Bir sosyalizm tasavvuru

Devrimci bir değişiklik herhalde kapitalist devletin organlarının yeniden yapılandırılması değil, söndürülmesi, o organların yıkılıp yeniden oluşturulmasıyla halk iktidarını sağlama alacaktır.

Fotoğraf: Pixabay
Google Haberlere Abone ol

Bir sosyalizm tasavvuru yapmak, yani nasıl bir sosyalizm istiyorsak onu canlandırmaya çalışmak bir yandan devleti yeniden tanımlamayı gerektirirken öbür yandan toplumsal hayatın bütün alanlarını planlayıp örgütlemeyi gerektirir.

Sosyalizm sonunda halkın insanca yaşamak için bütün gereksinimlerinin karşılandığı bir toplum biçimi. Çok genel bir tanım yapacak olursak, işte bu kadar yalın. İçini doldurmak zor değil. Şimdi böyle bir kapitalist toplum var mı? Elbette yok. O zaman sosyalizmin ne olduğunu, insanlara ne getireceğini anlatmak zorunlu ve gerçekçi bir davranış olur. Kendimizi ister istemez içinde kaybetmeye başladığımız seçim dönemleri geçtikten sonra bunu önümüze kocaman bir görev olarak koyabiliriz.

Danny Katch, “Kapitalizm işleri o kadar berbat etti ki, daha iyisini yapabileceğimizden bir türlü emin olamıyoruz” diyor.1 O daha sonra sosyalizmin geçmişteki başarısızlıklarının üstümüzdeki gölgesinden de söz ediyor ama Danny Katch kendini serin tutsun, onun sözlerini tersine çevirmek daha doğru olur. (Belki de onun ABD’de göremediğini biz burada görüyoruz.) Kapitalizm işleri o kadar berbat etti ki, daha iyisini yapabileceğimizden hiçbir kuşkumuz yok. Bu ülkenin şu ürkütücü halinden daha kötüsü olur mu. Üstelik daha dün, dile kolay, altmış yıl sonra bir sosyalist partinin bir milyon oy aldığı (ve bunun artabileceğini de görüyorsak) bir ülkede, sosyalizm etiyle kemiğiyle hayatımıza girdi artık. ABD’de saydam görünen kızıl bayrak, bizim bu felaketli ülkemizde solmaya yüz tutmuş renklerini yeniden canlandırıyor.

Gereksinimimiz önce sosyalizmi kazanmak için gereken iç güce sahip olmak. Sonra da sosyalizmi zihnimizde canlandırıp adım adım kazanımlar elde ederek uzun yürüyüşümüzü sürdürmek. Sosyalizm için mücadele o mücadeleye katılanları zaman içinde değiştirdiği gibi, sonunda işçilerin ve emekçilerin kendilerinde dünyayı değiştirme gücünü görmelerinin de yolunu, yani gözleri açar. Baş tacımız Rosa Luxemburg’dan esinlenerek: Yerimizde durduğumuz sürece farkında olmadığımız zincirlerimizi hareket etmeye başlayınca koparana kadar ardımızdan sürükleyeceğiz. Direniş, mücadele, deneyim hareket halinde kazanılırken devrim için hazırlık yapılmış olur.

***

Asıl niyetim nasıl bir sosyalizm tasavvur ettiğimizle ilgili akıl yürütmek. Elbette bu ülkenin tarihsel, toplumsal, ekonomik, kültürel koşullarına özgü bir sosyalizm kuracağız. Yeniden doğacağız.

Bu arada sancıları içinden çıkılması en zor sorunlardan birini düşünelim: Biz sosyalizmde nasıl bir piyasa öngörüyoruz? Nasıl bir piyasa istemediğimizden çıkarak kapitalizmin içinde yanıtlanacak bir soru bu. Piyasaya külliyen karşı değiliz ama toplumun ekonomik ve kültürel olarak piyasa toplumuna dönüşmesine kesinkes karşıyız. Hemen şunu da diyelim: Öyle planlanabilir ve yeniden öyle yapılandırılabilir ki, sosyalizmde piyasanın üretken ve verimli doğası açığa çıkarılabilir. Nasıl?

Piyasanın doğasını anlayıp düşüncede açığa çıkardıktan sonra yapılması gereken: Planlama. Demek ki sosyalizm programımızda piyasaların karşılığını iyi çözümleyip anlaşılır ve ikna edici biçimde ortaya koymamız gerekiyor. İşçilere ve emekçilere bunu anlatmadan olmaz.

Kapitalizmin piyasaları sürekli büyümeye ve her büyümenin sınırlarına ulaştıktan sonra daha da büyümeye ve bunu ne pahasına olursa olsun yapmaya koşulluyken sürekli krizlerini de üretiyor. Bu da işçi ve emekçi sınıflar için yıkım demek. Öyleyse... Toplumsal ilişkilerden –daha doğrusu toplum biçimlerinin doğasından– ayrı düşünemeyeceğimiz piyasayı, sosyalizm içinde nasıl halkın bütünü için katma değerli kılabiliriz.

Piyasayı kaçınılmaz görmek de onu külliyen yok saymak da –farklı kapıları açsalar da– aynı koridora çıkıyor. Biz onu sosyalist üretim ilişkileri içinde yeniden planlamalıyız çünkü onun üretim ilişkilerinden bağımsız bir yaşamı olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla sosyalist üretim ilişkileri içinde piyasayı bütün olumlu ve olumsuz yanlarıyla tasarlamalıyız.

Reel sosyalizm deneyiminin yanlışlarından biri, merkezi planlamanın mutlaklaştırılması değil miydi? Verimlilik de refah düzeyini yükseltecek zenginlikler de bu yüzden çöküşe gitmedi mi? Aşırı kontrollü planlamanın başarısız olduğunu reel sosyalizmin sorun çözemez hale gelişinde gördük. Sam Gindin, merkezi planlamanın mutlaklaştırılıp katı biçimde uygulanmasının kendini yeniden üreten bir “sosyal oligarşi”ye, dolayısıyla bunun da “kristalleşmeye” yol açtığını belirtiyor ve, “Bu oligarşi katı planlarına uyulması için bastırdıkça otoriterleşme ve bürokratikleşme de artar” diyor.2 Otoriterleşme ve bürokratikleşme: sosyalizm deneyiminin iki zehirli gıdası olmadı mı? O zaman o kristali çatlatmak gerekiyor.

Çözüm aşağıdan yukarıya doğru planlanan piyasa olabilir mi? Bunu önerenler var. Fabrika ve köy kolektifleri, kooperatifler, piyasaya müdahale etme becerisine ve yetkisine sahip kent ve kır birlikleri piyasanın oluşmasında tek yapıcı olmayacaklar elbette ama yukarıdan aşağıya yapılan dikey planlamaya katkıda bulunabilirler mi ve onunla eşit paylaşım sahibi olabilirler mi? İşyeri kolektiflerinin demokrasisine saygı gösteren bir halk iktidarında kendilerini yöneten kolektifler yeni bir toplum ve yeni bir ekonomik sistem yaratmaya önemli katkılar verecektir. Bunun tersi, yani yalnızca iktidarın tepesinin aldığı kararları uygulamakla yükümlü işçiler ve emekçiler o sosyalist toplumla hiçbir zaman bütünleşmeyecek, sosyalizme inanmayacaktır.

Soru basit: Kapitalist devletin son kırk yılda giderek daha çok örgütsüzleştirdiği işçi ve emekçi sınıfların örgütlenmesi halk iktidarını destekler mi, köstekler mi? İkincisini düşünen varsa, onun sosyalizm deneyiminden söz etmemesi doğru olur. İşçi ve emekçi sınılar bütün kesimleriyle örgütlenirse ve onu yönetmenin araçları doğru bulunursa bunun sosyalist toplumun ve sosyalist devletin asıl kaldıracı olacağı kuşkusuz. Michael Lebowitz, “İşçi devleti,” diyor, “üretim araçlarının birleşik üreticilerin mülkiyetine geçirilmesi, gittikçe onların mantığına göre yönetilmesi ve kaynakların devlet mekanizmaları yoluyla eski toplumdan yenisine aktarılması açısından, sermayeye karşı yürütlen savaşta vazgeçilmez bir silah haline gelir.”3

Dolayısıyla ekonominin en alt birimleri olan işyerlerinde demokratik katılım ve karar alma, dayanışma ve üretim süreci, sosyalist toplumun inşasının temel taşlarını oluşturur. Halkın sosyalist devleti, işyeri kolektiflerinin kendi kendini planlı biçimde yönetmesinden güç alan bir örgütlenmeyi yaşamalı. Yani yukarıdan aşağıya giden merkeziyetçi örgütlenme, istense de istenmese de otoriterleşir. Otoriter bir iktidar kendisiyle işçi ve emekçi halk arasında her an çatışabileceği bir ilişki biçimi kurar ve o köprüden geçilmez. Hayal kurmayalım: Otoriter bir devlet ne toplumu ne de sosyalist toplumun insanlarını yaratabilir. Halktan uzaklaşır, uzaklaştıkça kopar, koptukça sistemin çöküşünü hazırlayacak küçük çatışmalardan büyük çatışmalara doğru yüksek gerilim hatları döşenir. İşçi ve emekçi sınıflar nasıl devrimci değişiklikten önce sürekli olarak kapitalizmin kemirgeni olmuşsa bu kez de sosyalist devleti kemirmeye başlarlar. Demek ki sosyalist toplumu yalnızca yukarıdan aşağıya yönetilen bir biçime sokmaya çalışmak yerine, aşağıdan yukarıya-yukarıdan aşağıya, bazen ve sorunun niteliğine göre, ağırlık merkezi pekâlâ kayabilen bir karşılıklı ilişki içinde yaşayan bir anlayışla kurmak gerekir. Zor olacaksa zor olacak, sosyalist toplum da böyle kazanılır. Yoksa Michael Lebowitz’in deyişiyle “kumdan kaleler” kurmuş oluruz.

***

Öte yandan, işçilerin ve çalışanların üretimden aldıkları pay, yani ücretleri nasıl ayarlanacak? Tek tip ücret olamayacağına göre. Bunun da hem aşağıdan yukarıya –demek ki işyeri kolektifleri, sendikal örgütler, birlikler aracılığıyla– hem yukarıdan aşağıya giden ilişki düzeni içinde, yani uzlaşmayla belirlenmesi gerekecek. İşkollarının zorluğu, sertliği, belki yaratıcılığı gibi etkenler, kolektiflerin başarısı ya da başarısızlığı ücret skalalarını nasıl etkileyecek? Bizim gelecek sosyalizm öngörümüz, emek piyasasının metalaştırılmaması yönünde olmalı ve bunun nasıl gerçekleşeceğini tasarlamalıyız.

Farklı işyerleri ve kolektifler arasında verimlilik ve kazanç bakımından farklılıklar çatışmalara neden olabilir. Burada işkollarının niteliğine göre ayarlamalar yapmak gerekir. Kim yapacak bu ayarlamaları? Devlet mi? Yalnızca devlet değil, halk iktidarının ilgili organlarıyla işyeri kolektiflerinin kafa kafaya vererek yapacağı ayarlamalar, çatışmaları en aza indirebilir, indirmeyi amaçlamalıdır.

Bunlar bu sadelikle anlatılıp çözülemez elbette ama uzak bir geleceğe atarak hiç düşünmüyor gibi de yapamayız. Bu ülkede geleceğin sosyalist toplumunun nasıl oluşacağı ve yeniden nasıl yapılandırılacağı ayrıntılı olarak bilinemezken yaptığımız çıkarsamaların geçerli öneriler olup olmadığı da bilinemez. Ama işçi sınıfı partisinin bunları hiç tartışmaması da düşünülemez.

Sermaye piyasalarına gelince, onu anlamak benim sınırlarımı aşar. Sam Dingin, “Sosyalizmde kredi, tüketicilere kredi, bireysel ya da küçük kooperatif girişimleri için fon alım-satım arasındaki boşluklarla ilgilenen işyeri kolektifleri sağlama anlamında var olacak olsa da, finansal metaların yaratılmasına dayalı finansal piyasaların yeri olmayacaktır” diyor. Sonra bizim kuşku duymadan önümüze koymamız gereken bir sorunu da yalın biçimde anlatıyor: “Öte yandan, kahveciler ve fırınlar, küçük restoranlar ve çeşitli barlar, giyim mağazaları, el sanatları dükkânları ve müzik dükkânlarından oluşan bir piyasanın olmadığı bir sosyalizmi kim hayal edebilir?” Bunlar basit sorunlarla ilgiliymiş gibi görünmekle birlikte, kesinlikle yol gösterici, kafa açıcı. Sosyalist toplumda iktidarla değil de sıradan hayatla ilgili piyasaların varlığını korumak değil yalnızca, günlük hayatın zenginleştirilmesi için onların çeşitlendirilmesi de gerekecek. Bu küçük piyasaların varlığını yadsımayı düşünmek, yaratmak istediğimiz toplum biçimini daha baştan yaralayacaktır.

Gelgelelim Sam Dingin’in –geçmişten bugüne gelen bir anlayış olarak– şu düşüncesini de tartışmak gerekir. “Serbest meslek ve yerel hizmetler sunan bir avuç işçiden oluşan kooperatifler dışında, işçiler işyerlerini kontrol eder ancak sahiplenmezler” diyor ve şu saptamayı yapıyor: “İşyerleri toplumsal mülkiyettir; mülkiyet belediye, bölgesel ya da ulusal devlet organlarına aittir.” Bu kolektifleri, Marx’ın “kendi kendini yöneten kömünler” öngörüsüne uygun birlikler olarak düşünmek sanırım yerinde olur.

Küçük dükkân sahiplerinin oluşturduğu piyasanın ücretli çalışanlarının, yani işçilerin bir işçi-işveren ilişkisi içinde olacakları, “başkası” için çalışacakları da muhakkak olduğuna göre, bu ilişkinin sosyalizm içindeki yerini belirlemek gerekiyor. Öte yandan küçük dükkân sahibi ne kadar işveren sayılabilir? Kolektifler tarafından yönetilen işyerleri için geçerli olan bu düşünce, küçük dükkân sahipleri için de geçerli olacak, yani o küçük işyerleri kamulaştırılacak mı? Bugünün sorunu gibi görünmese de bu soruya herhalde evet yanıtı verilemez. Kaldı ki kendisi için hiçbir şey üretmeyen, dolayısıyla kendi çalışmasıyla refahını artırmasına izin verilmeyen insanlardan oluşan bir sosyalist toplum hangi sorunlarla karşılaşabilir?

Peki çalışanların eğitim, tatil, teknolojik yeniliklerden yararlanma, refah düzeylerini adım adım artırma gibi istekleri, gelirleri tarafından karşılanmayınca ne yapılacak? Herhalde devlet ya da kolektiflerin desteğiyle çözülecek bu sorun. Karşılıksız ödeme yapılamayacağına göre, uzun vadeli borç, yani kredi vererek? Sam Dingin’in bu konulardaki saptamaları yeni düşünceler üretmeye fırsat veriyor.

***

Sosyalist ekonomiyi yukarıdan aşağı mı kurmak gerekiyor, yoksa aşağıdan yukarıya mı? Çözümü sorunun kendisi kadar kolay değil. Ama ekonominin en küçük birimleri işyerleri olduğuna göre, onların hem kendi üretim süreçlerini planlamaları hem de ortaya prizmayı aşağıdan yukarıya büyütecek bir model yaratmaları gerekir. Bu arada nitelikleri birbirinden çok farklı işkolları –örnekse enerji sektörüyle eğitim sektörü– demek ki kendilerine özgü planlamalar yapabilmeli ki, halk iktidarının bütün ülke ekonomisini planlama becerisini ve inisiyatifini yükseltsinler. Merkezi planlamanın esnekliği –nasıl bir esneklik olacaksa– yönetmeyi kolaylaştırırken tabandaki kolektiflerin tek tek yaratıcılığı bütün bir ekonomiyi ve o kolektiflerin yaşadığı gelişmeyi topyekûn sağlayamayabilir. Demek ki merkezi planlama gene de piyasanın oluşturulması, esnekliği ve sınırları için zorunlu olacaktır.

İnisiyatif sözü boşuna söylenmemeli. İnisiyatif yaratıcılığı, gelişimi güçlendirir. Tam bir kontrolün tersine. Örgütlenme, basın, seçme ve seçilme hakkı gibi alanlarda özgürlüklerin tanımlanması, toplumun halk iktidarıyla ilişkisini olumlu yönde güçlendirir.

Sonunda devlet kapitalist devletin devralınıp dönüştürülmesi biçiminde olmayacak. Devrimci bir değişiklik herhalde kapitalist devletin organlarının yeniden yapılandırılması değil, söndürülmesi, o organların yıkılıp yeniden oluşturulmasıyla halk iktidarını sağlama alacaktır. Yürütme, yasama, yargı, güvenlik örgütü (ordu ve polis), bürokrasi tepeden ayağa ve ayaktan tepeye yeniden örgütlenecek. Devlet ancak böyle değiştirilebilir. Bu arada devletin hegemonya alanları, sözgelimi eğitim alanı bütünüyle kamuya ait olmakla birlikte, bütünüyle iktidarın denetimine, ben yaptım oldu dedirtecek biçimde bağlanmamalı. Resmi eğitim sosyalist toplumun işine yaramaz. Gerektiğinde eleştirel, her zaman yaratıcı eğitim. Dünyadaki başarılı eğitim modellerinden de niçin yararlanılmasın.

Sosyalist toplumun kuruluş sürecindeki demokratik çözümler üstüne kafa yormamız gerekiyor.


NOTLAR: 

(1) Danny Katch, Ciddi Ciddi Sosyalizm-İnsanlığın Kurtuluşu İçin Kısa Bir Kılavuz, İngilizceden çeviren: Cemre Şenesen, Yordam Kitap, Temmuz 2019, 172 s.

(2) Sam Gindin, Birdunyaceviriblog.wordpress.com

(3) Michael Lebowitz, Bugünden Kuralım-21. Yüzyıl İçin Sosyalizm, İngilizceden çevirenler: Pelin Üçer-İbrahim Akbulut, Yordam Kitap, İkinci Basım: Ekim 2017, s. 89