Bir Kürt çocuğunun davası
Nihat Kazanhan davası soruşturma aşamasıyla faili gizlemenin, kovuşturma aşamasıyla da ödül gibi ceza verme pratiğinin görünür olduğu, Türk yargısının reflekslerini yansıtan önemli bir dava. Anayasa Mahkemesi’nin nihayet verdiği ihlal kararı sonrası 8 yıllık dava yeni başlıyor sayılır.
"Hem arkadaşımızın yanmaması hem de ekipten herhangi bir arkadaşa zarar gelmemesi için (...) huzurunuzdaki ifadeyi verdim. Ben tutuklanınca her şey değişti, çünkü biz bu dosyada kimsenin tutuklanmayacağını düşünüyorduk."
H.V. isimli polis memurunun 12 yaşındaki bir Kürt çocuğunun öldürülmesi olayıyla ilgili kimsenin tutuklanmayacağını düşünmesi kadar normal az şey var Türkiye'de. Çocuğu vuran polisin "yanmaması" ve ekipten herhangi bir arkadaşına zarar gelmemesi için önce suçun üstünü örten ifade veriyor. Ancak çocuğu öldüren kurşunun kendisine zimmetli silahtan çıktığının anlaşılması üzerine tutuklanmasına karar verilince "ben yanacağıma vuran kişi yansın" deyip ifadesini değiştiriyor.
'BİZLİK BİR ŞEY YOK'
Cizreli Nihat Kazanhan'ı vuran, ardından çocuğun ölümüne sebep olan gaz mermisinin kapsüllerini toplayarak karakolun bahçesinde gizlice toprağa gömen polis memuru M.N.G. ise ilk ifadesinde "çocuğu kimin öldürdüğüne dair bir bilgim yoktur, ancak ne ben ne de diğer arkadaşlarım bu çocuğun ölümüne yol açan atışı yapmadı" diyor. Her olasılığın ayırdında olduğundan kapsülleri "vatandaşın bunları evlerine polis attı iddiasında bulunabilme ihtimalleri olduğu için" gizlediğini de ekliyor. Bir başka polisin "bizlik bir şey yok" dediği de yine soruşturma tutanaklarına yansıyan ifadelerden.
Faili gizleme ve koruma çabasının sadece cinayeti işleyenlerce değil, dönemin başbakanından içişleri bakanına, bilimsel mütalaa vermesi beklenen Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı'ndan ana akım medyaya herkesçe yapıldığını dosyayı başından bu yana takip eden Şırnak Barosu başkanı Rojhat Dilsiz'den öğreniyoruz.
14.01.2015'te öldürülen çocuğun otopsi raporunda kafatasında mermi tespit edilmese ve polis aracının kamerasına ait görüntüler olmasa belki de gerçekten “onlarlık” bir şey olmayacak, ne çocuğu vuran polis "yanacak", ne de diğerlerinin başı ağrıyacaktı. Nihat Kazanhan, yaşıtları Uğur Kaymaz ve Ceylan Önkol gibi faili meçhul kalacak, kamu görevlisi failleri herhangi bir ceza almadan "görevlerine" devam edecekti.
Ancak bu defa karakol bahçesine gömülemeyen somut başka deliller ortaya çıkınca durum değişti. Delillerin gizlenememiş olması nedeniyle yargı da mecburen sürece dahil oldu ve yine mecburen bir yargılama yürüttü. Fakat bu yargılamada faile elinden geldiğince yardımcı olmaktan da geri durmadı. Cizre Ağır Ceza Mahkemesi polis memuru M.N.G. hakkında olası kastla öldürme suçundan önce müebbet hapis cezası verdi, ardından o cezayı anlamsız kılacak, faili bir nevi ödüllendirecek şekilde "haksız tahrik" indirimi uyguladı. Böylece müebbet hapis cezası önce 16 yıla düşürüldü, bu da yetmedi, ayrıca takdiri indirim uygulanarak sonuç 13 yıl 4 ay hapis cezası olarak belirlendi. Fakat bu ceza da mevcut infaz kanunundaki düzenleme doğrultusunda faile 3 ay gibi bir süre cezaevinde kaldıktan sonra önce açık cezaevine çıkarılma, ardından da Covid 19 düzenlemesi gereği denetimli serbestlik kapsamında izinli sayılıp evine dönme imkânı verecekti.
Yerel mahkeme, olayı gördükleri halde ortaklaşarak gizlemeye çalışan diğer 4 polisi de ödüllendirdi. Normalde cezası en az iki yıl olan "kamu görevlisinin suçu bildirmemesi" suçundan her birine 5'er aylık hapis cezası verip hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına hükmetti.
'GÖRÜNTÜ OLARAK KÜÇÜK ÇOCUKLAR'
Yerel mahkemenin cinayeti işleyen sanık polisle ilgili verdiği haksız tahrik indiriminin gerekçesi ise yargının bu konudaki yaklaşımı açısından ibretlik vurgularla doluydu. Gerekçedeki vurgular bir mahkemenin ifadelerinden çok hükümet memuru köşe yazarlarının çalakalem yazdığı metinleri andırıyordu. Buna göre; (...) "PKK/KCK'nın Arap baharının getirdiği Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki kaos ortamından faydalanarak amaçlarına ulaşmayı planladığı" (...) "halkı devlet güçlerine yönelik tahrik ettiği bir dönemin yaşandığı" (...), "güvenlik güçlerine yönelik tahrik edici eylemlerin arttığı", (...)"terör örgütünün bölgede cezasızlıktan faydalanmak amacıyla görüntü olarak küçük çocukları gösterilerde ve eylemlerde önde kullandığı" bilinen gerçeklerdi.
Devamla; "İşte böyle bir ortamda maktülün sanığın bulunduğu araçlara ve yoldan geçen güvenlik güçlerine ait araçlara taş atan grup içerisinde bulunduğu", "o gün Cizre ilçesinde bazı milletvekillerinin katıldığı, stres yoğunluğu yüksek gösterilerin olduğu", "maktulün bulunduğu grubu yönlendiren ve her an eyleme katılabilecek insanların olabileceği dikkate alındığında, sanığın maktül ve dahil olduğu grubun, bölge şartlarının da getirdiği haksız bir tahrik altında eylemini gerçekleştirdiği kanaatine varılarak, hakkı ve nispeti oranında haksız tahrikten dolayı indirim yapılması yoluna" gidilmişti.
Böylece "görüntü olarak küçük çocuk", "stres yoğunluğu yüksek gösteriler", "bölge şartlarının getirdiği haksız tahrik", "her an eyleme katılabilecek insanların olabileceği" gibi, ne hakla ne hukukla izah edilebilecek, ne mevzuata ne içtihata dayalı, son derece keyfi, son derece subjektif, son derece politik ifadeler bir mahkeme kararının temeli için kullanılabildi. Özetle mahkeme, Arap baharından Kürt sorununa Ortadoğu'nun tüm yükünü 12 yaşında katledilmiş bir çocuğun omuzlarına yüklüyor, sanığa ceza indirimi uygulayabilmek için her türlü siyasi argümanı kararına yansıtıyordu.
Yerel mahkeme gerekçeli kararında sanık polis lehine hüküm oluşturabilmek için bu çabayı gösterirken maddi gerçeği tahrif etmekten de geri durmuyordu; Nihat Kazanhan'ın polise taş attığını gösterir herhangi bir delil ortada yokken çocuğu taş atan grubun içinde göstermeye çalışıyordu. Bu hususu da Anayasa Mahkemesi'nin kararından aktaralım: "(Mahkemece) ölen çocuğun polis memurlarına taş atan grubun içinde olması olgusuna dikkat çekilmiş ancak çocuğun bizzat taş atan kişilerden biri olduğu yönünde bir belirlemede bulunulmamıştır."
Çocuğu vurduktan sonra orada bulunanlara "hepinizi böyle öldüreceğim" dediği savcılıkça ifadesi alınan iki tanığın anlatımına yansıyan sanık polis hakkında böylece kolayca hem haksız tahrik indirimi hem de iyi hal indirimi uygulanabildi. Mahkeme, muhtemelen yasada başka indirim imkanları olsa onları da kullanmaktan geri durmayacaktı.
DAVA YENİ BAŞLIYOR
Yukarıdaki her biri birer hukuk garabeti olan hususları Anayasa Mahkemesi'nin 29/12/2022'de Resmi Gazete'de yayınlanan kararından öğrenebildik. Çocuğun ailesi Anayasa Mahkemesi'ne başvurmasa bu garabetlerin her biri Cizre Ağır Ceza Mahkemesi'nin dosyasında saklı kalacak, aile ve avukatı dışında kimsenin haberi dahi olmayacaktı. Zira ne bunu dert eden bir üst yargı makamı vardı (karar Yargıtay incelemesinden de geçerek kesinleşmişti) ne de kamuoyuna duyuracak bir medya veya sivil toplum kuruluşu bırakılmıştı.
Öte yandan 12 yaşında, başından vurularak öldürülen bir çocuğun yaşam hakkının ihlal edildiğinin kabulü için ölümünden tam olarak 8 yılın geçmesi gerekti. HDP'nin hazine yardımına bloke konulmasını iki haftada karara bağlayabilen Anayasa Mahkemesi, 2019'da yapılan başvuruyu üç yıl sonra -lütfen- karara bağlayabildi.
Şırnak Barosu başkanı Rojhat Dilsiz "Son 20 yılda benzer durumlarda 350’den fazla çocuk öldürüldü. Failleri bulun(a)madı" diyor. Safça bir iyi niyetle bakıldığında AYM'nin Nihat Kazanhan kararı bu yönüyle cezasızlık politikasının önüne geçmek açısından bir örneğe dönüşebilir mi? Elbette bu, siyasetten kamu kurumlarına, yargısından medyasına tüm kurumların delilleri karartmak için işbirliği içinde hareket etmediği, hukuku suçluları aklamanın veya cezadan kurtarmanın aracı olarak kullanmadığı bir ülkede mümkün. Yine de Nihat Kazanhan davası AYM'nin bu kararından sonra yeni başlıyor sayılır. Nihat gibi katledilmiş "görüntü olarak küçük" yüzlerce Kürt çocuğunun yaşam hakkını savunmak ve görünür kılmak bakımından herkesin bu davayı bundan sonra daha dikkatle izlemesi elzem.