Bir, iki, üç, daha fazla Pessoa
Richard Zenith'in Fernando Pessoa'nın yaşamını kapsamlı bir araştırmayla ortaya koyduğu 'Pessoa' adlı çalışması, Can Sezer çevirmenliğinde Everest Yayınları tarafından yayımlandı.
Kullandığı ve hepsine ayrı ayrı hayat hikayesi yazdığı farklı isimlerle çeşitli türlerde eserler vererek geniş bir evren yaratmıştı Fernando Pessoa. Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis, Bernardo Soares vd. olarak karşımıza çıkarken bazen de doğrudan beliriyordu. Yabancılaşma ve kimlik sorununu hemen her metninde ve şiirinde bir şekilde hissettiren yazarın soyadının Portekizcede “kimse”, “maske” ve “oyun” anlamına gelmesi de ironikti. Hatta bazı eleştirmenler, yazarın kimlik takıntısı yaşadığını ve bu yüzden başka isimlerle var olmayı tercih ettiğini söylemişti. Bu, işin dedikodu faslı. Önemli olan, Pessoa’nın şiir ve metinleriyle dünyaya ne anlattığıydı.
Tabiatın yalınlığının, insan tarafından karmaşıklaştırılan yaşamla boğulduğunu gerek açıkça gerek satır aralarında belirtmişti. “Yaşamak bir başkası olmaktır” dediği 'Huzursuzluğun Kitabı', Pessoa’nın Bernardo Soares imzasıyla kaleme aldığı ve hem bir hapsoluş hem de özgürlük anlatısıydı. Aynı zamanda yadsınan ya da üstü özenle örtülen gerçeklik ile hayallerin geriliminin bir yansımasıydı.
Alexander Search ve Charles Robert Anon ise Pessoa’nın felsefi kimlikleri olarak karşımıza çıkıyordu. Başlattıkları tartışmalar, yirminci yüzyılda sanat-felsefe yakınlığına ivme kazandırmıştı.
Tarihe, politikaya ve mitolojiye merakı şiirlerine, denemelerine ve gezi yazılarına sızan Pessoa, “kendinin meçhulü adam” diye nitelenmişti. Anlatılarının dağınıklığını bir sanata dönüştüren, fikirler ve kentler arasında gezinen, miras olarak yüzlerce sayfalık metin bırakan, hayali kimlikler ve dostlar yaratan, yazmayı var olmayla bir tutan, benliğinden uzaklaşırken aslında kendinden başka yerde bulunmayan, “umutsuzluğun eşiğinde yazıyorum” derken “deliliğiyle” övünen, okuru düzlüğe çıkardığı gibi uçurumun eşiğine de getiren, Martin Lopez-Vega’nın “kimse onun kadar çok dünyaya gelmemiştir” dediği Pessoa’yı hayli ayrıntılı bir biyografiyle karşımıza getiriyor Richard Zenith.
METAMORFOZA UĞRAYAN YAZAR
'Başıboş Bir Yolculuktan Notlar' başlığıyla kitaplaştırılan metinlerinden birinde Pessoa şöyle diyor: “Daha çocukken etrafımda kurmaca bir dünya yarattım, asla var olmamış dostlar ve tanışlar toplamaya eğilimim vardı (onlar mı yoktu, yoksa olmayan ben miydim, iyi anlamış değilim. Her konuda olduğu gibi bu konuda da dogmatik olmayalım).”
Kaleme aldığı biyografide işte bu ana yolu ve ona çıkan ara yolları izleyen Zenith, yaşarken çok kez dünyaya gelen, başka başka kimliklere bürünen, 1935’teki ölümünden sonra bıraktığı metinlerle âdeta yeniden doğan Pessoa’yı anlatırken onun hem sıradan hayatına hem de bu yalınlığa rağmen zor anlaşıldığına vurgu yapıyor. Öldükten sonra bulunan ve yayımlanan metin ve şiirleriyle ölümsüzlüğe kavuşan Pessoa’nın “yazmak için yaşadığının” da yine bu süreçte anlaşıldığını söylüyor Zenith.
Şair, denemeci, yazar ve eleştirmen olarak kendini var eden Pessoa’nın kaleme aldıkları, kullandığı mahlaslar ve onlara yazdığı yaşam öyküleri gibi çeşitli. Portekiz vatandaşı olan, çocukluğu Güney Afrika’da geçtiği için İngilizce düşünüp yazmaya alışan ve Portekizceyi ikinci dili gibi gören Pessoa’nın çoğulluğunu anlamak zor değil aslında. Bir yandan da Zenith’in dediği gibi bu durum, onu gizemli kılıyor. Edebiyata, felsefeye, bilime, politikaya, dine ve astrolojiye meraklı, özel hayatından pek bahsetmeyen bu adam, bazı yanlış anlamaları sayesinde Portekiz’in kitaplara meraklı diktatörü Salazar’ın ilgisini çekiyor, hatta devlet destekli bir ödül bile kazanıyor. Öte yandan, “milliyetçi şair” olarak anılmasına rağmen Salazar’ın kukla meclisinin çıkardığı “kanunları” eleştiriyor. Haliyle Zenith soruyor: “Kimin tarafındaydı? Bunu kimse kesin olarak bilmiyor gibiydi.”
Babasını ve kardeşini erken yaşta kaybeden, annesinin ikinci evliliğiyle bocalayan, Güney Afrika’da bir yabancı olarak yaşayan, Lizbon’a geldiğinde yabancılığının ikinci evresine geçen ve üniversiteyi yarıda bırakan, kendini yazıya veren ve yayınevi kurma hayali suya düşen, kâtip olarak çalışırken sekreter Ophelia Queiroz’a gönlünü kaptıran, mistisizme ilgi duyan ve büyücülerle tanışan Pessoa’nın hayranlık uyandıran, merak edilen ve bazı yönleriyle hayli kapalı yaşamını anlatıyor Zenith. Edebî söylemini ve şiirlerini “hile”, “oyun” ve “anlam savruluşları” üzerine kurduğunu; bunun da hayatıyla bir ölçüde paralellik gösterdiğini hatırlatıyor. Anımsattığı başka bir şey daha var: “Yazar olarak Pessoa bir volkan gibiydi, sözcükler akmaya başladığında elinin altında ne tür bir kâğıt varsa onu kullanırdı; tek yapraklar, defter sayfaları, sık gittiği kafelerin antetli kâğıtları, ajandalardan ya da takvimlerden koparılmış sayfalar, çizgi romanların ya da el ilanlarının arka yüzleri, kitap şömizleri, kartvizitler, zarflar ve birkaç gün ya da birkaç yıl önceye ait metin taslaklarının kenar boşlukları. Bunların hepsini büyük ahşap sandığa atmıştı, dünyaya bıraktığı miras buydu. Metin hazinesinin envanterinin oluşturulması ve kapsamlı bir biçimde yayımlanması, akademisyenlerin ve kütüphanecilerin onlarca yıllık gayretli çalışmalarıyla mümkün olabildi ve hacmi, kalitesi ve çeşitliliğiyle hepimizi hayrete düşürdü.”
Kendini bir çeşit metamorfoza uğratan, kendisinin heteronimlerini (hayali karakterler) yaratan Pessoa’nın, yazmaya başladığı çocukluğundan itibaren hem benliğiyle hem de okurla bir oyuna tutuştuğunu söylüyor Zenith: “Oyun yalnızca edebiyatla ilgili değildi. Pessoa kendi kimliğini heteronim sistemi üzerine kurmuştu. Bunu yaparken yalnızca kişiliğinin dengesiz yapısını kabullenmekle kalmıyor, aynı zamanda bu dengesizliği benimsiyor ve dil aracılığıyla vücuda getiriyordu. Heteronimlerin bir kuantum alanındaki partiküller gibi birbiriyle dinamik bir gerilim içinde varlığını sürdürmesi nedeniyle doğası gereği barındırdığı belirsizliği gizlemeye çalışmadan, benlik duygusuna sözcüklerle varlık ve biçim kazandırabiliyordu. Bazen paralel ama çoğunlukla farklı yönlerde ilerleyen bu kişilikler, hem birbirini tamamlıyor hem de birbiriyle çelişiyor ve rekabet ediyordu.”
‘SAHTENİN ESTETİĞİ’
Zihnini ve etrafını kuşatan kaostan kendine göre bir düzen yaratan, yazdıklarına yaşamıyla ilgili ipuçları sıkıştırmayı ihmal etmeyen, dil ve anlatım âşığı Pessoa için okumak ve yazmak âdeta ibadet gibi. Ailesinin, yaşamının, çocukluğunun, ilkgençliğinin, kendini daima huzursuz ve yabancı gibi hissetmesinin onun yazdıklarına yansıdığını söylüyor Zenith.
Yetişkinliğinde de çocukça davranan ve bunu edebî oyunlarla bir “düzene” oturtan Pessoa’nın küçük yaşta çektiği ıstıraplara ve savruluşlarına, ilkgençliğinden itibaren başlayan huzursuzluk ve aynı anda birden fazla şeyle uğraşma tutkusu ekleniyor.
Zenith’e göre yaşadıkları, metinleri, heteronimleri ve hayali dostları Pessoa’nın oyuncağı hâline geliyor. Yalnızlığı ve düşünmeye ayırdığı uzun vakitler ise ürettiği her şey için itici bir güce dönüşüyor. “Uyanıkken gördüğü rüyaların gerçekliğine ve duygusal açıdan kuvvetine inanmamızı isteyen” Pessoa, tam bir oyunbaz olarak çıkıyor karşımıza.
Dünyanın dışında yaşamasına rağmen metinleriyle dünyaya katılan Pessoa, Zenith’e göre “başkası” ve “çoğul” olarak hayatı, insanları ve mekânları anlamaya çalışıyor. Şiirleriyle ve “emniyetli, dünyadan uzak bir sığınak olan düzyazılarıyla” hem bunları hem de dertlerini ve hayallerini anlatmaya uğraşıyor.
Pessoa’nın oyun merakının ve becerisinin yalnızca edebiyatla sınırlı olmadığını; at yarışının, futbolun ve kriketin bu yeteneğini beslediğini hatırlatıyor Zenith. Ama bunların hiçbiri, “sahtenin estetiğini yarattığı” sözcük oyunlarının yerini tutmuyor elbette: “Sözcüklerin pek çok yazar için yarı doğaüstü nitelikler taşıdığı doğruysa bu, Pessoa için olağanüstü sonuçlar içeren bir gerçekti. Sözcükler yalnızca alternatif dünyaların kapılarını açmakla kalmıyor, aynı zamanda mevcut dünyayı, hatta kendi kişiliğini bile dönüştürebiliyordu. (...) Pessoa yalnızca edebiyatla değil aynı zamanda kendisiyle ilgili deneyler yapıyordu.”
‘İFLAH OLMAZ BİR JONGLÖR’
Zenith, Pessoa’nın heteronimleriyle kurduğu ve oyunlarla büyüttüğü söylemi için “değişen kişiliklerden ve edebî işbilikçilerden oluşan şahsi tiyatro” diyor. Bu tiyatroda denemeler, şiirler ve parça parça notlarla pek dışına çıkmadığı Lizbon’da yaşayan yazar, “hayatını edebiyata dönüştürürken edebiyatını dünyaya sunmayı deniyor.” Zenith, bu çabayı en iyi anlayan kişinin Mario de Sa-Carnerio olduğunu; ikilinin eserlerinde birbirine yer vererek dünyaya seslendiği notunu düşüyor. “Cümle benim biricik gerçeğimdi” diyen Pessoa’nın, yazma ve yaşama biçimine uygun bir durum bu.
Portekiz’i ele geçiren askerî cuntanın faaliyetleri sırasında, ilerlemeyen bir aşkın ortasında ve başarısız yayıncılık girişimlerinin ardından art arda metinler kaleme alırken New York’ta, Berlin’de, Londra’da ve Paris’te bulunduğu dönemde Lizbon’daki yalnızlığını özlediği günlerde cümlelerinin özünü “bezginlik ve sıkıntı” oluşturuyor. Ölümünden bir gün evvel, 29 Kasım 1935’te yazdığı cümle ise Pessoa’nın huzursuzluğunun, bezginliğinin ve gizemli yanlarının zirvesi âdeta: “Yarının ne getireceğini bilmiyorum.”
Kendini devamlı kurup çoğaltan ve heteronimleri aracılığıyla kendisiyle zıtlaşan, kararsızlığıyla ve bitmek bilmeyen yazma arzusuyla nam salan Pessoa… Farkında olduğu gerçeklere rağmen hayalperestliği elden hiç bırakmayan oyun ve bulmaca meraklısı Pessoa… Kendini “kültürel kurtarıcı” olarak gören, etrafında yaşananlara da yıldız haritalarına ve astrolojiye de merak duyan Pessoa… Şiirlerinde aşkı anlatmasına rağmen Ophelia Queiroz karşısına çıkana dek aşktan uzak duran, onunla da huzursuz ve istim üstünde bir aşk yaşayan, yarattığı heteronimleri tarafından hapsedilmeyi istemeyen Pessoa…
Zenith, “iflah olmaz bir jonglör” dediği yazarın çoğulluğunu arayışlarıyla, kaçışlarıyla ve “Ben kimim?” sorusuna bulmaya uğraştığı yanıtlarla anlatıyor.