Bir mesele olarak çocuk edebiyatı: Yazarlar anlatıyor
Bu hafta çocuk edebiyatını tüm boyutlarıyla ele alacağız. Yazar Sevim Ak, Süleyman Bulut, Şeniz Baş ve Zeynep Alpaslan dosyaya görüşleriyle katıldılar.
Birgül Sevinçli
Bu hafta çocuk edebiyatını tüm boyutlarıyla ele alacağız. Yayıncılarla başladığımız çocuk edebiyatı dosyasına yazar Sevim Ak, Süleyman Bulut, Şeniz Baş ve Zeynep Alpaslan ile devam ediyoruz.
Gençlerin, çocukların kullandıkları dili, sevdikleri müzikleri, izledikleri dizi ve filmleri, oynadıkları güncel oyunları nasıl takip ediyorsunuz?
Yazar Sevim Ak: Gençlerle en çok Ev Kütüphanemiz'de karşılaşıyorum. Kitap ödünç almaya, Kitap Kurdu Kulüplerimizin tartışmalarına katılmaya geliyorlar. Farklı kültürlerden gelen çocukların ilgi alanları değişebiliyor. Karşılıklı sohbetlerden az çok fikir sahibi oluyorum. Gençlerin ilgi gösterdiği film ve kitapları takip etmeye çalışıyorum.
Yazar Süleyman Bulut: Özel olarak, planlayıp programlayarak takip etmek gibi bir çabam olmadı hiç… Zaten çocuklarla çevrili bir hayatın içindeyiz. Ailede, akrabalarda, komşularda, mahallenin sokaklarında çocuklarla iç içeyiz. Ayrıca, çok sık gittiğim (salgından önce tabii) okul etkinliklerinde çocuklarla yaptığım sohbetleri de buna ekleyebiliriz. Biraz dikkat ve gözlemle, onların özel kelime seçimlerini, cümle kurma tarzlarını, espri konularını ve tarzlarını yakalıyorsunuz. Yapmanız gereken, gündelik hayatın kargaşası ve telaşı içinde kaybolmamaları için bunları notlamak. Kelime avcılığı, cümle avcılığı… Bir sözlük oluşturmak.
Yazar Şeniz Baş: Çocuklarla bir arada olmayı kilit nokta olarak görüyorum. Ama bir arada olmak kadar onlarla iletişim içinde olmak da gerekiyor. Dinlemeyi ve gözlemlemeyi, samimi sohbetleri önemsiyorum. Samimi bir sohbet, içten bir ilgi ve üstten olmayan bir yaklaşımla çocukların anlatmayacağı bir konu yok. Bir de bir çocuk kitapları yazarının çocukluğuyla ilişkisini kesmemiş olmasını ümit ediyorum. Bunun dışında sosyal medyayı, yurt dışı ve yurt içi yayınevlerini, televizyon kanallarını ve çocuk dergilerini kaynak olarak kullanıyorum.
Yazar Zeynep Alpaslan: Çocuk kitaplarım okullarda okutulduğundan, sık sık okul etkinlikleri kapsamında çocuklarla bir araya gelip sohbet etme şansı yakalıyorum. Eskiden yüz yüze yapabiliyorduk bunu, son zamanlardaysa online atölyeler düzenliyorum. Tabii ki onların dünyasında neler olup bittiğini bilmeyi önemsiyorum, ancak güncel popüler kültür ürünlerini kendi yazdığım hikâyelerimde referans olarak kullanmıyorum. Çünkü zamansız şeyler yazmak, kuşaklar boyunca okunmak istiyorum.
Teknolojinin son yıllarda daha da hızlı geliştiğini ve günümüz çocuklarının hayatlarının merkezinde yer aldığını düşünürsek; yaratım, teknoloji ve kitap ilişkisi hakkında ne söylemek istersiniz?
Sevim Ak: Günümüz çocukları teknolojik çağa doğdular. Hazır sunulan kitle iletişim aygıtları yoluyla dünyayı kavramaya çalışıyorlar. Kendi imgelerini yaratmak yerine sunulan imgelere duyarlık ve alışkanlık geliştirmeleri bekleniyor. Böylelikle kendi benliğini keşfetme, iç sesini dinleme fırsatlarını kaçırıyorlar. Kitlesel halinde izlenen filmler, oynanan oyunlar ortak bir dil oluştursa da sonuçta yeknesaklığı yaygınlaştırıyor, toplumun en can alıcı sorunlarını sıradanlaştırıyor, gösteri haline getiriyor. Kitapla çocuk ilişkisinde ise yazarın açtığı yolda bilinmeze giden karmaşık bir yolculuk söz konusu. Her çocuk sözlerden mekânı, karakterleri kendi zihninde, kendi deneyimleriyle yeniden yaratıyor, sorular soruyor, arkadaşlarıyla tartışıyor, başkalarını tanırken kendi iç sesini de duyma şansı yakalıyor. Günümüzde dijital araçların anlattığı öykülerle, yazılı öyküler bir arada bulunuyor, tüketiliyor. Çocuklar, ihtiyacın yaratımının ve yatırımın teknolojik olana yapıldığını görse de, rüzgârına kapılsa da yazılı basın ürünlerine özellikle gerçek yaşamı anlatan eserlere ilgi duyuyor.
Süleyman Bulut: Teknolojik gelişmelerin yazmanın özüne ilişkin bir şeyi değiştirdiğini sanmıyorum. Ama yazılanların kitaplaşma sürecini, kitabın okuyucuya ulaşma aşamalarını ve daha önemlisi kitap okuma süreçlerini epeyce etkilediği açık. İyi yanlarını, kötü yanlarını elbette tartışıyoruz, tartışacağız ama koşulların ve malzemenin de bu olduğunu unutmamamız gerekiyor.
Şeniz Baş: Her kavram, her nesne şekil değiştiriyor, bazen de birbiriyle iç içe geçiyor. Bu, bugün değil hep böyleydi. Önemli olan duygu ve düşünceyi nasıl aktardığımız, en iyi ya da farklı nasıl anlatabileceksek onu kullanmakta bir beis görmüyorum. Bir video kitap da olabilir bir gün ya da bugün hiç bilmediğimiz bir teknoloji, bir nesne doğabilir ve kitap ona dönüşebilir. İnsan var oldukça aktarmak istediği hikâyeler de olacak ve bunun için bir yol bulacak. Burada arama motorlarında, sosyal medyada, online oyunlarda, internet kanallarında dizi izleyerek çokça vakit geçiriyor olmalarındaki bazı olumsuzlukları sadece kitapla, kitabın formatıyla ilişkilendirmeyi de doğru bulmuyorum. O hayatın içine doğdular, onu kullanıyorlar. Olumsuzluklar, hayatla olan ilişkilerine tamamıyla yansıyor, buna bazen nesne olarak basılı kitap da dâhil. Yine de içine doğduğum kuşağın alışkanlıkları ve okumanın hali hazırdaki faydaları nedeniyle, hayatlarında yine de kitaba yer açsınlar diye tavsiye ediyorum.
Zeynep Alpaslan: Teknoloji birçok şeyi mümkün kıldı ve hayatımızı çok kolaylaştırdı. Teknoloji sayesinde bugün çizdiğim karikatürleri ya da mini öykülerimi internette anında yayımlayabiliyor, çocuklara kolaylıkla ulaştırabiliyorum. Yine aynı şekilde, teknoloji sayesinde dünyada başka şartlar altında varlığından haberdar bile olamayacağım sanatçılardan haberdar olup ufkumu genişletebiliyorum. Yeni icatlar çıkıyor ve çıkacak ama en nihayetinde, her şeye rağmen, Umberto Eco’nun bir nesne olarak “kitap”ı asla terk etmeyeceğimiz hakkında söylediği “Tekerleği iki kez icat edemezsiniz” sözüyle de teselli buluyorum.
'ÇOCUKLAR İÇİN YAZMAK ÇALIŞMAYI GEREKTİRİR'
Çocuk edebiyatında içerik (konu, mesaj kaygısı, eğitici olma şartı vs.) dil ve üslubu oluşturan anlatım biçimi ve estetik kaygıdan daha mı önde?
Sevim Ak: Çocuk edebiyatı alanında öğreticilik geçmişte yaygındı. “Çocuklar doğduğunda zihinlerinde boş bir kâğıt vardır, biz verdiğimiz bilgilerle kağıdı istediğimiz şekilde donatırız” bakışından kaynaklanırdı. Bugün çoğunlukla bu anlayıştan uzaklaşıldı. Bu anlayış yerini, dünyanın farklı köşelerinde yaşayan çocukların sorunları üzerinde düşündürten, yönlendirmeyi okura bırakan, tartışma olanakları sağlayan kitaplara bıraktı. Günümüzde prestijli yayınevleri estetik bilince, yenilikçi biçimlere önem veren anlayışla yerli ve çeviri kitaplar yayınlıyorlar. Çocuk yayıncılığı piyasasını verimli bir alan olarak gören, çocuğa göre olmayan, estetik ve sanatsal duyarlıktan yoksun kitaplar üreten editörü, çizeri, yazarı belli olmayan kitaplar basan çok sayıda yayınevinin olduğunu da söylemeliyim.
Süleyman Bulut: Kısmen evet ama bu çocuk edebiyatının kendine özgü yapısından geliyor sanırım. Çocuklar için yazarken çocuğun düzeyini dikkate alarak, ‘çocuğa göre’, yazmaya dikkat ederiz. Yani kelimeleri çocuğun kelime dağarcığını dikkate alarak seçersin, metnin çağrışımsal zenginliğini düzenlerken çocuğun soyutlama yapabilme düzeyini dikkate alırsın, cümlelerini kurarken yine öyle… Dolayısıyla yetişkinlere yazar gibi yazamazsın… Bu yüzden, yetişkin edebiyatında ‘anlatılandan çok anlatım tarzı’ belirleyiciyken, çocuk edebiyatında pek o kadar değil. Aman dikkat; bundan çocuk edebiyatında anlatım tarzının önemsiz olduğu sonucu çıkarılmasın sakın! Söylemek istediğim, çocuklar için yazarken edebi açıdan daha yalın (basit değil!) olmak durumundasın. Bu da anlatılanı, yani konuları daha önde gösteriyor.
Şeniz Baş: Bu çok genel bir başlık aslında. Genel gözlemim, içerik meselesinin daha önde olduğu yönünde. Ama olmadığı durumlar da var. Bu, yazarın hayata bakışı ve yapmak istediğiyle ilgili diye düşünüyorum. Kimi mesaj vermek için yazar, kimi o konuyu anlatmak için kimi de yazması gerektiği için yazar. Bana göre her şeyin başı hikâyedir. Önce bir hikâyeniz vardır. O hikâyeyi nasıl anlatacağınızı ise kendiniz bulursunuz. Yani üslubunuzu, dilinizi, sizin o hikâyeyi nasıl ortaya koyacağınızı keşfedersiniz. Ancak birbirinin kopyası üslup çokça var, okuyorum, görüyorum. Bir kitap tutunca onun onlarca türevi türeyebiliyor. Bunda temel sorunun çocuklar için kitap yazmanın kolay algılanmasının da payı var. Biraz sivri olacak ama her çocuğu olan, her eğitimci ya da herhangi bir alanda ortaya eser koymuş yazmış bir yazar, çocuk kitabı yazamaz. Çocuklar için yazmak, çalışmayı gerektirir. Daha da çok gözlemlemeyi ve üzerine düşünmeyi gerektirir.
Zeynep Alpaslan: Bir keresinde Tüyap’taki imza günümde bir hanımefendi kitaplarıma baktıktan sonra bana doğru eğilip “Eğitimcisiniz, herhalde?” demişti. “Hayır, ben yazarım” diye karşılık vermiştim. “Yani, edebiyatçıyım.” Ama bu yanıt hanımefendiyi pek tatmin etmemiş olacak ki, kitaplarıma sırtını dönüp gitmişti. Öğretme kaygısı nitelikli edebiyatın önüne geçip bol bol da alkış alabiliyor günümüzde. Ama ben böyle örneklerin gelip geçici olduğunu, yüz yıl sonraya kalmayacağını biliyorum. Çocuklara güzel mesajlar vermenin sakıncası yok elbette ama bir çocuk kitabını iyi kılan tek şey, verdiği mesaj olamaz.
Şiddet; günümüzün en büyük problemi, yapılan araştırmalar zorbalığın her türünün yakın çevremizde ve aile içinde oransal olarak daha yüksek olduğunu gösteriyor. Çocuklara şiddeti anlatırken neleri gözetmek gerekir?
Sevim Ak: Çocuklar ailede olsun, akranları arasında olsun, oynadıkları oyunlar ve izledikleri filmlerde olsun şiddetle iç içeler. Dijital ortam, en acımasız sahnelerle çocukları yüz yüze getirirken duyguları harekete geçirmiyor, varken bir anda hiç yokmuş, olmamış gibi davranıp şiddeti sıradanlaştırıyor. İlişkilerimize de aynı boşvercilik, sıradanlık çerçevesinde yön veriyor. Çevremizde canlılara uygulanan şiddeti duyularımızla derinden hissedip empati geliştirirsek, her türden şiddeti onaylamazsak, dayanışmanın yolları ve başka bir iletişimin mümkün olabilirliğini tartışabilirsek onunla yüzleşebiliriz ancak.
Süleyman Bulut: Şiddetin yanlışlığını yazarken bence gözetilmesi gereken en önemli nokta; öykü veya romanı öğütlerle, uyarılarla, akıllar, fikirlerle doldurmak değil, şiddetin yanlışlığını, çocuğun okuduğu öyküden, romandan çıkarmasını - bakın burası önemli- kendisinin çıkarmasını sağlamak! İyi çocuk edebiyatı, kurgusuyla, olay örgüsü ve karakterleriyle, anlatımıyla, özgün, küçük edebi buluşlarıyla bunu yapan edebiyattır. Yazar, bunu öyküsünde anne, baba, öğretmen edasıyla öğüt verir gibi yaparsa çocuk okur geçer; bir iz kalmaz, bir soru işareti doğmaz, bir “Aaa!” şaşkınlığı, bir “Haaa!” farkındalığı yaşanmaz. Ama tersi olursa, çocuk, şiddetin yanlışlığını okuduğu öyküden kendisi çıkarırsa -öykü, buna olanak sağlıyorsa; burası da önemli- sonuç kalıcı olur. Kendi çıkardığı sonucu kendine ekler çocuk. Ne demek istediğimi örneklemek için, şiddeti çocuklara edebi nitelikle anlatan örneklerinden ikisinin adını anmak isterim. Nazi şiddetinin boyutlarını çocuklara, ‘çocuğa göre’ anlatmayı başaran 'Çizgili Pijamalı Çocuk' (John Boyne) ve akran, arkadaş zorbalığını anlatan 'Pal Sokağı Çocukları' (Ferenc Molnar).
Şeniz Baş: Çocuklara anlatılmayacak bir kavram olduğunu düşünmüyorum. Önemli olan nasıl anlattığınızdır. Aslında bir önceki soruda değindiğimiz bu. Bunun bir pedagojik ve yayıncılık alt yapısı da var, bunlara vakıf olmak lazım. Her yazar oturup çocuk gelişim psikolojisi çalışsın demiyorum elbette. Ben çalışıyorum ama bu zorunlu değil. Ama editörlerin çalışması gerektiğini kesinlikle düşünüyorum; yazara bu konuda yol gösterecek olan odur çünkü. Bu arada uzman klinik psikologlardan destek alıyorum, farklı editörlerden görüş alıyorum. En önemlisi çocuklara soruyorum, onlar zaten neyin nasıl olması gerektiğini size anlatıyorlar. Seçtikleri kelimeler, kullandıkları üslup size nasıl yazmanız gerektiğini gösteriyor. Üstenci bir bakışın gereği olmadığı kanısındayım.
Zeynep Alpaslan: Çocuklara şiddeti anlatırken şiddeti sadece “öteki”ne mahsus, onun yaptığı bir şey olarak sunmak yerine, kendi içimizdeki şiddet dürtüsü ve bununla nasıl baş edebileceğimiz gibi konular üzerinde de durabiliriz. Merhametli olmanın önemini anlatabiliriz, hem insanlara hem de hayvanlara karşı. Hepimizin karanlık bir tarafı var ve onu beslememeyi ne kadar erken yaşta öğrenirsek o kadar iyi, diye düşünüyorum. Ve zorbalığa uğramanın onun suçu olmadığı gibi, zorbalık yapmanın da onun kaderi olmadığını çocuğa bir şekilde anlatabilmenin gerekli olduğuna inanıyorum.
'ÇOCUKLARA HAYATI PAMUK ŞEKER KIVAMINDA ANLATMA TARAFTARI DEĞİLİM'
Çocuk kitaplarında sansür uygulanıyor mu? Sizin kendinize çizdiğiniz bir kırmızı hat var mı
Sevim Ak: Çocuklara her türden meseleyi uygun dil ve anlatım özellikleri kullanarak anlatabilirsiniz. Küçük yaştaki çocuklara bilinçaltında olumsuz duyguların yeşermesini teşvik eden sözler ve konular sunmak, onların ruhlarını, umutlarını zedeleyebilir. Yetişkin hayata baş edemedikleri korkular ve travmalarla geçiş yapabilirler. Her yaşa uygun anlatım biçimini, mizahi, hayali ögeleri kullanarak bulabilirsiniz. Ben de bu çerçeveden bakarak kendi iç denetimimi uygularım.
Süleyman Bulut: Evet, kırmızı çizgim var: Çocuğa göre yazmak ve iyi yazmak; tek kırmızı çizgim bu. Yazdıklarımı bu kırmızı çizgime göre yeniden yeniden yazarak en iyi sonucu almaya çalışırım.
Sansüre gelince; sansür iki kanattan işlemektedir. Bir, yazarın kendisinin kendisine uyguladığı sansür. İki, devlet veya yayınevi tarafından gelen sansür. Çalıştığım yayınevlerinde bir sansür uygulamasıyla karşılaşmadım; başka yayınevlerinde var mı, doğrusu bilmiyorum.
Devlete gelince, giderek artan sansür uygulamalarını hep birlikte görüyoruz. Devlet sansürü, açık ve örtülü olmak üzere iki şekilde uygulanıyor. Açık sansür uygulamalarından, edebi nitelikli birçok kitabın yasaklanmasından, okullara ve kütüphanelere girmesinin engellenmesinden hepimizin haberi var. Ama bir de örtülü sansür var ki, o pek gün yüzüne çıkmıyor. Örtülü sansür dediğim, devletin taraf tutarak, kendi ideolojisine, kendi doğru bildiklerine uygun kitapları – pek çoğu edebi nitelikten, çocuk kitabı niteliklerinden yoksun olmasına rağmen – çocuklara, okullara, kütüphanelere ve öğretmenlere dayatması.
Şeniz Baş: Yayınevlerinde uygulandığını duymadım, görmedim. Ama ben büyük yayınevlerinde çalıştım, bütün yayıncılık dünyası için konuşmak istemem. Bence o sansür, ailelerde ve eğitim kurumlarının eleme yöntemlerinde var. Onlar daha katılar, o yüzden bazı yazarlar, yayınevleri oraya uyumlanmayı tercih edebilir. Benim için odak çocuklardır, çocuğu bir birey olarak görürüm. Bir bireye de 'sen bunları öğrenme' deme hakkını kendimde görmüyorum. Dolayısıyla benim kırmızı hattım yok. Kendi belirlediğim yaş grubunun algısı ve kelime haznesi içinde her kavramı, durumu onlara uygun şekilde aktarabilmeyi hedefliyorum. Bunun içinde şiddet de var, kötülük de, iyilik de, yardımlaşma da, kıskançlık da, kadın erkek eşitliği üzerine dahi alt metinler var kitaplarımda. 'İkizler Çetesi', alt temalarından birisidir mesela kadın erkek eşitliği, 'Korsanların Seyir Defteri'nde kıskançlık hatta bunun getirdiği çelme takma, engelleme de anlatılmıştır. 'Arkadaşlık Çok Karışık' ise akran ilişkilerindeki her türlü sorunu içerir, buna zorbalığın her türü dâhil. 'Korkunç Güzel İnternet'te dijital tacizlere değiniliyor. Ezcümle: Çocuklara hayatı pamuk şeker kıvamında anlatma taraftarı değilim, her deneyimin kendi içinde acıları, mutlulukları, kötülükleri iyilikleri var. Hayatın kendisi nasılsa öyle, hikâye neyi gerektiriyorsa o.
Zeynep Alpaslan: Çocuklara her konuyu anlatabilirsiniz, ancak kullandığınız dile dikkat etmek ve örneğin nefret söyleminden ya da ayrımcı, ırkçı, cinsiyetçi, türcü bir dilden uzak durmak zorundasınız. Öte yandan, içeriğe bazen biraz fazla karışıldığını düşünüyorum. Bazı yayınevleri aşkı, boşanmayı, ölümü ve bunun gibi temaları kara listeye almış durumda. İstiyorlar ki çocuk her şeyin güllük gülistanlık olduğu bir dünyada yaşadığını sansın! Ben, bunun psikolojik ve pedagojik açıdan yanlış olduğunu düşünüyorum. Mesela, boşanmış bir ailenin çocuğu olarak, o yaşlarda bu temada kitaplar okusaydım kendimi uzaylı gibi hissetmezdim, diye düşünüyorum.
''BAŞKA TÜRLÜSÜ DE MÜMKÜN' FİKRİNİN OLUŞMASINA KATKI VEREBİLİRİZ'
Baskının giderek arttığı günümüz Türkiye’sinde “özgürlük ve birey olma ‘’ fikrinin kitaplar aracılığı ile çocuklarda oluşabilmesinde çocuk edebiyatı yazarlarının sorumluluk alması gerektiğine inanıyor musunuz?
Sevim Ak: Saf çocuk edebiyatı örnekleri, çocuklara özgür ve düşünen bireyler olma yolunda eşlik eder. Çocuk kitaplarında cinsiyetçilik, toplumsal rol belirleme, eşitsizlik vurguları yapmak, toplumsal alanda var olan ayrımcılıkları onaylayarak yansıtmak hem topluma hem bireye zarar verir. Toplumda olup biteni olduğu gibi kabullenmek yerine, bireyin kendi kişisel tavrını önyargılardan, dogmalardan arınmış, farklı argümanlarla tartışmaya hazır halde ortaya koyabilmesinin önünü açmalıdır çocuk edebiyatı. Biz yazarlar, belki büyük değişimler yaratamayabiliriz ama ‘başka türlüsü de mümkün’ fikrinin zihinlerde oluşmasına katkı verebiliriz.
Süleyman Bulut: Tevfik Fikret’in ünlü, “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür…” dizesine gönderme yaparak söylersek, “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” çocukların yetişmesinde elbette yazarların da bir sorumluluğu olacaktır. Kişiliğin çocuk yaşlarda oluşmaya başladığını ve eğitim kitabı ya da edebi kitapların bu yaşlardan itibaren çocuğun hayatına girdiğini düşünürsek, bu sorumluluğun önemini daha iyi anlarız. Yazar, bu sorumluluğunu - yukarıda değinmiştim ama önemli olduğu için tekrar etmek isterim- anne, baba, öğretmen edasında kitaplar yazarak değil, edebi nitelikli, iyi öyküler, romanlar, şiirler, masallar yazarak yerine getirebilir. Niye mi? Bu soruya en yetkin cevabı İtalyan sosyalist kuramcı Gramsci, şu cümlesiyle veriyor bence: “Sanat, eğitici sanat olduğu için değil, sanat olduğu için eğiticidir. Çünkü eğitici sanat olarak sanat, hiçbir şeydir, hiçbir şey olan sanat eğitemez de.”
Şeniz Baş: Böyle bir zorunluluk olduğunu düşünmüyorum. Bu sorunun cevabı da öncekilerin içinde aslında, yazar çocuklara şunu aşılayayım diye yazdıkça o edebiyat olmaktan çıkar. O zaman “çocuklar için özgürlük ve birey olmanın yolları” başlıklı kurgu dışı bir kitap yazsın diye düşünüyorum. Elbette kavramlar, değerler metinlerde kendini gösteriyor. Ama bu bir roman yazarken nasılsa öyledir. Özgürlük, yazarın bir değeriyse metne yansır zaten, değilse yapay kalır. Yazar, eğitmen değil; yazar sadece yazar. Burada yazarın hangi konulara değinip hangi konulara değinmeyeceğini söylemek ya da bu sorumlulukları yüklemek ideolojik bir yaklaşım getirir. “Özgürlük”, genel kabul gören bir kavram olarak öne konulursa bunun arkasına herkes istediği kavramı takabilir, bu da içinden çıkılmaz bir hal alır.
Zeynep Alpaslan: Bence bir çocuk kitabı yazarının tek bir sorumluluğu vardır, o da çocuklar için nitelikli kitaplar yazmaktır. Bunun sonucunda çocuklar zaten kendilerine ait bir okuma zevki geliştirecek, kitap okumaktan zevk almayı öğrenecek ve zaten kaçınılmaz olarak özgür düşünen, yaratıcı, hayal gücü geniş ve empati kurabilen bireyler haline geleceklerdir.
Etik, estetik ve psikolojik bağlamda çocuk edebiyatının sosyoloji ve psikoloji ile ilişki içinde olması gerektiğini düşünüyor musunuz?
Sevim Ak: Elbette. Çocuk edebiyatı, sosyal psikolojinin alanına giren konuları kullanır. İnsan davranışlarını gözlemlerken duygu, düşünce, inanç, tutum ve niyetleriyle de bağlar kurar. İtaat, ön yargı, stres, çatışma, iletişim, dil, önyargı, cinsellik, şiddet, kültür gibi konularda tutarlı bir arka plan oluşturmadan çocuk edebiyatına soyunmayı sakıncalı bulurum. Çocuk edebiyatı, derin ve çok katmanlı, birçok disiplinle bağlantılı bir alandır. Yaratıcı yazarlık, çocuk kitabı yazarlığı atölyeleriyle kısa yoldan bu alanda ürün vermeye kalkmak, alana zarar verir.
Süleyman Bulut: Elbette ilişki içindedir, elbette ilişkilidir ama bu, kötü bir kitap örneğiyle karşılaşılınca, koro halinde, “çocuk kitapları, psikologlar ya da devlet tarafından denetlensin!” çığırtkanlığında söylenmek istenen ilişki değildir. Her edebi kitap hayattan yola çıkar ama onu taklit etmez; kurgular ve yeni hayatlar, yeni karakterler yaratır. İkisinin de sosyolojisi ve psikolojisi elbette vardır ama hayatın sosyolojisi ve psikolojisiyle edebi çalışmanın ya da edebi karakterlerin sosyolojisi ve psikolojisi aynı şey değildir. Kötü kitaplar, yazarın sosyoloji ya da psikoloji bilmemesinden dolayı değil, iyi yazılmamış olmasından, edebi niteliklerden yoksun olduğu için kötüdür. Onun için bir kitap yazılırken ya da değerlendirilirken elbette sosyoloji ve psikolojiden yararlanır ama edebiyat eseri sosyoloji ve psikolojiye indirgenemez.
Şeniz Baş: Edebiyatın kendisi birçok farklı disiplinle iç içedir zaten. Bundan çocuk edebiyatı azade değil.
Zeynep Alpaslan: Bütün sanatlar toplumdan ve insan ruhundan beslenmez mi zaten? Etik meselesi ise çocuk kitaplarında özellikle üzerine titrenmesi gereken bir mesele. Ama bir çocuk kitabı illaki toplumsal mesajlar vermeli ya da topluma ayna tutmalı diyorsanız, ona katılmıyorum.
'EĞİTİM KİTAPLARI YAZMAK BAŞKA ŞEY, ÇOCUK KİTABI YAZMAK BAŞKA ŞEYDİR'
Çocuk Edebiyatı kitaplarının eğitim ile sınırlandırılmış amaçlara göre yapılandırılması kurgunun bir okuma öğrenme sürecinin kalıplarına sokulması konusunda ne düşünüyorsunuz?
Sevim Ak: Okulların okuma listelerinde kolayca yer almak için ders temalarına uygun mesajlar, bilgiler, davranış ve tutum kalıpları kurgunun olanakları kullanılarak verilmeye başlandı. Çocuk ince hesaplarla yapılmış olsa da bu tarz kurguları çok güzel fark ediyor. Çoğunlukla tuzağa düşmüyor. Sevdiği kitapları değil, öğretmeni istediği için o kitabı okumaya çalışıyor. Çocuk edebiyatı, hem çocuk hem de yetişkinlere zevk vermelidir. Yazarın zihninden, deneyiminden özgürce çıkan, okuru öznel dünyasından koparıp olaylar zincirinin, karakterler arası iletişimin izini sürdürürken yazarın sürprizli dünyasını da keşfetmeye çağıran edebi eserlere gereksinimiz var; metnin boşluklarında dolaşırken kendini ya da ötekini bulduran, sürüklediği atmosferde çağrışımlarla yol alırken okura yalnız olmadığını hissettiren yapıtlara.
Süleyman Bulut: Her kitap hayata dair bir şey söyler; bu anlamda eğitimin ve öğrenmenin, okulla sınırlı olmayan bir parçasıdır. Öte yandan, çocuklar için eğitim kitabı veya yardımcı eğitim kitapları yazmak başka şey, çocuk kitabı öykü, roman vb. yazmak başka şeydir. Bunların işlevleri farklıdır, çocukların yetişip büyümesindeki yerleri farklıdır. Elbette yardımcı eğitim kitapları vardır, olacaktır da… Yanlış olan, yardımcı eğitim kitaplarının bir roman bir öyküymüş gibi; roman ve öykülerin de yardımcı eğitim kitabı gibi okutulmasıdır. Bunların adlarını doğru koymak, karıştırmamak gerekiyor. Dediğim gibi, çocuğun yetişmesi ve kişilik kazanmasında ikisinin de yeri ve işlevi vardır, yeter ki birbirlerinin yerine konmasın!
Şeniz Baş: Her kitapta, her yayınevinde bu var diyemeyiz. Hatta bazılarında hiç yok, bu yönleriyle eleştiriliyorlar bile. Elbette çocuk kitaplarının büyük bir oranı bu amaca hizmet etmeyi hedefliyor Türkiye’de. Bunun için kurulmuş irili ufaklı yayınevleri de var. Amacı bu olan ve bunu açıklayan için yayıncılık tercihi budur diye kabul etmeliyiz zaten. Ama değilmiş gibi davranan, “edebiyat” algısının altında bunu yapanlara ben biraz içerliyorum diyeyim. Benim tek derdim ise hikâyeler anlatmak ve başka dünyaların, hayatların mümkün olduğunu göstermek.
Zeynep Alpaslan: Bunun çok fazla örneği var, kendini tekrarlayan da çok fazla tema var ancak her çocuk kitabını bu kalıplar içinde değerlendiremeyiz. Örneğin benim kendi kitaplarım, özellikle de romanlarım, çocukların iç dünyası hakkında bir şeyler söyleyen edebi metinler. Önemli olan hikâyenin nasıl işlendiği. Çocukları bu tür kitaplara çeken de tam olarak bu, yani hikâyenin kendisi.
Çocuk edebiyatının yetişkin edebiyatına geçişin bir basamağı olarak da görülmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sevim Ak: Çocuklara göre edebiyat vardır ve büyüme sürecinde onlara hayatı tanımak, başkalarını tanımak ve yakınlaşmak, duygu ve duyarlıklarını geliştirmek anlamında yol gösterir. Çocuk büyürken yaşadığı çevre, gördükleri, tanıklıkları, sanat ve estetik değerlerle karşılaşmaları deneyimini zenginleştirir. Deneyimlerinin dar ya da geniş penceresinden okuduklarını anlamlandırır. Erken çocukluktan beri edebiyat, estetik beğeni ve zevkini alan çocuk, onu hayatın ileri basamaklarına daha kolay taşır. Ayrıca çocuk edebiyatı eserleri çocuklar kadar yetişkinlere de yöneliktir.
Süleyman Bulut: Bence yanlış tartışma kalıplarımızdan birisi de bu: O bunu yazamaz, şu bunu edemez… Ben her türlü geçiş fikrine açığım; herkes her şeyi yapabilir, yazabilir de… Sonuçta ortaya çıkan işe bakacağız; yapabiliyorsa, yapmışsa ne âlâ! Çocuk edebiyatından yetişkine geçmek ya da tersi durumlar için de geçerlidir bu. Yazana değil yazılana bakmak; önemli olan bu bence.
Şeniz Baş: Yanlış bir düşünceyle, yanlış bir yerden başladıklarını söyleyebilirim. Çocuk kitapları yazmak basit bir iş olarak gözüktüğü için bu tercih ettikleri de vakadır elbette. Böyle düşünenler varsa en büyük haksızlığı okurlarına yani çocuklara yapıyorlar.
Zeynep Alpaslan: Bunu ilk defa duyuyorum. Benim ilk romanım bir yetişkin romanıydı, sonra çocuklar için dört roman yazdım ve yakın zamanda da yeniden yetişkinler için bir romanım yayımlanacak. Hem çocuklar hem yetişkinler için yazan biri olarak, bir romanın hangi gruba hitap edeceğine karar vermemi sağlayan şey, sadece ve sadece nasıl bir hikâye anlatmak istediğim oluyor. Yani, buna öykünün kendisi karar veriyor. Ama etrafta çocuk kitabı yazmanın kolay olduğu yönünde bir algı olduğunun da farkındayım.
Sizin çocukken okumaktan en çok zevk aldığınız çocuk kitabı hangisiydi? Bu kitapta en çok neyi sevmiştiniz?
Sevim Ak: Çocukken ağırlıkla çizgi romanlar okurduk. Beni en çok etkileyen Cubao’nın 'Okumak İstiyorum' kitabıydı. Okumak için mücadele veren bir işçi çocuğunun hayal kırıklıklarını kendim yaşamış kadar derinden hissetmiştim. Öğretmen anne-babanın çocuğu olma şansıma sevinememiştim bile.
Süleyman Bulut: Ben Beyşehir Gölü kıyısında bir köyde doğdum. İlkokulu köyümde okudum ve o dönemde ders kitaplarından başka bir kitap görmedim, okumadım da. Ders kitapları dışındaki ilk kitabımı ortaokul için gittiğim şehrin kütüphanesinden alıp okuyabilmiştim. İlk okuduğum kitap, çocuklar için hazırlanmış '1001 Gece Masalları' idi. Sonra Reşat Nuri Güntekin’i keşfettim. Reşat Nuri’yi nerden biliyordum? İlkokul 4. Sınıf Türkçe ders kitabında okuduğum, neredeyse ezberlediğim 'Kirazlar' adlı öyküsünden. Neyi, ne kadar anladım bilmiyorum ama ortaokul dönemimde Reşat Nuri’nin bütün kitaplarını severek okudum. O dönemde okuduğum ve beni çok etkileyen kitapların arasına mutlaka 'Pal Sokağı Çocukları'nı da eklemeliyim. Radyofonik oyun olarak radyodan severek dinlediğim bu kitabı kütüphanede bulunca hemen okudum. Yıllar içinde de birçok kere yeniden okudum. Hâlâ, zaman zaman sayfalarını karıştırırım…
Şeniz Baş: Jules Verne benim her daim kahramanımdır. Onun her bir kitabı benim merakımı arttırmıştır. Bunu söylemeden geçemeyeceğim. Ama 'Alice Harikalar Diyarında', ilk okuduğum günden bugüne başucu kitabımdır. Neyi sevdiğime ise bir alıntıyla cevap vereyim.
*“Lütfen söyler misin bana, hangi yoldan gitmem gerek?
“Bu, nereye gitmek istediğine bağlı,” dedi Kedi.
“Neresi olduğu pek umurumda değil…” dedi Alice.
“O zaman hangi yoldan gittiğin fark etmez,” dedi Kedi.
Zeynep Alpaslan: Ben çocukken en çok 'Peter Pan'i severdim. Olmayan Ülke’ye gitme fikri beni büyülerdi ve Peter’in bir gece odama gelip gözlerime peri tozları serperek beni uyandıracağını, birlikte uzaklara uçacağımızı hayal ederdim.
Çocuk kitaplarının ideolojik-politik ve çağ dışı görüşleri aktarma aracı olarak da kullanıldığını düşünüyor musunuz?
Sevim Ak: Kaliteli, prestijli yayınevlerinin bu tuzağa düşmediğini gözlemliyorum. Buralarda yayıncı, yazar, çizer, editör, grafikerler belirli estetik ve etik değerler çerçevesinde kitap üretimine katkı veriyorlar. Özellikle kitaplarını büyük şehirlere değil Anadolu’ya pazarlayan çok sayıda yayınevi, amaçlı olarak çağ dışı görüşleri – dini istismar, itaatçilik, cinsiyetçilik, ırkçılık, ayrımcılık - empoze eden yayınları sorumsuzca basıyorlar. Cemaatler, tarikatlar ve onların bağlantılı olduğu okullar, kurslar, marketler, kütüphaneler yoluyla çocuklara ulaştırıyorlar. Bu türden kitapların çocuklara okumayı sevdirmesi imkânsız olduğu gibi özgürlük kavramını keyfilikle özdeşleştirip, dogmatik düşüncelere ayrıcalık tanınmasına da kapı açıyorlar.
Süleyman Bulut: Düşünmek ne kelime, örneklerini bolca görüyoruz. İdeolojik kitaplar tarihin her döneminde yazıldı, bundan sonra da yazılacak. Bu tür kitapların yazarları, çocuğu beyaz bir sayfa olarak görür, o beyaz sayfaya ne yazarlarsa çocuğun o olacağını sanırlar. Kendi düşüncelerini, ideolojilerini tek doğruymuş gibi öğretmeye, dayatarak öğretmeye çalışırlar. Çoğulcu değil, tekçidirler. Demokratik değil, baskıcıdırlar. Farklılıkların eşitliğini değil, farklılardan birinin üstünlüğünü savunurlar; hayata ötekileştirme temelinde baktıkları için (her zaman bir düşman lazımdır onlara), yazmayı da ötekileştirme temelinde yaparlar.
Öte yandan, edebi kitap yazarının da bir ideolojisi, bir dünya görüşü elbette vardır ama bunu dayatmaz; kurgusuyla, olay örgüsüyle, anlatım tarzı ve ortaya koyduğu çalışmanın demokratik yapısıyla farkındalıklar yaratır, sorular sordurur, seçenekler sunarak okuyucuya inisiyatif kullanma olanağı sağlar. Kitabı, verilmiş bir kararı çocuğa bildirmek için yazmaz; yazdığı kitapta seçenekler sunarak okuyan çocuğun, kitaptaki karar süreçlerine katılmasını sağlar. Çocuğu geliştirecek, büyütecek olan da böyle bir süreçtir.
Şeniz Baş: Kitapların ideoloji ve politika için kullanıldığı çok olmuştur. Bundan önce, şimdi ve bundan sonrada kullanılacaktır. Çocuk kitapları da payına düşeni alıyor bundan.
Zeynep Alpaslan: Ne yazık ki böyle örnekler görüyoruz. Bu tür kitapları tüylerim diken diken olarak takip ediyorum. Ve inanın bana, bunların varlığı beni daha iyi işler yapmaya, daha çok üretmeye zorluyor.