Bir özür formüle edilebilir mi?
Srebrenitsa’daki soykırımdan 27 yıl sonra Hollanda, savunma bakanının ağzından olaylardaki sorumluluğunu kabul etti ve özür diledi. Ama özür metnine göre başarısızlık esasen uluslararası toplumundu ve Hollanda da bunun sadece parçasıydı. Uzmanlar, bu sözlerin tazminattan kaçma gereği olduğunu söylüyor. Peki böyle bir özür yeter mi?
Srebrenitsa’daki Potoçari Anıtmezarlığı, dünyanın en hüzünlü yerlerinden biri. Acısı her sene artan, hatıraları her sene derinleşen bir mezarlık.
Bosnalı Sırp ordusunun Srebrenitsa’da 27 yıl önce yaptığı dehşet verici katliamdan hâlâ cenaze kalkıyor. Günler süren katliamın yıldönümü kabul edilen 11 Temmuz’da bu sene de defin yapıldı. 50 kişi… Toplu mezarlarda bulunan, yıllar süren incelemeler sonucu kimlikleri nihayet kesinleşen 50 kişi. Babalar ve çocukları, ikizler, amcalar, yeğenler… 50 kişi daha.
Potoçari Anıtmezarı’nda bu yıl itibariyle 6721 kişi yatıyor.
Daha yüzlerce cenazenin de gelmesi bekleniyor. Kimlikleri kesinleşirse…
27 yıldır yoklar zaten. Ama belki cenazeleri kaldırılacak ve defnedilecekler. Diğerlerinin arasına…
Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki en korkunç hatırasının bağrına…
*
Herkes biliyor. Herkes kabul ediyor.
Uluslararası Adalet Divanı’nca soykırım olarak nitelenen Srebrenitsa Katliamı yaşanmayabilirdi.
Ama yaşandı. Bölgede barışı sağlamakla yükümlü, Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne bağlı Hollanda birliği (Dutchbat) görevinin gereğini yerine getirseydi.
Hava kuvvetleri, Dutchbat’in de talep ettiği gereken desteği verseydi.
Birlikler, doğru düzgün bir donanıma sahip olsaydı.
Getirseydi, verseydi, olsaydı…
O zaman, Bosnalı Sırp general Ratko Mladic’in ordusu 14 yaşından büyük Bosnalı Müslümanları mülteci kampında, tarlalarda, tepelerde, ormanlarda dünyanın gözünün içine baka baka öldüremez, kadınlara tecavüz edemez, on binlerce insanı yollara süremezdi.
Ama bunlar oldu.
Birleşmiş Milletler’in, özellikle de Hollanda birliğinin seyirciliğinde bunlar yaşandı.
*
1995’teki katliamdan 27 yıl sonra…
Bu sene Potiçari’de yapılan törende farklı bir katılımcı vardı. Hollanda Savunma Bakanı Kasja Ollongren. Ağır ağır, tane tane konuştu bakan.
“Hollanda bu göreve iyi niyetle katıldı ve Hollandalı askerler elinden geleni yaptı ama yetmedi” dedi.
“1995 Temmuz’unda yaşanan olaylar derin bir acıya, burada hâlâ elle tutulur halde olan bir insanlık acısına yol açtı” dedi.
“Biz sizin acınızı hafifletemeyiz ama yapabileceğimiz bir şey var” dedi:
“Doğrudan tarihin gözlerinin içine bakmak.”
Sonra…
27 yıl sonra… Hollanda Savunma Bakanı, bu katliamı engellemede kendi ülkesinin payını kabul etti.
Ve şu sözlerle özür diledi.
“Uluslararası toplum Srebrenica halkını korumakta başarısız oldu. Bu toplumun bir parçası olarak, Hollanda hükümeti de bu başarısızlığa giden yolda üzerine düşen siyasi sorumluluğu paylaşıyor. Bu yüzden içtenlikle özür dileriz.”
*
İçtenlik…
Tarihin gözlerinin içine bakmak…
Ama nasıl?
27 yıl sonra gelen bir kuru özür yeter mi? Peki o kuru özürden fazlası zaten mümkün değil mi?
Hollanda basını, 11 Temmuz’un ardından bu konuyu tartıştı. “Biz niye özür diliyoruz zaten, dileyecekse BM özür dilesin” diyenler bir yana, özür metninin özenli kelime seçimine dikkat çekenler fazlaydı.
Örneğin Volkskrant gazetesinde yer alan bir analiz, savunma bakanının konuşmasında, ‘hatalı’ olan tarafın ‘uluslararası toplum’ diye nitelendirildiğine dikkat çekiyordu. Buna göre Hollanda, hatanın sadece bir parçasıydı. Yani sorumluluğu tek başına yüklenecek değildi.
Dahası, bu sorumluluktan doğacak hataları da tek başına yüklenecek değildi.
Bu yüzden de özür metni, bu tür bir tazminat talebini doğuramayacak şekilde özenle hazırlanmıştı.
Analizlere göre, Hollanda Savunma Bakanı aslında pek bir şey demeden özür dilemişti.
*
Hollanda’da yaşayan Boşnak toplumu buna çok takılmadı. Tazminat davaları peşinde de koşmuyorlar zaten.
Ama savunma bakanının konuşmasından sadece 23 gün önce yapılan bir başka konuşma onları hayal kırıklığına uğratmıştı.
18 Haziran’da Başbakan Rutte resmi bir törende, bugüne kadar söylenmemiş olanı söyleyeceğine dikkat çekerek, Srebrenitsa’da görev yapmış Dutchbat veteranlarından özür diledi.
İmkânsız bir göreve gönderildikleri için, dönüşlerinde de tüm ulus kendilerine sırt çevirdiği için özür diledi.
Konuşmanın akabinde, askerler bronz bir şeref madalyasıyla ödüllendirildiler.
Bosnalı Müslümanların bu konuya bakışını, Srebrenitsa’da babası öldürülen Alma Mustafic, Volksrant gazetesine verdiği demeçte isabetle özetliyor:
“Dutchbat askerleri tabii ki zor şeyler yaşadı ama neticede bir soykırımın seyircisinden daha fazlası değillerdi. Böyle bir özre [Rutte’nin özrüne] gerek yoktu; en azından iki özür de aynı anda dile getirilmeliydi.”
*
Belli ki burada zamanlama devreye girmişti.
Aynı sene dilenecek iki özür.
Tartışma baskısından kurtulmak için. Bir yandan da sorumluluktan sıyrılmak için. Bir tür uzlaşma arayışı için.
Hollandalılar bu tür konularda uzman ve yeteneklidir. Tarih boyunca en iyi askerleri değilse de en iyi avukatları, en iyi diplomatları ve en iyi muhasebecileri çıkarmış bir toplum… Kapitalizmin ilk büyük ulusaşırı şirketlerini kurmuş, bir anlamda büyük harfle kapitalizmi icat ve inşa etmiş, küçücük harflerle yazılmış en girift sözleşmelerin hakkından ustalıkla gelmiş bir toplum.
Avrupa Birliği’nin önemli anlaşmaları Hollanda dönem başkanlığında kotarılır, uzlaşmazlıklar o sıra giderilir.
Özenle yazılmış, maddi külfet çıkarmayacak, sorumluluğu hem yüklenip hem rafa kaldıracak özür metinleri de tabii Hollanda’dan çıkacaktı.
Ama nasıl? Bu metinler nasıl yazılıyor?
Ve neden bu yıl yazılıyor? Neden 27 yıl sonra?
*
Hollandalı Trouw Gazetesi ve RTL Nieuws’teki haberciler yanıtı bulmuş.
Birçok bakanlığın karıştığı bir finans skandalını araştırırken, bilgi edinme hakkı kapsamında ‘özür’ meselelerini de ilgilendiren belgelere ulaşmışlar.
Ama önce bir iki kısa bilgi vereyim. Hollanda, son yıllarda seri olarak özür diliyor. Tilburg Üniversitesi’nin kayıtlarına göre, sadece son dört yılda, insan hakkı ihlalleri için, özellikle de Endonezya’yı sömürgeleştirdikleri dönemdeki insanlık suçları için en az sekiz defa özür dilemişler.
Sebep elbette Hollandalı yetkililerin birdenbire nedamet getirmesi değil. Çok fazla baskı grubu var. Hesap soruluyor.
Gazetecilerin ulaştığı belgeler de işin hesap verme, en azından özür dileme kısmını aydınlatıyor.
Buna göre, özür dilemek kaçınılmaz olunca, hükümetin son yıllarda kendilerine bir hareket etme hattı kurmak istediği, bunun için de kurullar oluşturduğu anlaşılıyor. Sekiz bakanlıktan yetkililer bir araya gelmiş ve nasıl özür dileneceği, dilenecek özürlerin ne denirse tazminat doğurmayacağı araştırılmış. Doğru formüle edilirse, özürden maddi külfet doğmayacağı anlaşılmış. Zamanlamaya bakılmış, sıralamaya bakılmış, önceliklere bakılmış…
Neticede bu işin de bir tür yönergesi oluşturulmuş.
*
İyi de özür formüle edilebilir mi?
Bir başka Hollanda gazetesi NRC, bu özür meselesini tartışırken, içtenlikle dilenmiş bir başka özürden vermiş örneği.
1970’ten bir örnek.
Batı Almanya Şansölyesi Willy Brandt, İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden 25 yıl sonra Polonya’ya yaptığı ziyarette iki ülkenin ilişkilerinin normale dönmesinin çarelerini arıyordu.
Eski sınırların kabul edildiği bir anlaşma imzalandı ama Polonya’nın çektiği büyük acıların ilacı olmaktan çok uzak bir formaliteydi bu. Kime yetecekti?
Ziyaretin sonlarında Brandt, Yahudi gettosunun Nazi işgaline direnişini simgeleyen anıtı ziyaret etti.
Anıt, Nazilerin kimin toplama kampına gideceğine kimin bir müddet daha kalmasına karar verdiği alanda inşa edilmişti. Brandt’ın nasıl davranacağını, ne yapacağını merak eden Varşovalılar anıtın etrafında toplanmıştı. Aralarında kurbanların yakınları, Nazi işgalinin tanıkları da vardı. Herkes dikkatle Brandt’a bakıyordu.
Tarihi bir ana tanıklık edeceklerini acaba hissetmişler miydi?
Anıtın önünde sessizce dikilen Alman şansölyesi bir anda iki dizinin üstüne çöktü, ellerini önünde kavuşturdu ve sessizce durdu.
Saniyeler geçti. Upuzun saniyeler…
Brandt daha sonra, orada o hareketle “ulus olarak affedilmeyi” dilediğini, bunun için dua ettiğini söyleyecekti.
Bu jest, uluslararası kamuoyu tarafından ama esas kurbanların yakınları tarafından olumlu karşılandı. Bu jest, savaş sonrası dünya düzeninin yeniden inşa edilmesine tek başına ciddi katkı sundu. Bu jest, Brandt’ın da Nobel Barış Ödülü almasına giden yolu açtı.
Formüle edilmiş bir an değildi. Kimse bilmiyordu, belki kendi de bilmiyordu. Kimse beklemiyordu.
Af dilemişti Brandt. “Kusura bakmayın” dememişti. Konuşmamıştı bile.
Kurbanların önünde diz çökmüştü.
“Affedin” demek için diz çökmüştü.
Tarih onu af dilerken kaydetti.
Yenal Bilgici Kimdir?
Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.
Brezilya günlükleri: Anne biz artık zengin miyiz? 21 Temmuz 2024
Tourists, Go Home! 14 Temmuz 2024
100 bin oyla Meclis’e giren gergedan Cacareco’nun ilham veren hikâyesi 07 Temmuz 2024
Cézanne’ın dağı, Sisifos’un çilesi, hem tanıdık hem yepyeni 30 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI