Bir hiçliğin romanı: Beat Pazarı

Yeşim Rüzgâr'ın 'Beat Pazarı' adlı romanı Öteki Yayınevi tarafından yayınlandı.

Google Haberlere Abone ol

Recep Nas

Yeşim Rüzgâr'ın 'Beat Pazarı' adlı ilk romanı, Öteki Yayınevi tarafından yayımlandı. Rüzgâr romanında, Beat Kuşağı romancılarının Amerikan toplumunun konformist yaşam anlayışına bir itiraz olarak ortaya koydukları sanat olayını, 'beat' sözcüğüyle değişmeceli ve ironik bir biçemde başlığa çıkartarak toplumsal çürümüşlüğü ucuzlamış ilişkiler, arızalı karakterler, pazarın alınıp satılan metasına dönüştürülmüş bireyler bağlamında ele alıyor.

Roman, yirmi yedi bölümden oluşuyor. 'Ressam' başlığı verilen ilk bölümde yazar, şiir sanatının verilerini kullanarak şiirsel bir tablo koyuyor okurun önüne. Roman kahramanının minimal bir yaşam özlemini harfler, sözcükler, tümceler bağlamında dillendirme araçları; kalem, kâğıt ve sol eldir. Sol el vurgusu, hayata soldan bakan, yoksunluk ve yoksulluğu bile isteye yaşamının merkezine oturtan roman kahramanının kendince geliştirdiği ütopik dünyada sadece bir vurgu olarak kalıyor. Bu ütopik dünyanın yerine koyduğu şey, bohem bir yaşam özlemi ve arayışıdır.

Yazar, birinci kişi anlatıcı tekniğini kullanarak yazdığı otobiyografi türünün özelliğini taşıyan romanında, Virginia Woolf ve Sylvia Plath gibi 20. yüzyılın, Jane Austin gibi 18. yüzyılın önemli kadın yazarlarına göndermede bulunuyor; söz konusu çağlara ait kadın savaşına kendi yaşam anlayışı bağlamında kısaca değiniyor. Onların mücadeleci geçmişlerinden uzanan elleriyle, boynuna tırnaklarını geçirip soluğu kesilinceye dek sıkarak (sf.10) verdikleri mücadeleye çağırmaları karşısında, roman kahramanının bu mücadeleyi göze alıp alamayacağını ilk sayfalarda kestirmek zor ancak onun yitik bir kadın olma rolünü ta baştan benimsediğini görebiliyoruz. Okur, karakterin bu mücadeleyi göze alamayışını temellendirmesini fazla beklemiyor. Kahramanımız daha ilk sayfalarda düşünü kurduğu dünyanın ipuçlarını veriyor bize... O, bir yer altı kaçağıdır, kanalizasyon borusunda pullu bir süs balığı (sf.20), bir dip dünyanın (sf.24) üyesidir. Büyüme korkusu içinde çocukluğun sıcak sığınağını özlemektedir. Salt çocukların yaşadığı, çocukların yönettiği bir öte dünya ülkesini düşlemektedir. Sahip olmak ya da olmamak ikileminde kalındığında sahip olmamayı seçen, kayıplarıyla övünen, hatta bu durumdan haz duyan (sf.12) insanların var olduğu bir ülkedir istediği onun.

Sürekli bir arayış içinde olan kahramanımız, cinsellikten uzak, çocuksu bir sevginin ardında koşmaktadır. Romanın önemli karakterlerinden Ressam’ı “Pembe Adam” olarak tanımlaması, düşlediği o sekssiz dünyada cinsiyetsiz varlıklarla birlikte kuracağı komün yaşama ait olma arayışının dışavurumudur. Bir yere ait olamama, aidiyetini benzerleri arasında arama çabası, hayalini kurduğu ya da enikonu tasarımını yaptığı düşsel ülkeye ulaşma savaşımıyla birlikte yoğun bir düşünsel sınavdan geçmektedir. Bu düşsel ülke, çocukluğudur. 'Yurtsuz' başlığı verilen bölümde, odada kimsenin olmadığı bir saatte yurda dönüp kendisini yavaşça ranzasına bırakarak cenin konumunda kıvrılıp yatması ve sol elinin başparmağını emmesi, onun dış dünyaya karşı taşıdığı güvensizliğin ya da yetersizliğinin dışavurumu gibidir. Güvensizlik problemi yaşıyor olmasının ipuçlarını cenin pozisyonunda yatmasına bağlayabileceğimiz gibi, en yakın arkadaşının adının Cenin olmasından da çıkarsayabiliriz. Samuel Beckett’in ünlü tiyatro yapıtı 'Godot’yu Beklerken'in ana izleklerinden birinin ‘ana rahmine dönüş arzusu’ olması gibi, roman boyunca okur buna benzer bir arzunun izlerini sürebilir romanda.

Caption

Romanın 'Eve Dönüş' başlıklı bölümünde kahramanımızın geçmişinde (çocukluğunda) temel duygusal yaşanmışlıklar açısından eksikli bir yaşantı geçirdiğinin ipuçlarına rastlıyoruz. Kahramanımızın, küçük krallığını (sf. 100) ilan eden, kendi koyduğu değiştirilemez yasalarla aile bireylerini yöneten bir babayla, gününün çoğunu mutfakta geçiren ilkokul mezunu bir annenin artık dayanamadığı bir evliliği sürdürmeye çalıştığı bir ailede, kavga gürültü içinde süren bir ilişkinin ortasında yetiştiğini anlıyoruz. Otuz yıllık bir karı koca ilişkisine, tam da kopma noktasına geldiği sırada tanık oluyoruz. Krallığını ilan edecek, yasalar koyacak ve üstelik bir de bu yasalara bütün aile bireylerini boyun eğdirecek baskın bir yapıda betimlenen babanın, karısının ayrılma kararını bağrış çağrış içinde duyurması ve saldırganlaşması karşısındaki tutumu, karakter yapılanmasına tam aksi yöndedir. Karısının evi, dolayısıyla onu terk etmemesi için pasif bir yapıda olduğunu duyuran bir yığın dil döker. Hatta ağlar. Oysa adamın bu tutumu, karşısında kadının sergilediği davranış biçimi, onun bir krallığın boyun eğdiren yasalarını hiçbir biçimde ciddiye almadığını sezdirmektedir. Bu ilişkinin geldiği aşamayı yorumlamak okura bırakılmıştır. Temel dinamikleri verilmeyen, otuz yıl süren sorunlu bir ilişkinin kopma aşamasına geldiği o patlama anıyla birdenbire karşılaşan okur için bu durum, romanın en sorunlu yönüdür. Yazarın, böylesi sorunlu bir ilişkiden çıkardıkları arasında belki de ilk başta gelen, aile içi şiddetin çocuğun cinselliğe yaklaşımında açtığı derin yaralar olduğunu okura aktarmaktır. Bunun yanı sıra yazar, güvensizlik ve aidiyet duygusunun doyurulmasının dış dünyada bir yerlerde aranması, bu uğurda verilen savaşın, yaşanan hayal kırıklıkları, ana rahmine dönüş özlemi vb. gibi pek çok olguyu kattığı anlatısında, romanın temel izlekleri olarak roman sanatının teknik verilerini kullanarak ve yer yer şiirselliğe dayandırarak aktarmayı başarıyor.

Kahramanımızın cinselliğe olumsuzlayarak bakması ve cinselliği hard porno bağlamında değerlendirmesi ayrıca incelenmesi gereken psişik bir soruna karşılık geliyor. 'Kulübe' başlığındaki sekizinci bölümde Pembe Etki ve Cenin’le birlikte ucuz, bayat bir viskiyi (sf.51) içerek özgürlüğü yudumladıkları Roma Parkı’ndan çıkıp kulübeye döndükleri gece, Pembe Etki’yle Cenin’in hard pornoyu andıran sevişmelerine tanık olması, onu tam bir hayal kırıklığına uğratır: “Cenin, tabularla örtülmüş bakir doğamı paramparça etti.” (sf.53) Cinsellik, tabu, bekâret… Yaşadığı düşünsel karmaşaya duygusal bir çıkışsızlık da ekleyerek söyleyelim: Çıkış, düşlediği bohem dünyadır. Onu hem Pembe Etki’yle hem de Cenin’le ortak bir dünyanın (komün yaşam) hayallerini kurmaya yönelten şey, onların da kendisi gibi bir gerçekliği yaşadıklarına dair varsayıma dayalı yanılsamasıdır.

Ruhun isterleriyle bedenin arzuları arasındaki gidiş gelişlerde arayışını sürdüren roman kahramanı, yabancılaşmanın etkisini öyle derinden duyuyor ki, yukarıda da değinilen bağlamla söylersek; Beckett’in Godot’sundaki karakter gibi, bir an önce ana rahmine dönme arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Pek çok diğer toplumsal çürümüşlüğün yanında cinsellikten mazoşistçe bir haz almanın peşinde koşanların da bu yabancılaşmadaki etkisini roman boyunca yaşayan ve okura geçiren karakterimiz, anlatısını çoğu yerde, “Erkekler etçildir” savsözüne dayandırıyor. Yalnız başınayken hayalinde kurguladığı o düş ülkesine yolculuklara çıkan kahramanımız, Cenin’le birlikteyken birden “ruhu çiçek çocuğu olmaya dayanılmaz bir istek duyan, protest şarkılar söyleyerek dünyayı değiştirebileceğine inanan” (sf.26) bir ‘tutunamayana’ dönüşmektedir.

“Yaşadığı hayatla, yaşamak istediği hayatın” (sf.134) arasına kurduğu salıncakta çocukluğunun düşleri ve bohem bir hayatın özlemiyle arayışını sürdüren kahramanımıza bizi, kâh hüzünlü bir acıma hissiyle, kâh duygudaşlıkla yaklaşmaya yönelten bir romanla karşı karşıyayız. 'Beat Pazarı', bir arayışın, bir arayıştan vazgeçmemenin, direnmenin romanı. Standart normlarla işleyen materyalist bir dünyanın ve giderek kapitalist sistemlerin ruhu çürüten dayatmalarının sorgulanması bağlamında Beat Kuşağı romanlarına da uzaktan göz kırpan roman, derdi olan bir yazarın kaleminden çıkmış; psikolojik, sosyolojik ve felsefi alt anlamlarıyla okurun önüne yeni düşünsel alanlar açan bir roman...