Bir iklim karantinasından nasıl kaçınabiliriz?

Dünya iklim değişikliği konusunda bir taşma noktasına yaklaşıyor ve uygarlığın geleceğini korumak için dramatik müdahaleler gerekiyor. Bu senaryodan kaçınmak, çevreci bir ekonomik dönüşümü ve dolayısıyla kurumsal yönetim, finans, politika ve enerji sistemlerinin radikal bir biçimde elden geçirilmesini dayatıyor.

Google Haberlere Abone ol

Mariana Mazzucato

Bu yılın başlarında Covid-19 yayılmaktayken, hükümetler bir halk sağlığı acil durumunun kontrolden çıkmasını engellemek için karantinalar uyguladı. Yakın gelecekte, dünyanın tekrar karantinalara başvurması gerekebilir ve bu sefer bir iklim kaynaklı acil durumla mücadele söz konusu olacaktır.

Kuzey Kutbu’ndaki buzulların çekilmesi, ABD’nin batı eyaletlerinde ve başka bölgelerde şiddetli orman yangınları ve Kuzey Denizi’nde görülen metan sızıntılarının tamamı, iklim değişikliği konusunda bir taşma noktasına yaklaşıyor olduğumuza dair uyarı işaretleriyken, uygarlığın geleceğini korumak dramatik müdahaleler gerektirecek.

KAPİTALİZMİ FARKLI BİR ŞEKİLDE UYGULAMALIYIZ

Bir “iklim karantinası” sürecinde, hükümetler özel araç kullanımını sınırlayacak, kırmızı et tüketimini yasaklayacak ve aşırı enerji tasarrufu tedbirleri uygulayacakken, fosil yakıt şirketleri de sondajları durdurmak zorunda kalacak. Bu tür bir senaryodan kaçınmak için ekonomik yapılarımızı yeniden düzenlemeli ve kapitalizmi farklı bir şekilde uygulamalıyız.

Birçok insan iklim krizini salgının yol açtığı sağlık ve ekonomi krizlerinden farklıymış gibi görüyor. Buna karşın, bu üç kriz -ve çözümleri- birbiriyle bağlantılı.

‘ANTROPOSEN HASTALIĞI'NIN BÜYÜK MALİYETİ

Covid-19 bizzat çevresel tahribatın bir neticesi ve yeni yapılan bir çalışmada da, “Antroposen* hastalığı” olarak adlandırıldı. Ayrıca, iklim değişikliği, salgının öne çıkardığı sosyal ve ekonomik sorunları daha da kötüleştirecek. Bunlar arasında hükümetlerin halk sağlığı krizleriyle mücadele kapasitesinin azalması, özel sektörün sürekli bir ekonomik tahribata dayanma konusundaki sınırlı kabiliyeti ve yaygın sosyal eşitsizlik durumu yer alıyor.

Bu yetersizlikler, önceliklerimizin altında yatan çarpık değerleri de gösteriyor. Mesela, en düşük maaşı alan “temel çalışanlardan” (hemşireler, süpermarket çalışanları ve kargo kuryeleri dahil) en yüksek performansı talep ediyoruz. Esaslı bir değişim olmazsa, iklim değişikliği buna benzer sorunları daha da kötüleştirecek.

 

İKLİM KRİZİ DE HALK SAĞLIĞI KRİZİ

İklim krizi aynı zamanda bir halk sağlığı krizidir. Küresel ısınma, içme suyunun bozulmasına ve çevresel kirliliğe bağlı solunum yolu hastalıklarının artmasına yol açacaktır. Kimi tahminlere göre, 2070 yılına dek dünya genelinde 3,5 milyar insan dayanılmaz bir sıcaklıkta yaşar hale gelecek.

ÇÖZÜM ÇEVRECİ VE TOPLUMCU BİR YAKLAŞIM BENİMSEMEK

Bu üçlü krizin ele alınışı, kurumsal yönetim, finans, politika ve enerji sistemlerinin çevreci bir ekonomik dönüşüm doğrultusunda yeniden yönlendirilmesini gerektirir. Bunu başarmak için önümüzdeki üç engelin ortadan kaldırılması gerekir: çıkar grupları odaklı davranmak yerine hissedar odaklı bir iş anlayışı, yetersiz ve uygunsuz biçimlerde kullanılan finans sistemi, modası geçmiş ekonomik düşüncelere ve hatalı varsayımlara dayanan hükümetler oluşturmak.

Kurumsal yönetim anlayışı, artık çıkar gruplarının kaprisleri yerine hissedarların ihtiyaçlarını yansıtmalıdır. Kapsayıcı ve sürdürülebilir bir ekonomik yapı inşa etmek, kamu kuruluşları ve özel sektör ile sivil toplum arasında gerçekleşen verimli bir işbirliğine bağlıdır. Bu, şirketlerin sendikaları, işçi kolektiflerini, topluluk gruplarını, tüketici hakları savunucularını ve diğer kesimleri dinlemesi gerektiği anlamına gelir.

KİŞİSEL ÇIKARLAR YERİNE UZUN VADELİ KAMUSAL DEĞERLER

Benzer şekilde, devletin iş dünyasına yaptığı yardımlar olan sübvansiyonlar, garantiler ve kurtarmalar azaltılırken, ortaklıkların kurulması daha fazla desteklenmeli. Bu ise vergi mükelleflerinin parasının verimli biçimde kullanılmasını sağlamak için herhangi bir kurumsal kurtarma paketine katı koşullar getirilmesi ve böylece kısa vadeli kişisel çıkarlar değil, uzun vadeli kamusal değerler yaratılması anlamına gelir.

Örnek olarak, Fransız hükümeti Renault ve Air France-KLM’ye yönelik kurtarma kredilerini kirletici gazların azaltılması taahhütlerine bağladı. Fransa, Belçika, Danimarka ve Polonya, Avrupa Birliği tarafından belirlenmiş vergi cennetlerinde ikamet eden herhangi bir şirkete devlet yardımı sunmayı reddetti ve büyük alıcıların 2021 yılına kadar temettü ödemesini veya kendi hisselerini geri satın almasını yasakladı. Aynı şekilde, Korona Virüsü Yardım, Destek ve Ekonomik Güvenlik Yasası (CARES) aracılığıyla devlet kredisi alan ABD şirketlerinin hisse geri alımları için fon kullanmaları yasaklandı.

Bu koşullar bir başlangıç olsa da ne iklim açısından ne de ekonomik açıdan yeterince iddialı. Devlet yardımı paketlerinin büyüklüğü şirketlerin ihtiyaçlarıyla uyuşmuyor ve koşullar her zaman yasal açıdan bağlayıcı değil: Örneğin, Air France’ın uyguladığı kirletici gaz salımı politikası yalnızca kısa iç hat uçuşları için geçerli.

DEVLETLERİN MÜDAHALE ETME ZAMANI GELDİ

Çevreci ve sürdürülebilir bir toparlanmaya ulaşmak için çok daha fazlası gerekiyor. Mesela, hükümetler vergi kodunu, firmaları belirli malzemeleri kullanmaktan vazgeçirmek amacıyla kullanabilir. Dahası, insan gücünün boşa harcanmasını veya yıpranmasını engellemek için şirket veya ulusal düzeyde iş garantileri de sağlayabilirler. Bu da salgın yüzünden orantısız şekilde iş kaybı yaşayan en genç ve en yaşlı çalışanlara yardımcı olacak ve hâlihazırda sanayide düşüş yaşayan dezavantajlı bölgelerdeki muhtemel ekonomik şokları azaltacaktır.

Finans sisteminin de düzeltilmesi gerekiyor. 2008 yılındaki küresel mali kriz esnasında, hükümetler piyasaları likidite ile adeta sel altında bıraktı. Ne var ki, bu finansmanın çoğu, doğru yatırım fırsatlarına yönlendirilmedikleri için amaca uygun olmayan bir biçimde finans sektörüne geri döndü.

Yaşadığımız kriz, uzun vadeli büyümeyi sağlamak doğrultusunda finansın verimli bir şekilde kullanılması için bir fırsat sunuyor. Üç-beş yıllık bir yatırım döngüsü bir rüzgâr türbininin uzun ömrüyle (25 yıldan fazla) denkleşmediği ya da e-mobilite (yeniden canlandırma programları gibi) doğal sermaye gelişimini ve çevre altyapısında ihtiyaç duyulan yenilikleri teşvik etmediği için, sabırlı ve uzun vadeli bir finans yönetimi önemlidir.

Kimi hükümetler, hâlihazırda sürdürülebilir büyüme girişimleri başlattılar bile. Yeni Zelanda, kamu harcamalarını daha geniş hedeflerle uyumlu bir hale getirmek amacıyla GSYİH (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) yerine ‘refah’ ölçütlerine dayanan bir bütçe oluştururken, İskoçya görev odaklı İskoç Ulusal Yatırım Bankası’nı kurdu.

Finansmanı çevreci bir geçişe yönlendirmekle birlikte, finans sektörünü genelde yıkıcı olan olumsuz çevresel etkilerinden sorumlu tutmamız gerekiyor. Hollanda Merkez Bankası, Hollandalı finans kurumlarının biyolojik çeşitlilik ayak izinin, Hollanda’dan 1,4 kat daha büyük bir alan olan 58.000 kilometrekarelik el değmemiş bir alanı temsil ettiğini tahmin ediyor.

YENİLİKLER VE ÇEVRECİ YAKLAŞIM TEŞVİK EDİLMELİ

Piyasalar kendi başlarına çevreci bir devrime liderlik etmeyecekleri için, hükümet politikası onları bu doğrultuda yönlendirmeli. Bu, özel sektörle birlikte yenilik üreten, risk alan ve yatırım yapan girişimci bir devlet gerektirir. Bu yüzden, politikacılar, yerleşik tedarikçilerin düşük maliyetli yatırımlarından uzaklaşmak amacıyla satın alma sözleşmelerini yeniden düzenlemeli ve kamuya açık çevre hedeflerine ulaşmak için birden fazla aktörden yenilikleri “toplayan” mekanizmalar oluşturmalı.

Hükümetler yenilik ve yatırımlar için bir portföy yaklaşımı da benimsemeli. İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, daha geniş bir sanayi politikası bilgi-teknoloji devrimini desteklemeyi sürdürüyor. Benzer şekilde, AB’nin yakın zamanda başlattığı Avrupa Çevre Anlaşması, Sanayi Stratejisi ve Adil Geçiş Mekanizması, 750 milyar Avro’luk (888 milyar dolar) “Yeni Nesil AB” kurtarma fonu için bir motor ve pusula işlevi görüyor.

Son olarak, enerji sistemimizi -iklim krizinin panzehiri ve ekonomilerimizin enerji güvenliğini sağlamanın anahtarı olan- yenilenebilir enerji düzleminde yeniden yönlendirmemiz gerekiyor. Bu sebeple, fosil yakıt kârlarını ve kısa vadeli çıkarları iş, finans ve siyaset alanlarından çıkarmalıyız. Bankalar ve üniversiteler gibi mali açıdan güçlü kurumlar, fosil yakıt şirketlerinden uzaklaşmalıdır. Onlar bunu yapana dek, karbon bazlı bir ekonomi hakim olacak.

Bir iklim devrimi başlatmaya -ve bu süreçte Covid-19 karşısında kapsamlı bir biçimde toparlanmaya- açılan pencere hızla kapanıyor. İş, ulaşım ve enerji kullanımının geleceğini dönüştürmek ve ‘çevreci bir iyi yaşam’ kavramını gelecek nesiller için bir gerçeklik haline getirmek istiyorsak, hızlı hareket etmemiz gerek. Öyle ya da böyle, radikal bir değişim kaçınılmaz görünüyor; bizim görevimizse, hâlâ seçme fırsatımız varken istediğimiz değişime yöneldiğimizden emin olmaktır.

*Antroposen: ‘İnsan egemen çağ’ anlamına gelen bir terim.

Makalenin orijinali Project Syndicate sitesinde yayımlanmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)