YAZARLAR

Bir o var, bir de bu!

Bir… Savaş gibi, salgın kitlesel ölümlerin, insanların en azından ciddi bir kısmını hasta edenlerin safı var… Bir de hayat için mücadele edenlerin, hayatı herkes için yaşanır kılmak isteyenlerin, tabiatı, hayvanları ve insanları, bilhassa mağdur olanları, mazlumları gözetenlerin.

Dünya İlaç Ajansı’nın tahminine göre, aşırı bulaşıcı Omicron “sayesinde” ve aşılarla, toplu (sürü demeden) bağışıklık beklenmedik ölçüde yükselecek…
Ve Covid kısa süre içinde “endemik” bir hastalık haline gelebilecek.

Yani belli bir insan grubuna veya coğrafyaya özgün bir hastalık.
Bu iyi ihtimalin örnekleri ise genellikle artık azgelişmiş ülkelerin başına kalmış hastalıklar.
Afrika’daki sıtma (ve aslında orada salgın düzeyinde kalan AIDS) gibi…
Tayland’daki Hepatit A, Karayipler’deki Dang Virüsü gibi.

Müjde”nin örnekleri bunlar!

Tabii kimse oynak Corona’nın yapabileceklerinden emin olmadığından, aynı örgüt diyor ki, “Endemo-epidemik” de olabilir.
Yani?
Hem endemik hem epidemik. Hem bir yöreye, bir grubu özgün ama hem de bulaşıcı. Grip gibi.

Endemik” mesele tıp tarihi boyunca ilgi çekici olmakla kalmamış, kurgunun, edebiyatın da heyecanını yükseltmiş hep.
Bazı dizileri, filmleri biliyorsunuz.
Bir de kitaplar var ve sanırım birçoğunun ilham kaynağı, 1918-20 arasında daha ziyade “sapasağlam” gençleri, hamile genç kadınları öldüren, savaşın yıkımı dışında salgın yetimleri, öksüzleri yaratan İspanyol Gribi.
Bağışıklığın gücüyle şiddetlenen bir fırtına muhtemelen.
Savaşla birlikte işgücünde erkek sayısını azaltarak, kapitalizmi kadın emeğini işe sürme kararını verdiren, kadın örgütlenmesi ve siyasal-sınıfsal mücadelesini de hızlandıran bir süreç.

Çek yazar Karel Çapek, hastalığı yüzünden 1. Dünya Savaşı’nda askere alınmamış, muhalif hayatı ise onu Gestapo’nun “Halk Düşmanı” listesinin başına taşımıştı.
Onlar onu yakalamadan, belki de bir savaş önceki İspanyol Gribi’nde hasar almış ciğerleri 48 yaşında iflas etti.

Çapek ölümünden bir yıl önce “Beyaz Salgın” ya da “Ak Veba”yı yazmıştı. Verem için kullanılan bu sıfatı “endo-epidemik” hatta pandemik bir hastalığa taşıdı kurgusunda.
Hastalık, bir diktatörün hükmü altındaki halklarda yayılıyordu. Sınır ötesine de ulaşarak.
“Endemik” özelliği 45 yaş üstündekileri öldürmesiydi. 2020’deki ilk Covid dalgasının, “gençleri rahatlatan” yaşlı kurbanları gibi.

Diktatör yaşlıların ölmesini dert etmiyordu. Gençler vardı ya!
Çapek’in doktoru. Dr. Galen ise, bu toprakların dokusundan birine, Bergamalı hekim Galen’e atıftı.

Çapek’in eserinden biraz sonra, Paris’teydik bu kez.
Rus asıllı Nathalie Sarraute bir yazarı Nazilerden saklıyordu. Samuel Beckett o gizlenme sırasında, “Godot’yu Beklerken”i yazmış, sonra da “Oyunun Sonu” oyununu yazmaya gitmişti yolculuğu.

Oyunun Sonu”nda, “ölüm olduğu için” dışarı çıkamayan, içeriye mahkûm olmakla kalmayıp hayatlarını bir fıçı içinde sürdürmek zorunda kalan üç kişilik bir aile vardı.
Hizmetkâr onları görünmez bir mutfak sayesinde besliyordu.
Beckett ise, kendisi gibi saklananlar ve bunu başaramayıp yok edilenlerden esinlenmiş, muhtemelen Soğuk Savaş’a giden dünyayı kavuran 1957 Asya Gribi salgınını da yakalamıştı.

Çapek’in oyunundan 45 yıl sonra, “Dune” dizisiyle tanınan Frank Herbert onunkiyle aynı ismi taşıyan romanını bitirdi.
Bu ‘'Beyaz Salgın” da “endemo-epidemik” idi.
İrlanda Kurtuluş Örgütü’nün bombalı saldırısında karısı ve çocukları ölen bir biyolog çıldırıyor, “ayrımcı bir virüs” yaratıyordu:
Taşıyıcı olan erkekler, ölen ise kadınlardı!
“Kadın Cinayetleri” denen erkek cinayetleri gibi!
Herbert, kendi oğlunun da 42 yaşında AIDS salgınına yenileceğini bilemezdi tabii.

Bunlar ve benzeri kurgularda, salgınlar yani epidemi ve pandemiler hep insanların insanlar için yarattığı karanlık, kasvet ve zulmün içinde dolanıp duruyordu.
İspanyol Gribi’nin, dünya savaşının, kitlesel ölümlerin, siperlerde toz olan genç çocukların, gaza boğulan askerlerin, işgallerin arasında dolaşması gibi.
Hong Kong Gribi salgınının 1968’de dünyada bir uyanış ihtimalini iki blokta da boğanlarla birlikte hareket etmesi gibi.
İspanyol Gribi gibi “sağlık bahaneli diktalar”ı şiddetlendiren Covid’in 2020’de bulduğu sahne gibi.

Ne anlayabiliriz bunlardan?
Çok basit bir şey, hemencecik:
Bir… Savaş gibi, salgın kitlesel ölümlerin, insanların en azından ciddi bir kısmını hasta edenlerin safı var…
Bir de hayat için mücadele edenlerin, hayatı herkes için yaşanır kılmak isteyenlerin, tabiatı, hayvanları ve insanları, bilhassa mağdur olanları, mazlumları gözetenlerin.

İlki bazen endemik, bazen epidemik, bazen pandemik…
O yüzden, ikincilerin önündeki çıkar yol da, sınırlar içinde çok renkli dayanışma ve sınır ötesi enternasyonalizm!

Benim anladığım bu.
Elbette siz başka çıkarsamalar yapmışsınızdır.

Not: Çapek, Beckett, Herbert bölümleri "Senin Adın Corona Olsun" kitabımdan.


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.