YAZARLAR

Bir La casa da papel hikayesi…

Bir neoliberal ‘La casa da papel-merkez bankası’ filmi bu ve ben bu filmin sonunu iyi biliyorum. Para müptelası iktidar, yoksunluk krizine tutulup, paraya ihtiyacı olduğunda, kendini daha ucuza pazarlıyordu. Paralarının değerinin düşmesi onları hiç üzmüyordu. Hatta seviniyorlardı bile.

2000 yılının başlarında gayet zengin bir ülkeydi Arjantin ama bu zenginlik, daha çok para koleksiyoncuları içindi. Piyasada çeşit çeşit para vardı. Her eyalet kendi parasını basıyordu. Kolay iştir aslında para basmak. Tek sayfalık dergi gibi düşünün, bir afili devlet adamı fotoğrafı da koyarsanız alın size para.

Az yazılı, birkaç imza ve sıfırları kadar değerli ya da değersiz kağıt ve içinden filigran geçen bir masaldı kulağımıza fısıldanan…

Bizim cebimizdeki çok az doları, her gün harcasak da bitmiyordu. Ne kadar harcasak, ertesi gün, bir öncekinden daha çok peso ediyordu. Artık hangi eyaletteysek, oranın merkez bankasının, parasından doldurup, o gece hepsini harcıyor, ertesi gün daha az dolara daha çok peso alıp, bira içiyorduk mesela…

Dolar yükselip duruyordu her gün…

Bir neoliberal ‘La casa da papel-merkez bankası’ filmi bu ve ben bu filmin sonunu iyi biliyorum. Para müptelası iktidar, yoksunluk krizine tutulup, paraya ihtiyacı olduğunda, kendini daha ucuza pazarlıyordu. Paralarının değerinin düşmesi onları hiç üzmüyordu. Hatta seviniyorlardı bile. Bunun nedeni, sadece kişisel servetlerinin, dolar bazında, İsviçre bankalarında filan olması da değildi. Vatansever, sevinçli bir telaş içindeydiler ve buna kaptırmışlardı kendilerini. Şöyle bir matematikleri vardı kafalarında. Dolar, düştüğünde, yabancı yatırımcı, daha az dolar ile daha çok şey alabileceği için, daha çok gelecekti.

Sonunda dolar yükseliyor, yükseliyor, yükseliyordu.

Bunun karşısında yoksullar, verimli ve doğrudan yöntemlerle, ulus ötesi tekellerin marketlerini talan ederek ihtiyaçlarını karşılıyor, barikatlarla yol kesip, kendilerini mevsimlik de olsa işe aldırıyorlardı. Aldıkları para pek işe yaramazsa, bu sefer takas pazarları kuruyor ve hatta kendi paralarını basıyorlardı.

Doların umurunda olmuyordu, artıyordu o

Her şey daha kelepir oluyordu dışardan bakan için. Neredeyse ne alırsanız bir milyoncu dükkanına dönüşüyordu ülke, Bunca yıl sata sata geride ne kalmışsa artık, onlar konuyordu vitrine; Petrol boru hatları, rafineler, daha önce nasıl olmuşsa satılmamış köşe bucak, tren, su tesisatı, elektrik kabloları, hava cıva…

Daha çok sıfırlı peso değerinde, daha az sıfırlı dolara, batan geminin mallarıydı bunlar.

‘Ne kadar rezil olursak, o kadar iyi’ idi yeni politika…

Para basıyordu La casa da papel ama para basmak için kağıt almaya bile, işe yaramıyordu bu paralar.

Birden aklıma geldi bu hikaye nedense…


Metin Yeğin Kimdir?

Yazar, belgeselci, sinemacı, gazeteci, avukat, seyyah... CNN-Türk, NTV, Kanal Türk, Al Jazeera, Telesur televizyonlarına 200'e yakın belgesel ve kurmaca filmler yaptı. Türkiye'de Cumhuriyet, Radikal, Birgün, Gündem; dünyada Il manifesto, Rebellion gazetelerine köşe yazıları yazdı. Dünyanın sokaklarını anlattığı 10'dan fazla kitaba sahip. Dünyanın farklı yerlerinde yoksullarla birlikte evler inşa etti, bir sürü farklı işte çalışarak yazılar yazdı, filmler çekti. Birçok ülkede kolektif çalışmalara katıldı, kooperatif örgütlenmelerine öncü oldu. Ekolojik direnişlere katıldı, isyanlara tanıklık etti. Türkiye ve birçok ülkede öğretim üyeliği yaptı... Ve dünyayı değiştirmeye çalışmaya devam ediyor hâlâ...