Bir Nâzım Hikmet şiirine yapılmış ilk beste: 'Bana Bak Hey Avanak'
“Bana bak!/Hey!/Avanak!/Elinden o zırıltıyı bıraksana!” dizeleriyle başlayan şiir, devrimci müziğin temel enstrümanı olduğu düşünüldüğünde tuhaf gelecek biçimde, bağlamaya yöneltilen bir eleştiridir.
Barış Yıldırım
“Nazım Hikmet'in herhangi bir şiirini ilk besteleyen kimdir? Bestelenen şiir hangisidir? Hangi yılda bestelenmiştir?” Ekin Akyaz, bu soruları sosyal medyada yönelttiğinde birçok yanıt geldi. Benim yanıtım, 1933 tarihli Cemal Reşit Rey opereti "Lüküs Hayat"ın Nâzım Hikmet tarafından yazıldığı düşünülen meşhur şarkısıydı: “Şişli’de bir apartıman, yoksa eğer halin yaman.”
Rasih Nuri İleri’nin anlattığına ve Haldun Dormen’in bir söyleşisinde Muhsin Ertuğrul’la sohbetine dayanarak doğruladığına göre, Ekrem Reşit Rey, operetin sözlerini yetiştiremeyecek olunca Nâzım Hikmet’ten yardım istenir. Şairin zaten paraya ihtiyacı vardır, “ismimi kullanmazsanız yazarım” der ve bugün de çok iyi bilinen o meşhur “Lüküs Hayat” şarkısının sözünü yazar (Güleç, s. 43). Dramatik metni zayıf bulunan bu opereti bir asra yakın bir süredir bilinir kılan en önemli etken, bu şarkı ve dolayısıyla Cemal Reşit Rey’in bestesi ile Nâzım’ın bir ana akım eğlence eserine bile dahil etmeyi başardığı sınıfsal bakışı yansıtan sözleri olsa gerek.
Ne var ki, göründüğü kadarıyla Nâzım Hikmet şiirine yapılan bestelerin tarihi daha önceye dayanıyor.
İKİ MESUT CEMİL BESTESİ: 'MARTILAR ÂH EDER' VE 'KANATLARI GÜMÜŞ'
Sosyal medya kullanıcıları, operetten bir yıl kadar önce çekilen bir film için Nâzım Hikmet tarafından yazılan iki şarkı sözüne işaret etti: "Mineli Kuş" (Muhsin Ertuğrul, 1932) filminin senaryosunu kaleme alan şair, filmde söylenmek üzere iki şarkı sözü de yazmıştı ve her ikisi de Mesut Cemil (1902-1963) tarafından bestelenmişti. (Filmin tam tarihine ve gösterilip gösterilmediğine dair çeşitli tartışmalar var.)
Murat Bardakçı’nın anlattığına göre, Nâzım Hikmet'in tutuklanmasıyla yarım kalan film için bestelenen “Martılar âh eder çırparlar kanat” ve “Kanatları gümüş yavru bir kuş” isimli şarkılar yıllarca söylendi, Münir Nurettin’in orkestra eşliğindeki yorumuyla çok sevildi fakat 12 Mart döneminde, şairi sakıncalı olduğu için TRT repertuarından çıkartıldı. Bu besteler bugün de Şevval Sam, Yasemin Mori, Çiğdem Yarkın, Münip Utandı gibi sanatçılar tarafından yorumlanmaya devam ediyor.
Ancak, şarkı sözlerini dışarıda bırakacak olursak kronoloji epey değişiyor. Nâzım Hikmet'in dramatik eserlere şarkı sözü olarak değil de doğrudan şiir olarak yazdığı ve başka besteciler tarafından bestelenen eserlerinin evveliyatına bakıldığında akla iki isim geliyor: Ruhi Su ve Zülfü Livaneli. “Karlı Kayın Ormanı”, “Kız Çocuğu”, “Bulut mu Olsam” gibi şarkılarla Nâzım Hikmet şiirlerini şarkı formatında en geniş kitlelere eriştiren ve muhtemelen şairin şiirlerini en çok besteleyen kişi olan Livaneli, sohbete dahil olarak kendi eserlerinin 1975 sonrasına ait olduğu notunu düştü. Bu durumda sorunun yanıtı Ruhi Su gibi duruyordu.
RUHİ SU: 'SÜVARİNİN TÜRKÜSÜ'
1971’de "Seferberlik Türküleri" adıyla yayımlanan Ruhi Su albümünde şairin “Dörtnala gelip uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim” diye başlayan meşhur “Davet” şiiri, Süvarinin Türküsü adıyla yer alıyor. “Ruhi Su, Nazım Hikmet’in şiirini besteleyen ilk sanatçıdır. 1950 yılında 'Süvarinin Türküsü'nü yapmıştır”, diyen Füsun Akatlı bu iddiayı ilk dile getiren kişi olsa gerek (Akatlı, s. 39).
Bu bestede müzik, ikişer dizenin sonunda tekrarlanan birkaç ölçüden ibarettir. Fakat Ruhi Su besteciliğinin en özgün yanlarından biri, operalarda örneğini gördüğümüz bir biçimde, “konuşulan söz”ün şarkının organik parçası yapılması tekniği bu türküde kendini öylesine güçlü gösterir ki, bu kısacık müzik cümlesi klasik bir şarkı oluşturmaya yetmiştir.
Daha sonra “Bu Memleket Bizim” adıyla Cem Karaca, Şanar Yurdapan, Kerem Güney, Grup Yorum, Fazıl Say gibi büyük isimlerce tekrar tekrar bestelenen bu şiirden yaratılan hepsi de çok başarılı şarkılar arasında klasik olmayı başaran tek eser “Süvarinin Türküsü” olsa gerek. (Ruhi Su’nun yorumuna ek olarak Erkin Koray’ın oldukça ilginç yorumunu ve Livaneli’nin 1979’da Stockholm’da Ruhi Su’nun katılımıyla gerçekleşen Nazım Hikmet Anması’ndaki canlı yorumunu (44:30’dan itibaren) dinlemek ilginç bir karşılaştırma fırsatı sunabilir.)
Fakat kazı hâlâ bitmedi. “Kolektif arkeoloji” çalışması, daha derine kazmaya devam etti. Galiba cevabı bulduk. En azından, şimdilik.
ALİ RİFAT: 'BANA BAK HEY AVANAK'
Cevap biraz daha eskide: 1920 sonları 1930 başlarında Ali Rifat (Çağatay) Bey’in yaptığı ve yazının başında bir demo kaydını paylaştığımız rast beste "Bana Bak Hey Avanak" veya Üç telli Saz veya –şiirin orijinal adıyla söylersek– "Orkestra".
Fütürist Nâzım Hikmet şiiri "Orkestra"yı Ali Rifat Çağatay’ın bestelemiş olduğuna işaret eden, yakın tarih ve müzik üzerine yazıların ve kitapların müellifi Derya Bengi oldu. Etnomüzikolog Ulaş Özdemir de eserin Nuri Duyguer ve Cüneyt Kosal arşivlerinde yer alan notalarının bulunduğu adresi paylaştı . (PDF formatında erişmek için tıklayın.)
Eser, batı notasyonuyla fakat Arap alfabesiyle notaya alınmıştı. Bu, şiirden bir fragman mıydı yoksa tamamlanmış bir şarkı mıydı, anlayabilmemiz için Murat Kınacı’nın transliterasyonu yardıma koştu.
Gördük ki elimizde şiirin en önemli kısımlarını içeren dört başı mamur bir beste var. İnternete baktığımda bestenin daha önce herhangi bir kaydının olmadığını gördüm. O yüzden de, makam müziği tedrisatından gelmediğim halde, dinleyicilerin bir fikir edinmesi için yukarıdaki demoyu kaydetmeye cesaret ettim.
Şarkı, notasında da belirtildiği üzere, si bemol üzerinde rast makamında yazılmış. Ben onu fa majör’e taşıdım (makamsal müzikçilerin deyişiyle “göçürttüm”, batı müzikçilerinin deyişiyle “transpoze” ettim). Majör tonalite üzerinde bir piyano eşliği yazdım ve canlı olarak kaydettim (videoda çalışmanın farklı aşamalarından görüntüler göreceksiniz). Demo kaydı Logic Pro X üzerinde yaptım ve Logic’in piyano ve ut (ara nağmeler için) ses kütüphanelerini kullandım.
Ortaya çıkan model kaydın bazı sınırlılıkları olduğu aşikâr. Rast makamı majör tonaliteye fazlasıyla benzese de, kaydı ilk dinleyenlerden etnomüzikolog Mustafa Avcı’nın işaret ettiği üzere özdeş değiller; makamsal müziğe özgü komalı sesi ne kendi yorumumda ne de (aşikâr ki) piyano eşliğinde verebildim. Kulaklarım, “Türk Sanat Müziği” adı altında toplanan türe, bu topraklardaki herkes, gibi aşina olsa da onun ses eğitimi geleneğinden gelmediğim için yorumum birçoklarına en hafif deyimiyle “tuhaf” gelecektir. 1930’lardan itibaren bu müziği batı orkestraları eşliğinde, koma seslerini izole ederek yorumlamak gibi bir alışkanlığın ortaya çıkması beni bir parça rahatlatıyorsa da makam müzisyenlerinin bu şarkıya kendi türleri içinde yapacakları yeni yorumları duymayı da heyecanla bekliyorum. Umarım bu çalışmamız böyle deneylere bir kapı aralar.
'ORKESTRA': BESTELEMEK İÇİN ZOR BİR ŞİİR
Nâzım Hikmet, 1920’li yılların başında Sovyetler Birliği’nde karşılaştığı Mayakovski’nin etkisiyle bir dizi fütürist şiir yazdı. “trrrrum, / trrrrum, / trrrrum! / trak tiki tak! / Makinalaşmak / istiyorum!” dizeleriyle başlayan 1923 tarihli “Makinalaşmak” şiiri bunun en tipik örneklerinden. İlk kez 1921’de Yeni Sanat dergisinde yayımlanan ve 1929’da '835 Satır' kitabına giren “Orkestra” şiiri de, özellikle kırık dizeleri ve gelişime yaptığı vurguyla, aynı çerçevede değerlendirilebilir.
“Bana bak! / Hey! / Avanak! / Elinden o zırıltıyı bıraksana!” dizeleriyle başlayan şiir, uzun süre devrimci müziğin temel enstrümanı olduğu düşünüldüğünde tuhaf gelecek bir biçimde, bağlama (“üç telli saz”) çalgısına yöneltilen zehir zemberek bir eleştiridir. Nâzım’a göre “üç telinde üç sıska bülbül öten üç telli saz” bu çağda işe yaramaz. “Dağlarla dalgalara kütleleri ileri atlatamaz”, “milyonlarla ağzı bir tek ağızla güldüremez, ağlatamaz.” O yüzden onu bir kenara atmak, yerine “ağır sesli çekiçlerin sağır örslerin kulağına haykırmasını” yansılayan bir orkestra koymak gerekir. Şef (“çalgıcı başı”) coşarak “dağlarla dalgalarla, dağ gibi dalgalarla” esmelidir.
Orkestra, elbette kitlelerin devrimci hareketinin, orkestra şefi devrimci önderliğin metaforlarıdır ancak şiirin bir alegori olduğu da düşünülmemeli. Zira, ilk şiirlerini Mevlevi dedesinin etkisiyle tekke şiiri çerçevesinde kaleme alan Nâzım Hikmet’in sosyalist bilince kavuştuğu dönemde ilk hedefe oturttuğu şeylerden biri de tekkeler ve burada “üç telli saz”la özdeşleştirdiği tekke kültürüdür. Piyer Loti şiirinde “esrar ve tevekkül”le ilişkilendirdiği tekkeler onun için, dinin bir başka tezahüründen başka bir şey değildir. Din içindeki tasavvuf ve tarikat ayrımıyla ilgilenmez, örneğin “Kitab-ı Mukaddes” şiirinde kör bir kuyuya attığını anlattığı kutsal kitabı saatlerce okuyan halini “deli bir derviş”e benzetir; “Yalınayak” şiirinde “piri mugan dede” (tasavvufta şeyhin simgesi) figürünü iki yüzlü ahlakın simgesi olarak tarif eder.
Şiiri okuyabileceğimiz bir başka düzey de sanat tartışmalarıdır. İlk eserlerinde nasıl bir sanat yapmalı konusunu birçok şiirinde (örneğin “Bakır, demir, tahta, kemik ve kirişlerle çalınan” Beethoven sonatlarından bahsedilen “San’at Telakkisi”) ele alan ve orkestra metaforunu defalarca kullanan şairin kafasındaki ideal müzik, muhtemelen gerçekten de orkestraya yapılan müziktir.
İstiklal Marşı’nın ilk versiyonlarından birinin bestecisi olarak da bilinen Ali Rifat Çağatay’ın (1867-1965) Nâzım Hikmet’in akrabası olduğu belirtiliyor. Yalnızca Nâzım Hikmet şiiri üzerine değil serbest vezinli bir şiir üzerine de muhtemelen yapılmış ilk beste olabilecek bu eseri, şiirin ilk yarısını bütünüyle kullanır. Şiirdeki “Hey” nidalarını ikileyerek her kıtanın başına yerleştiren bestenin notasyonunda ölçü belirtilmemiş olsa da 4/4 ve 6/8’lik ölçüler arasında değişmeler vardır. Ali Rifat Bey, son dönem eserlerinden olan ve bestelerine getirilen eleştirilere bir yanıt olarak yapıldığı belirtilen (Erkan, 2015) bu eseri üretirken makamsal müzikle batı müziği arasında bir sentez konumu benimseyerek Nâzım’ın da içinde olduğu sanat tartışmalarına müdahil olmuş gibi görünüyor. Bestecinin güfteleri üzerine bir makale alan Mustafa Erkan, “Nazım Hikmet’in ‘Orkestra’ başlıklı şiirinden aldığı 'Bana bak hey avanak' güftesi … artık eskiyi arşive bıraktığı, çağa hitap edecek yeni bir tarzı benimsediği görüşünün ispatı gibidir” diyor.
Bu yazıda geçen birçok müzisyeni birleştirecek ilginç bir anekdotla bitirelim: Nâzım Hikmet’in sözlerini ilk besteleyenlerden Mesut Cemil (Tamburi Cemil Bey’in oğludur) ilk kez Ali Rifat Çağatay’ın yönetimindeki Şark Musiki Cemiyeti’nde sahneye çıkar. Cemil, Ruhi Su’nun 1943-45 arasında “Bas Bariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” programını yaptığı dönemde Ankara Radyosu’nun da yöneticisidir. İsyancı Alevi türküleri söylediği için sanatçının aleyhinde konuşulmaya başlaması üzerine “Ruhi’ciğim seni harcamayalım, bu programa bir müddet ara verelim” der. Ruhi Su, “ben bu yolda harcanmaya razıyım” dese de radyodaki programa son verilir (Akatlı, s. 30).
Ama işte, “Milyonlarla ağzı tek bir ağızla güldürüp ağlatan” şiirler ve türküler çıkınımızda hâlâ.
Nâzım Hikmet şiirinden yapılmış bestelerden oluşan ve bu yazıda adı geçen tüm şarkıları da içeren YouTube çalma listesi: https://bit.ly/nazimsarkilari
Kaynaklar
- Akatlı, Füsun. Bir de Ruhi Su Geçti, Su Yayınları, İstanbul: 2020.
- Erkan, Mustafa. “Ali Rifat Çağatay ve Şarkılarında Kullandığı Güfteler”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı: 33, 2015, s. 69-79
- Güleç, Elif Sanem ve İbrahim Şevket Güleç. Cemal Reşid Rey’le Operetlerin İzinde (1920-1972), Yalın Yayıncılık, İstanbul: 2019.
Nâzım Hikmet. 835 Satır, YKY, İstanbul: 2002.