tutuklananlardan akademisyenlere, hapisteki gazetecilerden yıllardır bekletilen kayıp dosyalarına kadar tutuklu, tutuksuz onlarca örneği var bu adil olmayan adaletin. İnsan sayarken yorgun düşüyor. Hep siyasal İslam lehine işletilen müzmin mağduriyet söyleminden de, bu haksızlıklar antolojisinden de bıktık, usandık artık.
Gülşen, açılan soruşturma üzerine sosyal medya hesaplarından gayet de düzgün bir açıklama yaptı. “Başka bir dil bulmalıydım, bulacağım” dedi ki bu olgunluğu, bilgeliği gösterebilecek yirmi isim sayamazsınız günümüz siyaset sahnesinde. Hoş, ülkede ifade özgürlüğü diye bir şey olsaydı kendini böyle bir açıklama yapmaya da mecbur hissetmemesi gerekiyordu zaten baştan. O nedenle, birileri yaptıkları hiçbir şeyin hesabını vermezken, dilenmeme şansı hiç olmayan bir özür insanın canını sıkıyor. Ama olabileceği kadar iyiydi. Hâlâ dik ve ödünsüzdü. Muhalefetin buna karşılık yapacağı bu özrün gerekçelerini ortadan kaldırmak olmalıyken, “maksadını aştı” söylemleri gırla gitti.
Gülşen’e desteğini aylardır belirtenlerden biriyim ki sayımız hiç de az değil. Bu zaman boyunca Gülşen’i sevip sevmediğimi hiç düşünmedim bile. Çünkü, ne ilgisi var ki? Sadece yediği içtiği, hayat tarzı bize çok benzeyen kadınların mı hakkını gözeteceğiz? Sadece sevdiklerimizin, çok beğendiklerimizin, kanka olabileceklerimizin hakkını mı savunacağız? Yaptığı müzik türünün konuyla zaten ne ilgisi var? Hatta sevginin kendisinin? Azıcık adalet duygusu yeter de artar, bu kötülükler diyarında bu kadar cesur, müdanasız bir kadının yanında olmak için. Şu ana kadar Gülşen’i sevmek ya da beğenmek benim için denklemde değildi. Ama şimdi, bugün düşündüm ve hissettim. Seviyorum da. Gülşen’le gurur duyuyorum. Sevilmedikçe, hedef gösterildikçe artan, bugün doruk noktasına ulaşan bir sevgi ve gurur bu.
Gülşen’in bu kadar çok seveninin yanında, bu kadar çok sevmeyeni niye var? Hadi muhafazakarlar için bunun nedeni çok açık, muhalif kesimin oklarını neden bu kadar çok üstüne çekti? Muktedirin gözüne gözüne soktuğu, aslında giderek gerçekten politikleşen çıplaklığı mesela? Galiba bu kadar çok kişiyi bu kadar rahatsız eden şey, bu kaskatı dünyamızda 40 küsur yaşında bir kadının salt bedensel güzelliğini değil, fakat aldırmaz neşesini de tamamen koruyabilmesiydi. Gülşen’in gözlerinde, sözlerinde, gülüşünde olmayan güceniklik, korku, bunca kabarmış ve kararmış kalbe çok battı. Çok ünlü olması ayrı, ünü sayesinde değil ününe rağmen LGBTİQ+ bayrağını taşıyabilmesi muktediri ürkütürken bir kısım muhalife de cesaretiyle battı. Ne de olsa sık rastlanan türden bir cesaret değil bu da. Makbul bir kadın olmadığı, anne ve eş olduğu halde tıpkı yaşı gibi kendine çizilen hiçbir hizaya uymadığı için çok kişiyi rahatsız etti. Bilgeliği basitlik, içtenliği yaranma çabası gibi göründü. Nereden bakarsan bak, neşesi, cesareti, hiç kırılmamış kanatları nedeniyle Gülşen, bu her türlü güzelliğe düşman ülkede bugün, kafese kapatıldı. Ama orada kalmayacak ve asla yalnız olmayacak. Sevmeden de yanında olunabilir ama (Arkadaş Zekai Özger’in müthiş şiirine atıfla) bir gün elbette Gülşen’i seveceksiniz. O gün dünya daha güzel bir yer olacak.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI