Bir heyula ile tanışmak
Fanon düşüncesini yaygınlaştıran ve heyulayı dolaştıran şey, iktidarların şiddeti karşısında payına düşeni alan fuzuli insanlık oluyor. Dolayısıyla Fanon’un siyahlar ve sömürge için ifade ettiği diyalektik, genişleyerek her birimizi içerisine alıyor.
Hasan Kılıç
Kapitalist modern ulus-devletler çağının kurucu fay hattı “biz-onlar” arasında kurulan dikotomik ilişkidir. Bu ilişki, siyaset yapma biçimlerinden gündelik yaşam pratiklerimize kadar birçok düşünsel ve davranışsal fonksiyonumuzu etkiliyor ve hatta belirleyebiliyor.
“Biz-onlar” kategorisinin belirginleştiği ve çetin hale geldiği tarihsel dönemeçteyiz. Kiminin otoriter popülizm, kiminin ara buzul çağ, kiminin ise faşizm dediği bu momentte Fanon heyulası tarihte eşine az rastlanır şekilde üzerimizde dolaşıyor.
Kaygı, korku, güvensizlik duyguları derinleşerek eşitsiz iktisadi, sosyal ve siyasal düzlemlerle örtüştüğünde “nefes alamıyoruz” diyenler çoğalıyor. Bir çağ yangınında yaşayan nefessizler için Fanon, hayata geri dönme umudu haline gelebiliyor. Haliyle Fanon’un kurduğu nefessizlik-isyan diyalektiği işler oluyor: “Artık nefes alamadığımız için de isyan ediyoruz.”(1)
Öyleyse Fanon’u dünyanın her bir tarafında güncel müdahalenin öznesi kılan ve nefessizlerin isyanını var eden hakikat nedir? Kolonyal çalışmaları ile bildiğimiz Achille Mbembe’nin tespitinden hareketle dünyanın siyahlaşmasının ipuçlarını ve dolayısıyla nefessizleşmenin yaygınlaşmasını anlayabiliriz. Mbembe, “Kapitalizmin ilk zamanlarında yalnızca zenci kölelerin maruz kaldığı sistemik tehlikeler, artık bütün alt insanlıklar için norm haline gelmemişse bile, hepsinin payına düşeni oluşturuyor. Zenci olma koşulunun bu evrenselleşme eğilimi, yepyeni emperyal pratiklerin ortaya çıkmasıyla at başı gidiyor”(2) diyor. Fanon düşüncesini yaygınlaştıran ve heyulayı dolaştıran şey, iktidarların şiddeti karşısında payına düşeni alan fuzuli insanlık oluyor. Dolayısıyla Fanon’un siyahlar ve sömürge için ifade ettiği diyalektik, genişleyerek her birimizi içerisine alıyor.
Yükselen neo-faşist yönetimlerin baskı altına aldığı çoğunluklar, teknolojik denetleme mekanizmaları ile her an gözetlenen insanlar, algoritmik yönetimsellik ile beğenme-tercih etme hakkı dahi elinden alınan bizler, bölgesel eşitsizlikler yüzünden eksi birinci kattan hayat zeminine çıkmaya çabalayanlar, entegre üretim tesislerinde kamp yaşamı ve sömürünün en pervasız biçimi ile karşı karşıya kalanlar, erkek şiddeti ve katliamlarıyla karşı karşıya kalan kadınlar, geleceksizlik yetmezmiş gibi gününü dahi bin bir kaygı ile geçiren gençler… Bu listeyi hem uzatabilir hem de yer kürenin her bir köşesinde benzer tabloları görebiliriz. Nihayetinde Fanon’un siyahlar için söylediği şeyler, bir potansiyel olarak dünya nüfusunun tümü için geçerli duruma geliyor. Mbembe de tam bu noktada ahvalimizi resmediyor.
Artık koloni, anayurt-sömürge arasındaki farkın anlamlı kıldığı bir kelime olmaktan çıkıyor. Yer kürenin her bir karışı, toplumlar ve insanların her bir anı, yaşayanların zihni, ölülerin mezarları dahi koloninin alanı haline geliyor.
ALACAKARANLIKTA BİR HEYULA
Nereden bakılsa umudun tükendiği, hayallerin imkansızlaştığı, tünelin sonundaki ışığın tahayyül dahi edilemediği bir zamana tanıklık ediyoruz.
Fanon, bu alacakaranlıkta bir heyuladır. Beliriyor karanlığın sonunda, ışığın kendisi oluyor. Yeniden düşünmeye ve daha da önemlisi yeniden eylemeye çağırıyor.
Bu çağrıya Fanon’un yaşamının üzerinden yarım yüz yılı aşkın süre geçmişken nasıl cevap vereceğiz? Bu yazının esas meramı Fanon’u referans alarak reel politiği yeniden okumak ve özgürleştirici fikir üzerinde düşünmektir. Alacakaranlıkta beliren heyulayı, alacakaranlığın deneyimi ile ele almak, değerlendirmektir.
Fanon’un özgün kılan düşünce sistematiğinin değeri, Hegel ile Marx arasında salınması ve teori ile pratik arasındaki çelişkilere devrimci yanıtlar üretebilmesiydi. Fenomenolojik bakış açısıyla teoriyi yaşamsal kılmak değil, yaşamı teori ile birlikte düşünerek özgün bir yöntem ve içeriği açığa çıkarmaktı. Bu yüzden ben ile o arasındaki mesafe, yaşam ile ölüm arasındaki mesafe ile örtüşebiliyordu. Bu örtüşmeye dair yeni bir kategori yaşam savunusu ve yeni bir insan yaratımı üzerinden inşa ediliyordu. Fanon, içsel olan ile dışsal olan arasında katı bir belirlenimcilik kurmuyor, ilişkisel bir hakikati ortaya seriyordu.
Bu hakikati tekrar keşfetmek üzere içsel komplekslerimiz ve dışsal korku-kaygı kaynaklarımız arasında yeniden bağlar kurmaya ihtiyaç var. Kimliklerimizin yarattığı içsel kompleksler ile kendimize dahi yabancılaşmamızdan ve dış dünya ile kurduğumuz zihni mahpusluğumuz olan biz-onlar dikotomisinden kurtulabileceğimiz özgürleştirici fikirler gerekiyor. Çünkü her birimiz kapitalizm karşısında fuzuli insanlık topluluğuna ya dahil olduk ya da olmak üzereyiz.
EVRENSEL BİR YENİDEN İNŞA İÇİN FANON'LA TANIŞMAK
Fuzuli insanlığın kurtuluşu, reel politiği güncel müdahalelere açık şekilde düşünmektir. Bunu gerçekleştirmenin yolu ise Fanon’a bakarken arzu edileni gösteren lensler takmak değil, hakikati bütüncül şekilde ele almaktır. Çünkü bugün Fanon belki de tarihte hiç olmadığı kadar bütüncül ve radikal bir okumaya reel politik açıdan hazır durumda. Dahası, böylesi bir okuma, hayati gereklilik olarak önümüzde duruyor. Çünkü sadece siyahların değil siyahlaşan yüzde 99’un potansiyel tehditlerle karşı karşıya olduğu, sadece bedensel emeğin değil canlının bütünüyle sömürüldüğü, sadece zamanın değil mekânın da sömürüldüğü reel politik içerisindeyiz. Nefes alamadığımız alanın boyutu korkunç büyüyor. Öte yandan kaderlerimiz birleşiyor. Bu sebeple tek boyutlu, tek odaklı ve/veya tek özneli bir okumadan çok, çerçevesi geniş tutulan, bütüncül bir okuma şart.
Türkiye’deki Frantz Fanon külliyatında Azzedine Haddour’un hazırladığı ve Utku Özmakas çevirisi ile Dipnot Yayınları'ndan yayınlanan 'Fanon Kitabı'(3) böylesi bütüncül ve geniş çerçevede düşünmenin imkanlarını ve anahtarlarını sunuyor. Fanon’un seçme yazılarından oluşan bu esere yazdığı önsözde Haddour’un “Küreselleşmenin arkasında sinsice bekleyen bu baskı çağında Fanon’a dönmemek mümkün değil” ifadeleri Fanon’a günümüzde ne denli ihtiyacımız olduğunu ve günümüzü okumak için dahi Fanon’un ne kadar gerekli olduğunu çarpıcı şekilde tespit ediyor. Haddour’un derlemesi Fanon’u sadece küreselleşme ile anlamanın anahtarlarını değil, aynı zamanda yaşamlarımızın kılcal damarlarına sızarak yeni vaziyet(ler)imizi mikro halleri ile anlamamızı sağlıyor.
Bu kapsamda, A.Haddour’un Fanon derlemesi çoğunluğun siyahlaştığı ya da siyahlaşma sınırında olduğu günümüzde siyah ile beyaz, kadın ile erkek arasındaki ilişkileri yeniden okumanın, kültür ve dil üzerine yeniden düşünmenin ve tüm bu ilişkileri -esasında yaşamı- yeniden tanımlamanın izleğini sunuyor. Bir anlamda Fanon’u heyula olmaktan çıkararak yeniden tanışma fırsatını sunuyor ve -tekrar- güncele müdahale eden bir düşünce ve eylem insanı haline getiriyor.
EVRENSEL BİR YENİDEN İNŞA
Nihayetinde, fuzuli insanlığı tarihteki yerine sabitlemek ve geride bırakmak ancak özgürleştirici fikirler üretmekle mümkün olacak.
Bugün özgürleştirici fikir için Fanon’a başvurmak tarihte hiç olmadığı kadar uygun ekonomi politik zemine sahip. Bu politik zemin, yaşamlarımızdan başlayarak yer küreye uzanan her bir parçayı ve bütünleri radikal demokratik şekilde yeniden örgütlemeyi mümkün kılıyor.
Fanon’un “topyekûn alt üst oluş ve evrensel bir yeniden inşa…” diyerek işaret ettiği ve ancak fuzuli insanların mümkün kılabileceği kurucu fikirleri var etme ve radikal demokratik anları yaratması özgürleşme sürecinin en halis yönüne işaret edebilir. Nitekim Fanon bize izleri on yıllar öncesinden şöyle diyerek veriyor: “Avrupa için, kendimiz için ve insanlık için, yoldaşlar, yeni bir başlangıç yapmalı, yeni bir düşünce tarzı geliştirmeli ve yeni bir insan yaratmaya çalışmalıyız.”(4)
Dipnotlar:
- Akt. Peter Hudis, Fanon Barikatların Filozofu, Çev. İbrahim Yıldız, Ankara: Dipnot Yayınları, 2020, ss.9.
- Achille Mbembe, Zenci Aklın Eleştirisi, Çev. Özge Arasan Simon, Volkan Çandar, İstanbul, İletişim Yayınları, 2020, ss 15-16.
- Fanon Kitabı, Haz. Azzedine Haddour, Çev. Utku Özmakas, Ankara: Dipnot Yayınları, 2017, ss. 36.
- Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri, Çev. Şen Süer, İstanbul: Versus, 2007, ss.307-308.