Bir kez daha haykırıyoruz: Faillikten mağduriyet çıkaramayacaksınız
Feministlere “Siz çevrenizde uyduruyorsunuz bunları, burada böyle şeyler yok” dediğinizi duyar gibiyim ama korkun, mücadele yayılıyor. Sizin kapınızı da çalacak. Bugün sadece Hasan Ali Toptaş’ın ifşalanması değil; şiddet gören bir kadının/LGBTİ+’nın şiddet gördüğünü Twitter üzerinden yayması ve oradan yardım çağrısında bulunması da hareketin bir kazanımıdır.
Balacan Ayar*
Türkiye’de senelerdir cinsel taciz ve saldırıya karşı sürdürülen feminist ve queer bir mücadele var. Hukukun erilliğini, mağdur suçlayıcı yaklaşımını, cezasızlık kültürünü senelerdir anlatıyor, haykırıyoruz. Toplumsal cinsiyet eşitliğinden vazgeçmiyor, “özsavunma haktır" diyor, mor iğneler dağıtıyor, "İstanbul Sözleşmesi uygulansın" diye kampanyalar yapıyor, "kadınların ve LGBTİ+ların beyanı esastır" diyoruz. E artık biraz görseniz/duysanız mı acaba? Sonra sosyal medyada ifşa edildiğinizde, “sosyal medya faşizmi” diyorsunuz buna. Ne güzel kılıf, ne güzel strateji. Bugün hâlâ daha “Kadının beyanı esastır da ne demek, öyle şey mi olur; mağdur oluyoruz!” diyen, görmemekte direten, okuduğunu “bilinçli bir şekilde” anlamamayı tercih eden, kötücül ve bulaşıcı bir zihniyetle karşı karşıyayız. Yorulduk, yıprandık ama vazgeçmiyoruz. Siz şiddet uygulamamayı öğrenene, siz durana kadar, biz mücadele etmeyi sürdüreceğiz. Failliğinizden mağduriyet çıkaramayacaksınız.
Günlerdir uyuyamıyoruz, kabuslar görüyoruz. Bir anda intihar eden faille sempati kurulan mesajlara maruz bırakılıyoruz; “yazıktır”larını okuyoruz. Gün içinde ısrarla dayanışmaya, ısrarla bu süreçle baş etmeye çalışıyoruz. Her gün oluyor bu, her gün en baştan. Her gün ifşa haberleri okuyoruz, ikincil travmalar depreşiyor, yoruluyoruz, baş edemiyoruz kimi zaman. Bunların hiçbiri kolay süreçler değil. Her gün gerçekten hissederek ve gönülden bir şekilde destek mesajları yazıyoruz, “yalnız değilsin” diyoruz, birbirimizden güç bulup “ben de” diyoruz, feminist avukat arayışına giriyoruz, ağlara dahil oluyoruz, faili elini kolunu sallayarak olanca normalliğiyle hayatına devam ederken, gündelik hayatına devam edemeyecek duruma gelen arkadaşlarımız için psikolog arayışına giriyoruz, dayanışma çemberleri oluşturuyoruz. Siz yapabilmeye devam edin diye değil; bu bir gün son bulacak diye çabalıyoruz. İyi ki varız ve iyi ki bu dayanışmamız var. Feministlere “Siz çevrenizde uyduruyorsunuz bunları, burada böyle şeyler yok” dediğinizi duyar gibiyim ama korkun, mücadele yayılıyor. Sizin kapınızı da çalacak. Bugün sadece Hasan Ali Toptaş’ın ifşalanması değil; şiddet gören bir kadının/LGBTİ+’nın şiddet gördüğünü Twitter üzerinden yayması ve oradan yardım çağrısında bulunması da hareketin bir kazanımıdır. O da ifşadır; bu da ifşadır. Sistem işlemiyor da demektir aynı zamanda. Sistem bize “işlemiyor”, bizden yana değil, bizimle değil demektir. Bugün biz sesimizi çıkarabiliyoruz. Bugün biz, kalabalık oluyoruz. İçimiz karmakarışık da olsa, zorlansak da, bu ifşalar daha başlangıç. Biz “olur öyle” diye normalleştirilen tacizin, bir mağduru gözü mosmor bir şekilde “kocandır, yapar” denilerek polis karakolundan eve göndererek meşrulaştırılan şiddetin karşısındayız.
Susmuyoruz, korkmuyoruz.
Hasan Ali Toptaş’ın Milliyet gazetesine verdiği röportajdan alıntılar var yazının devamında. Alıntılar, eril dilin nasıl kurulduğunu, mağdur suçlayıcı dilin nasıl olduğunu ve beyan sahiplerini itibarsızlaştırmaya çalışmanın nasıl yapıldığını gösterebilmek adına araçsallaştırıldıkları için oradalar; Hasan Ali Toptaş’ın kendisine alan açmak için değil. Sessizleştirilmeye, görünmez kılınmaya çalışılan ya da kesilip biçilerek haberleri yapılan beyan sahiplerinin ifadelerinden alıntılar içerir. Aynı zamanda senelerdir feminist ve queer alanda mücadele yürüten araştırmacıların yazdıklarından pasajlar içerir. Çok olduğumuzu göstermek için, “biz bunları çok gördük” demek için, “ısrarla konuşmaya devam edeceğiz” ve “bu daha başlangıç” demek için bu derleme. Şey diyebiliriz… Hasan Ali Toptaş’a anlatır gibi bir çalışma bu. Yazının devamına dair tek emeğim, onların sözlerini bir arada olacak şekilde toplamaktır. Emeklerine, yüreklerine ve cesaretlerine sağlıktır.
(1) Hasan Ali Toptaş: “Kadının beyanı esastır diye bir düstur olamaz, bu düsturun yanlış anlaşıldığını düşünüyorum. Kadın söylüyorsa doğrudur demek aklı, mantığı askıya almak olmaz mı? Bu kural üzerinden düşünürsek, sırf kadın diye, cinsiyetine bakarak, mesela bir psikopatın dediklerine de mi doğrudur diyeceğiz?”
İrem Az: “Tabii ki “kadının ve LGBTİ+’nın beyanı esastır” demek, “kadının ve LGBTİ+’nın beyanı doğrudur” demek değildir. Ancak belli ki bu temel ilke konusunda, kendisini feminist olarak tanımlayan kadınlar ve/veya LGBTİ+’lar arasında bile hâlâ süren tartışmalar var. Halbuki “dezavantajlı kişinin beyanı esastır” demek, “dezavantajlı kişinin beyanı kanıt kabul edilir” demektir. Hepimizin bildiği sebeplerle, hukuktan toplumsal hareketlere kadar farklı bağlamlarda, farklı yöntemlerle beyan esas kabul edilir; yani bir kanıt olarak alınır. Çünkü bugünün şiddet failleri, bir zamanların oğlan çocukları da dahil olmak üzere çoğumuzun yaşadığı gibi, erkek şiddeti ve eril şiddet çoğunlukla kimsenin şahit olmadığı yer ve zamanlarda gerçekleşir.”
(2) Hasan Ali Toptaş: Peki, [Pelin Buzluk] benim evime gelip gidişinden epeyce bir süre sonra, neredeyse bir yıl sonra yayımlanan “Kolları Ölü Açıklığında” adlı kitabındaki öykülerden birini bana niye ithaf ediyor? Neden öykünün başına “Hasan Ali Toptaş sevgisiyle” ibaresini koyuyor?
Pelin Buzluk: Hiç anılmayan bir nokta daha var: Saldırıdan sonraki ilk dizgide bu ithafı kaldırdım. Ayrıca benim öykü ithafım yalnız ona mahsus değil, ilk iki kitabımda hemen her öyküde bir yazara ithaf ya da alıntı var. Henüz kendisiyle tanışmadan önce yayımlanan ilk kitabım ‘Deli Bal’daki bir öykümde de kendisinden bir epigraf vardı ki, onu da kaldırdım.
(3) Hasan Ali Toptaş: “Oturduk, sohbet ettik. Varlık Yayınları’ndan ilk kitabı çıkmıştı, ikinci dosyasını yayımlayacak yayınevi arıyordu. Dosyayı okuttu bana daha sonra. Ben de Can Yayınları’ndaki arkadaşım Faruk Duman’ı aradım, ilgilenmelerini söyledim. Kitabını yayımladılar, sonra bir kitabını daha yayımladılar.” [Balacan not: “Yazar”, burada muhtemelen “kitabımı sayemde çıkarttı imasında bulunma gayretinde.]
Nazlı Karabıyıkoğlu: “İlk temaslarım hep erkeklerleydi. Çünkü dergilerin editörleri, yayınevlerinin sahipleri onlardı; açıkçası gördüğümün ötesine dair bir fikrim de yoktu. Müthiş bir iştahla aldığım dergilerin, gazetelerin güncel kitap eklerinin bana “duayen, usta, sıradışı yazar” başlıklarıyla pazarladığı her kim varsa onlara gıpta ediyordum; madem ben de iyi bir yazar olmak istiyordum, bir gün benim için de aynı ifadeleri kullanmalıydılar, ben de emek veriyordum, canımı dişime katıyordum. [...] Demek ki ben de artık camiadan birileriyle ilişkilenmeliydim. Bunu kendimden ve yazdıklarımdan ödün vermeden nasıl yapacağımı da pek bilmeden, “benden daha yetkin birinin” yazdıklarımı “onaylamasını” ve bana “cesaret vermesini” istiyordum. [...] Kime gidebilirim, kime nasıl ulaşabilirim diye düşününce boy boy resimleri ve hakkında kurulan övgü cümleleriyle Hasan Ali Toptaş’la iletişim kurmaya karar vermiştim. Ona “Hasan’ım Ali” diyorlardı; çünkü o Anadolu’dan, taşradan geliyor ve yazdıklarını kişiliğiyle mükemmel kılıyordu. Candandı, mütevazıydı, babacandı, diğer burnu havada yazarların aksine genç bir yazarı hor görmez demişlerdi bana -kim dediydi hatırlamıyorum-.”
Pelin Buzluk: “Zaten o da insanların kendisine duyduğu saygıyı, itibarını ve edebi kimliğini kötüye kullanarak tacize, saldırıya yeltenmiyor mu? Ne tuhaf ki itibarına, edebiyat piyasasındaki gücüne güvenerek gerçekleştirdiği taciz ve saldırıları haklı çıkarmak için de yine bir zamanlar o insanların gözünde saygın biri olmasını kullanıyor şu an.”
“Cinsel saldırıya uğramış bir kadın olarak, failin kendini kurtarmak için ürettiği bahanelere cevap vermek zorunda kaldığım için öfkeliyim.”
(4) Hasan Ali Toptaş: “Taciz ettimse, cinsel saldırıda bulundumsa benden nefret etmesi gerekmez miydi? Tabii, savcı bunu sorar elbet, hanımefendi bu nasıl iştir der?”
Nazlı Karabıyıkoğlu: “Taciz eden kişinin sosyal statüsü, edebiyat çevresinde geçen sözü, yaptığı işlerin mütemadiyen takdir edilmesi gibi değişkenler o kişi bizi rahatsız eden bir davranış sergilediğinde, o davranışı anında taciz olarak sınıflandırmamıza engel olur. Önce tacizi ona yakıştıramayız: “Koskoca yayınevinin editörü, bilmem kaç kitabı var, hem arkadaşım da, onun arkadaşı da, ve onun arkadaşları da onu seviyor. Ben abartıyorum. Ben yanlış anladım. Öyle yapmak istemedi. O iyi biri. Saygı duyulan biri”. Bir dokunuş, bir söz, bir bakış, bir ima… Küçük ama içte irkilten, bedeni parçalayan bir hamleden söz ediyorum. Bittiğinde berbat bir hisle kaldığın şey.”
(5) Hasan Ali Toptaş: “Yirmi kadın yok, kim saymış bunları bilmiyorum. Hepsi hakikaten kadın mı, isimleri cisimleri ne bunları da bilmiyorum. Sadece içlerinden birinin iddiasından haberdarım, o iddia da yalan, öyle bir şey yaşanmadı.”
Özge Karlık-Bilhan Gözcü: “Yalan şiddet beyanında bulunanların varlığını reddetmiyoruz. Sayılarının gerçek beyanlarla kıyaslanamayacak kadar az olduğunu düşünüyoruz ama yine de göz ardı etmiyoruz. Ancak, beyanın yalan olması halinde de önereceklerimiz, beyanın doğru olması halinde önereceklerimizden farklı değil. [...] Yalan beyan sahiplerinin de tespit edilip ihtiyaç duyulursa teşhir edilmesi gerekir ki bu da ilkeyi işletmekten geçer. Eğer şiddet uygulamadıysanız korkmayın, kadının beyanı esastır ilkesinin işletilmesi sayesinde yalan söyleyenin yalanının ortaya çıkma ihtimali belirir. Zaten hakkınızda yalan bir beyan varsa, artık bundan kaçış yok.”
(6) Hasan Ali Toptaş: “Ama şunu bilsinler: Beni, edebiyatımı sosyal medya faşizmine kurban etmeye çalışan herkesle hukuk önünde hesaplaşacağız.”
Göksun Gökçe Göndermez: “Peki, Türkiye’deki kadın sorunları açısından konuşursak, bir yandan karar mekanizmalarının erilliğiyle mücadele ederken, diğer yandan erkeği suçlayabilmek için yine bu eril mekanizmanın kararına muhtaç olduğumuzu kabullenmek, fazlasıyla çelişik durmuyor mu?”
Nazlı Karabıyıkoğlu: “Hasan Ali Toptaş iktidarından yararlanarak birçok genç kadını taciz etmiş bir tacizcidir. Suistimalin ve tacizin savunusu yoktur. Özür dilemeyi bile bilmeyen erkekliğinizle mücadele etmek, benim ve kız kardeşlerimin onurlu mücadelesidir. Açın davayı beyler, hukuk yazılıdır, ve her şey kayda geçer.”
Amy Marie Spangler: “İstanbul Sözleşmesi yürürlüğe girmediği için ‘Kadın beyanı esastır’ konusunda önümüzde engeller var. Diğer yandan doğru mekanizmaların kurulması gerektiğini düşünüyorum, ille de her şey mahkemede bitecek diye bir şey yok. Kadınlar taciz gerçeğiyle yüzleşilmesini ve bunların önlenmesini istiyor. Bunları engelleyebilecek mekanizmalar nelerse bunları kurmaya çalışacağız.” [Balacan Not: İstanbul Sözleşmesi 2014 yılında yürürlüğe girmiştir. Uygulanmasına dair kaygısını dile getirdiğini zannediyorum.]
İrem Az: “Hukukun işlemediği, örgütsüz-bireysel aktivizmin artık egemen olmaya başladığı böyle bir ülke ve dönemde, ‘ifşa’nın/beyan etmenin tüm risklerine rağmen değerli bir yöntem olduğu benim için tarihsel ve politik bir gerçeklik.”
(7) Hasan Ali Toptaş: “Masumiyet karinesi diye bir şey var, detaylı bir şekilde incelenmeden, araştırılmadan iftira atılması da yaralıyor.”
Hülya Gülbahar: "Yargılama aşamasında da elde en önemli dayanak beyan zaman delil değeri taşıyor. Sanık da kendini savunacak, yapacağı savunmada iddiaları çürütecek. Çürütemiyorsa bu da bir kanaat oluşturur.”
"Masumiyet karinesi, bir kişinin suçu sabit oluncaya kadar o kişiye suçsuz gibi davranmaktır. O yüzden kovuşturma aşamasında 'şüpheli', yargılama aşamasında 'sanık', cezayı aldıktan sonra 'suçlu' diyoruz. Yargılama yapılırken hangi kuralların uygulanacağının masumiyet karinesiyle ilgisi yoktur."
Özge Karlık-Bilhan Gözcü: “Farkına varılması elzem olan şey, kadının beyanı esastır ilkesi masumiyet karinesinin karşısında değildir; bilakis onu da içerir. Masumiyet karinesine karşı olsaydı ilkenin adı kadının beyanı esastır değil kadının beyanı doğrudur olurdu”
(8) Hasan Ali Toptaş: “İnsanların olayı biraz muhakeme etmelerini, bir durup düşünmelerini, sonra da suçlayacaklarsa o zaman suçlamalarını isterim ama bu benim isteğime bağlı değil tabii. Bir kez daha tekrarlıyorum, bunların hepsi iftira…”
Nazlı Karabıyıkoğlu: “Hasan Ali Toptaş yaptıklarını çok iyi biliyor. İbrahim Çolak da biliyordu -ki o da taciz ettiği, insanlara yaşattıkları için değil, üstat olarak görüldüğü mütedeyyin çevreye rezil olduğunu düşündüğü için yaşamına son verdi. Onu kimse intihara sürüklemedi; o yüceltilmiş erkekliğinin artık devam edemeyeceği hayatını ve devam ettiremeyeceği pratiklerini farkına vardı ve bir seçim yaptı. Özür dileyip iyi bir insan olmaya çabalayabilirdi, ama erkekliği buna izin vermedi.”
(9) Hasan Ali Toptaş: “Kendimizi ne kadar değiştirmeye çalışırsak çalışalım, elbette dilimize pelesenk olmuş bazı sözcüklerle yanlış da yapabiliyoruz. Cancağızım diye başlayıp, şıksın’a, ne de güzelsin’e uzanan pek çok örnek gibi. Benim özrümdeki maksat da yanlışlıkla taciz olarak algılanabilecek olan bir sözle karşımdakini yaralamış olma ihtimaliydi.”
Özge Karlık-Bilhan Gözcü: “Feminist ve/veya LGBTİ+ aktivist olduğu için, sizinkinden farklı bir politik angajmanı olduğu için, siyaseten doğru davranmaya saplantılı olduğu ya da toy olduğu için yaşananları abarttığını söylemek kabul edilemez. İlgi çekmeye çalıştığı ya da daha önce de şiddete maruz bırakılmış olduğu için hikâye uydurduğunu söylemek kabul edilemez. Yaşananlar arasındaki bağlantıların kötü niyetle, sırf birine çamur atmak adına kurulduğunu söylemek kabul edilemez. Neden şiddet uyguladığınıza dair bahaneler üretmek, yaptıklarınızın sorumluluğunu üstlenmekten kaçmanın bir yoludur. Size düşen yüzleşmek ve yaptıklarınızın sorumluluğunu almaktır.”
Ezel’e, Cenan’a ve Efsun’a, yani birlikte güçlendiklerime de teşekkürler.
*Feminist ve Queer Araştırmacılar Ağı üyesi