Bir suikast, bir fotoğraf: Zor zamanların savaşçısı Mella
Mella, Latin Amerika’da toplumsal mücadelenin anahtarını Marksizmde bulan ve bu uğurda büyük fedakarlıkları göğüsleyen genç devrimci profilinin belki de ilk örneklerinden biriydi. Fidel Castro’nun hareketi, çatlamaya hazır yumurtaya civcivin vurduğu fiskeydi. Hem de en etkileyicilerinden, en inanılmazlarından biriydi. Ancak Mella gibi niceleri yıllarca, canları pahasına kabuğu aşındırdı.
Küba Devrimi’nin şanı, bazen 1958’den önce adadaki mücadele tarihini gölgede bırakabiliyor. Dolayısıyla ister istemez sanki her şey Fidel Castro’nun yoldaşlarıyla Meksika’dan Küba’ya gelişiyle birlikte başlamış gibi bir algı oluşuyor. Oysa en zor zamanlarda en ağır bedelleri göğüsleyerek devrimin koşullarını hazırlayanları es geçmek hiç de kolay değil.
Küba Komünist Partisi’nin (KKP) kurucularından Julio Antonio Mella işte bu isimlerin belki de en başında geliyor. Biz ismine çok aşina değiliz. Ama ülkesinde ve hatta Latin Amerika kıtası için Mella’nın ismi gayet iyi biliniyor. Castro, 26 yaşındayken uğradığı suikast sonucunda öldürülen bu devrimcinin ‘en az zamanda en çok şeyi yaptığını’ dile getiriyordu.
Peki kısa hayatında tam olarak neleri yapmıştı? Genç yaşında vurulup düşen binlerce devrimci arasından neden Mella’yı seçtik? Üstelik yüz sene evvel öldürülmüş bir insanın hikayesi, bugün bize ne anlatabilir ki? Tüm bu sorulara yanıt almak ve Mella’yı daha iyi tanımak üzere kısa hayat hikayesiyle söze başlayalım…
**
Karmaşık ilişkilerin hüküm sürdüğü bir ailede, ‘evlilik dışı’ bir birliktelik sonucu 1903 yılında Havana’da dünyaya gelir. Varlıklı bir terzi olan babası Nicanor Mella Dominikli, ‘Patates Krizi’ nedeniyle ABD’ye göçen annesi Cecilia McPartland ise genç bir İrlandalı’dır. Normal şartlarda bir kişinin hayat hikayesinden bahsederken annesi ile babasının arasındaki birlikteliğin ‘evlilik dışı’ olup olmaması önemli değildir. Ancak babası, Julio’yu bir ‘piç’ olarak görür, ‘evlilik dahilinde’ yaptığı çocuklarına ise daha ayrıcalıklı şekilde yaklaşır. Julio, uzun bir süre annesinin soyadını kullanacaktır. Tüm bu karmaşık aile ilişkileri muhakkak kahramanımızın mizacında da izler bırakır.
Gençlik yaşlarını ABD ve Meksika’da geçirir. Babasının da desteğiyle kimi askeri okullarda eğitim alma girişimleri olur. Ancak daha sonra 1921’de Havana Üniversitesi’nde hukuk eğitimine başlar. Üniversite yılları, artık Mella soyadını kullanan Julio için mücadeleyle tanışma dönemi olur. Öğrenci lideri olarak sivrilince 1923’te Üniversite Öğrencileri Federasyonu’nu kurar. Bu süre içerisinde faaliyet alanını sadece kampüs ile sınırlamaz, tütün işçileri arasında da örgütlenme çalışmaları yapar.
1920’li yıllarda Küba, fiilen ABD’ye bağlı bir cumhuriyettir. Bu cumhuriyetin akıbeti ise hızla yayılan kitlesel grevlerle birlikte şekillenir. 1925 yılında düzenlenen seçimlerde adayların vurguladığı başlıklar bunun en yalın göstergesidir: ABD destekli başkan adayı Gerardo Machado, New York’ta verdiği bir demeçte “Eğer başkan seçilirsem, Küba’da başlayabilecek hiçbir grev, on beş dakikadan fazla sürmeyecektir” ifadelerini kullanır. Machado, Güney Amerika ülkelerinde alışılagelen ‘başkan baba’ tiplerinin bir başkasıdır.[1]
Machado’nun iktidara gelmesiyle birlikte 1924 yılında Küba Komünist Partisi de kuruluşunu ilan eder. Bu isimler arasında Mella da vardır. O dönemde emek hareketi Küba’nın toplumsal mücadele hayatında lokomotif görevini üstlenmiştir. İşçi-öğrenci birliğinin en somut adımı ise yine Mella’nın öncülük ettiği üniversite bünyesinde kurulan José Marti Halk Üniversitesi’nin kuruluşudur. Gündüz dersleri bittikten sonra başlayan bu gece üniversitesine özellikle işçilerin yoğun ilgisi olur. Daha sonra rektörlüğün yasağıyla birlikte dersler sendikalarda devam eder. Halk üniversitesi deneyimiyle edilgen bir bilgi aktarımı süreci işlemez, karşılıklı bir eğitim programı izlenir. Bu nedenle öğrencilerle işçiler arasındaki bağlar ülkede ilk kez güçlü bir şekilde kurulmuş olur.
Mella, Küba hükümeti Sovyet gemisi Voroskiy’nin Küba kıyılarına demir atmasını yasakladığında denize atlar ve gemiye kadar yüzerek bir dayanışma mesajı iletir. Diktatör Machados, Mella’yı Payret Tiyatrosu’na bomba koymakla suçlayıp tutuklattığında 19 gün süren bir açlık grevine başlar ve kamuoyu baskısı sayesinde serbest bırakılır. Üniversitelerin özerkliğini kaybettiği bu dönemde pek çok kişi öldürülür ve cesetleri ağaçlara asılır. Mella’ya gelince, hasta ve bitkin de olsa özgürlüğünü kazandıktan sonra ülkeden sürgün edilir.[2]
Ancak Mella’yı sürgün eden sadece Machados hükümeti değildir, bu yıllarda KKP’den de ihraç edilir. Belki genç bir örgüt oluşu, belki hükümetin ağır baskısıyla kan kaybedişi belki de zayıf liderliği nedeniyle Mella ile yaşanan tartışmalar ihraçla sonuçlanır. Parti, açlık grevi eylemini bireysel bir tutum olması nedeniyle eleştirir.
**
Partide yaşanan iç krizlere rağmen Mella sürgündeyken sık karşılaşılan bir hastalığa karşı sağlam durur: Yenilmişlik psikolojisi. Machados diktatörlüğü ülkesinde terör estirirken Mella da mücadelesini Meksika’dan yürütür. Bu sırada Meksika’daki sınıf mücadelesini de daha yakından tanıma fırsatı bulur. Tüm Amerika kıtasındaki anti emperyalist ligin devamlılığı için çaba sarf eder, çeşitli yayınlarda Küba ve Latin Amerika’nın anti emperyalist savaşı hakkında yazılar kaleme alır. Daha sonra tekrar KKP’ye dahil olacaktır.
Tabii bu üretken sürgün döneminde hayatına yeni birisi girer: İtalyan asıllı komünist fotoğrafçı Tina Modotti (Kendisinin hikayesi başlı başına bir yazı konusu. Fazla dağıtmamak için biz bugün Mella ile ilişkisi ekseninde ele alacağız). Mondotti ile Mella arasında 1928 yılında tutkulu bir ilişki başlar. Sevgilisine yazdığı bir mektupta şöyle diyor: “İçime biraz huzur bırak. Durumumu ne zaman düşünsem kendimi bir mezarlığın başındaymış gibi hissediyorum. Seni seviyorum, gerçekten, şiddetle! Koşulsuz bir şey bu.”
Bu satırları yazdıktan kısa bir süre sonra Mella’nın suikasta uğrayacak olması, mektuptaki mezarlık başı hissini tüyler ürpertici kılıyor: Genç çift Mella’nın yaşadığı evin bulunduğu sokakta karşıdan karşıya geçmektedir. Bu sırada karanlıktan iki suikastçı çıkar, iki el ateş ederler ve geldikleri karanlığın içerisinde kaybolurlar.
Son sözlerinde failin adını zikreder ve suikastın arkasında Diktatör Machado’nun olduğunu sevgilisine söyler. Hastaneye kaldırıldıktan bir saat sonra hayatını kaybeder. Ardından Tina, hayatındaki en zor fotoğrafı çeker, sevdiği adamın cansız bedenini…
10 Ocak 1929’da düzenlenen suikasti takip eden süreçte pek çok iddia ortaya atılır. Bunlardan bazıları cinayette Mondotti’nin pay sahibi olduğunu söyleyecek kadar ileri gidecektir. Nitekim polis ciddi bir şekilde Modotti’yi şüpheliler arasında değerlendirir, sorgular. Ancak hikâyenin sonunda Küba Hükümeti’nin parmağı olduğu sonucuna varılır.
**
Mella’nın yaşam öyküsünü anlatırken mevzubahis adanmışlık olduğu için daha epik bir tercih yapabilirdik. Mesela 1926 yılında ‘profesyonel devrimcilik’ hakkında yazdığı yazıdan bahsedebilirdik. Onun inancına bağlılığını süslü cümlelerle betimleyip, başına bir aziz halesi de geçirebilirdik? Ya da meseleyi güç bela aşk hikayesi çerçevesine soksaydık nasıl olurdu? Kim bilir belki tüm bunları yapsaydık edebi yönü daha güçlü bir metin de çıkartabilirdik. Oysa Mella’nın hikayesi mübalağa gerektirmediği için etkileyicidir. Tüm bu yalınlık, Modotti’nin çektiği devasa fotoğraflarda objektife de yansıyor.
**
Başta sorduğumuz soruları yinelemenin zamanı geldi: Mella’nın hikayesinde ne okuyoruz? Bunca zaman sonra kendisini anmak ne ifade ediyor?
Bugün belki ilk bakışta yüz yıl önce, bizden binlerce kilometre uzakta bir insanın suikast sonucu öldürülmüş olması sadece bir anekdottan ibaretmiş gibi geliyor. Mella’nın kendini adadığı kavganın suyundan az biraz siz de içmişseniz belki böyle düşünmeyebilirsiniz. Varsın farklı bir yaklaşımınız olsun. Yine de Mella’nın hikayesi, şanlı zaferlerin ardındaki korkunç zorlukları işaret ediyor. Bavulu toplayıp ‘yaşanamamış yılları yaşamaya çalışmayı’ değil; kalıp kavga etmeyi, her ne koşulda olursa olsun mücadeleye devam etme gerekliliğini anlatıyor.
Mella, Latin Amerika’da toplumsal mücadelenin anahtarını Marksizmde bulan ve bu uğurda büyük fedakarlıkları göğüsleyen genç devrimci profilinin belki de ilk örneklerinden biriydi. Fidel Castro’nun hareketi, çatlamaya hazır yumurtaya civcivin vurduğu fiskeydi. Hem de en etkileyicilerinden, en inanılmazlarından biriydi. Ancak devrimci bir deneyimi sadece yumurtanın kırılış anıyla algılamak doğru olmayacaktır. Mella gibi niceleri yıllarca, canları pahasına kabuğu aşındırdı. Fedakarlıklarının saçtığı ateş, buldukları anahtar sayesinde saman alevi olmadı.
[1] Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, Cilt 5, s. 1378 (İletişim Yayınları)
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
The Forbes köleliğin faydalarını sıraladı: Polyworking 20 Kasım 2024
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI