Bir siyasal fetiş
Oğan, tam bir "siyasal meta" olarak sürüyor kendini pazarlığa. Marx’ın "meta" analizine göre, metalar kendilerini üreten emeğin onlara bahşettikleri varoluşu gizler ve pazardaki değerlerini sadece kendilerine borçlularmış gibi davranırlar ya, işte Oğan da konumunun içerdiği avantajları kendi zimmetine geçirmiş durumda; Oğan’ın da böyle bir "fetiş karakteri" var.
Siz, Davutoğlu ve Babacan’la ittifak kurdu diye CHP’ye kızan laik modernler... Ne oldu şimdi?
Siz, bir ara "masadan kalktığında" Meral Akşener’e "aramızda zaten faşistlerin ne işi vardı ki, giderse gitsin" diyen lekesiz solcular... Ne oldu şimdi?
Siz, "Bir de Kürt faşistlerle uğraşamam" diyen Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenleri... Ne oldu şimdi?
Siz, Cengiz Çandar’ı aday gösterdi diye HDP’yi gözden çıkaran iffetli demokratlar... Ne oldu şimdi?
Ülkücü, milliyetçi Sinan Oğan’a kaldık mı şimdi?
Politika böyledir işte, sistemi işler halde tutanın gösterişli itiraz ya da tumturaklı söylemler değil kendi işleme mantığı olduğunu acı biçimde öğretiverir insana.
Hep birlikte şimdi böyle bir "realite terbiyesi"nden geçiyoruz. Yüzde 5,17 oranında oy almış ülkücü milliyetçinin, bizim laik demokrat Piro’muza destek vermesini istiyoruz.
Bakalım ne olacak? Kentli, genç, seküler milliyetçi, ilk turda kendisine oy veren 2 milyon 800 bin kişiye, ikinci tur için kimi işaret edecek?
Erdoğan mı yoksa Kılıçdaroğlu mu?... Kime destek vereceğini 19 Mayıs’ta açıklayacaktı, şimdi "hafta içi"ne bıraktı.
Biz merak ediyoruz, o da bunun tadını çıkarıyor.
Halinden çok memnun. New York Times muhabirine "Günler çok yoğun geçiyor; vaktimi üst düzey isimlerle müzakere ederek geçiriyorum" demiş. Kendisi Dolmabahçe'de çalışma ofisinde "Sayın Cumhurbaşkanı" ile basına kapalı görüşürken, mihmandarı Ümit Özdağ da parti merkezinde Kılıçdaroğlu ile müzakere ediyor. Bir eli yağda, bir eli balda.
Durduğu yerde ona kimler oy verdi? Gideceği yere bu oyları taşıyabilir mi? Bilinmiyor.
Görünüşte, Oğan’ı muteber biri olarak vücuda getiren, namına konuştuğu (ona oy vermiş 2 milyon 800 bin kişilik) gruptur. Oysa gerçekte doğru olan, Oğan’ın namına konuştuğu böyle bir grubu kendi şahsında vücuda getirdiğidir.
Bu yönüyle Oğan, tam bir "siyasal meta" olarak sürüyor kendini pazarlığa. Marx’ın "meta" analizine göre, metalar kendilerini üreten emeğin onlara bahşettikleri varoluşu gizler ve pazardaki değerlerini sadece kendilerine borçlularmış gibi davranırlar ya, işte Oğan da konumunun içerdiği avantajları kendi zimmetine geçirmiş durumda; Oğan’ın da böyle bir "fetiş karakteri" var.
"Değer’in ne olduğu (meta’nın) alnında yazmaz" der Marx. Bu tam da kıymeti kendinden menkulmüş gibi, 2 milyon 800 bin kişinin 2 milyon 800 bini de işaret ettiği adaya oy verecekmiş gibi davranan, tek bir işaretiyle seçmen yönlendirecek karizmaya sahipmiş gibi görünmeye çalışan siyasetçinin tanımıdır.
"Oğan’a oy verenler" böyle mistik bir zümre değil. Oğan ile bu grup arasında organik bir bağ olmadığından, 2 milyon 800 bin kişinin kaçının işaret edilen adaya oy vereceğini bilmek, rakam vermek mümkün değil.
Buna rağmen şartlar sunuyor Oğan.
"Cumhurbaşkanı yardımcısı olabilecekken neden bakan olayım?" diyor.
“Suriyeliler” ve onları “göndermek” dışında Türkiye’nin hangi sorunu hakkında ne önerdiğini bilmediğimiz bir tip olmasına rağmen, kendini, önemli toplumsal yaralar ve güncel meselelerin çözümü olarak lanse ediyor.
Bu yüzden, tıpkı sokakta oynayan çocuklara denk geldiğinde onlara katılan büyük adamlar gibi, o da aynı yüce gönüllülükle, ikinci tura kalmış seçime ilgi gösteriyor. Herhalde böyle yapmakla kendisini (yokluğunun Türkiye siyasetinde bir eksiklik yaratacağını düşündüğünden) iyi yürekli bir varlık sayıyor.
Ama bunlarla hiçbir ilgisi yok. Sadece bir "siyasal meta"dır o.
Değişim değeri yok. Kullanım değeri de şüpheli.
Cumhur İttifakı tarafından “satın alınırsa” sürpriz olur. Erdoğan, “Oğan’ın isteklerine boyuna eğmem” dedi zaten. Devlet Bahçeli de zamanında MHP’den ihraç ettiği birini, şimdi milliyetçilerin müstakbel lideri olarak da parlamışken üstelik, yanında görmeyi arzulamayacaktır doğal olarak. Nitekim o da 19 Mayıs mesajında Oğan'ı kastederek "Olmayan siyasi gücünü varmış gibi gösterip siyaseti at pazarına çevirenler, kamuoyuyla gün aşırı talep listeleri paylaşanlar fırsatçı acizlerdir" diye esip gürledi.
Oğan’ı kullanım değeri için ittifaka almaya Kılıçdaroğlu daha istekli görünüyor. Bu yüzden, bildiğiniz gibi, daha milliyetçi bir söyleme kuvvet veriyor, vs...
Ekrem İmamoğlu da Oğan ve Kılıçdaroğlu hakkında, "Aslında farklı konuştukları bir şey yok. Mülteci konusunda aynı şeyleri söylüyorlar. Milliyetçilik konusunda aynı şeyleri söylüyorlar" diye izahat verdi.
Her şeye rağmen, Oğan’ın fetiş karakterine rağmen, Oğan’la güç birliğine gidilmeli.
Öne sürdüğü şartların asgari müştereklerde buluşularak aşılması, Türkiye demokrasisini tek başına daha sağa çekmez.
Güncel politikada asgari müşterekler diye önümüze konulan şeyler nedir ki? Birtakım kaypak değerler, yavan sloganlar, oportünist ölçütler, keyfi istekler bütünü… O kadar.
Hiç şüpheniz olmasın ki bunlar, sistemi işler halde tutan kendi işleme mantığı karşısında sadece yeni bir takım gösterişli retorik ya da tumturaklı söylemler olarak kalacaktır.
Oğan’ın fetiş karakterine rağmen, Oğan’la güç birliğine gidilmeli.
Çünkü politika akılcı olma sanatıdır.
İlk tur sonuçları gösterdi ki bütün bir toplum üzerine aklı dayatmak paradoksal bir düşüncedir. Ama politikacılara pek âlâ dayatılabilir, (hatta "cehennemin kapılarını kapatmak için") dayatılmalıdır.
Burada uğraşmak zorunda kalınacak tüm taktik çelişkileri ne reddetmek ne de bu çelişkilerin gölgesi altında silikleşmek gerekir.
28 Mayıs sürecinde akılcı olmak için makul olmak yeterli olacaktır.
Bunun tam tersi de geçerlidir; makul olmak için akılcı olmak yeterli olacaktır.