Bir tuhaf adam: Hasan Saltık
Her daim alaylı. Ölümcül kimliklerin karargâhında yetişmiş, enerjisi bitmek bilmez bir subay. Ama esasen şöyle tanımlamak gerekir öncelikle: Bir tuhaf adam...
Her dönemde, sessizce iş yapmaya koyulmuş, ömrünü buna vakfetmiş ancak öldükten sonra hatırlanan, birilerinin radarına giren birileri olmuştur. Yaşarken hayatını vakfettiği işe ilişkin bir sessizlikle yankı bulan, öldüğünde ise korodan oluşan bir grupla herkesin karşısına çıkan birileri de geçmiştir hayatlarımızdan. Ergün Günçe mesela ya da daha farklı bir yerden örnek verirsem, Ubıh dilini yaşatmak için uğraşan Tevfik Esenç. Ya da sağın sahiplendiği bir yazar olarak Tanpınar. Hasan Saltık ise bu kategoriye değil, nadiren rastlanan ve gece olmadan da parlayan bir yıldız kategorisine girer.
1964 doğumlu, Hozatlı. Zaza, Alevi, müzik yapımcısı ve Kalan Müzik’in kurucusu. Alevi dedelerin torunu. Sarı Saltık Ocağı’ndan sayar kendini. Öyle bağlı ki bunlara, İstanbul’da bile Hozat’ta oturur. Hozat’ı İstanbul’a getirdiği gibi, İstanbul’u da gerektiğinde Hozat’a götürebilen, bir bavula sığdırabilen biri.
Bütün “ölümcül kimlikleri” kucaklayıp, yumuşatma gibi bir becerisi de var. Ölümcül kimliklerden, herkesin bir tanesine sahip olduğunda bile belinin büküldüğü yerde, o birkaç tanesini taşıyıp bir yaşam kıpırtısı, yaprak hışırtısı çıkarır kendine. Bunun sonucu olarak yoksulluktan yakasını, elini, ayağını kurtarmak, onu alt etmek yerine hep zengin yaşamaya, gönlünü hep zengin tutmaya çalışır. O yoksulluktan değil, yoksulluk ondan çekinir gibidir. Yoksulluğun biçtiği yoldan kırılgan grupların lehine herkese murat olamayacak bir dünya kurar. Herhalde, bütün kimliklerin en ötekisi oymuş gibi çalışır, dersek yanlış olmaz.
Müzik eğitimi için İstanbul’a gelse de yoksul ve yoksun olmaktan okulu bırakmak zorunda kalır sonraları ama kendince bir okul kurar. Her daim alaylı. Ölümcül kimliklerin karargâhında yetişmiş, enerjisi bitmek bilmez bir subay. Ama esasen şöyle tanımlamak gerekir öncelikle: Bir tuhaf adam.
İyi bir tüccar olduğu gibi zararına çalışmayı kendine düstur edinmiş bir müzik antropoloğu. Tuhaflığı piyasayı hem çok iyi okumasından hem de geleceği ön görebilme kabiliyetinden, kamu yararına işler yapmasından ileri geliyor. Üstelik bir sponsora ihtiyaç duymadan, kazandığını kazanamayacağı belli olan işlere yatırması da cabası. “Akmaz ama damlar”, sözü en iyi onun yaptığı işlerde anlamını bulur gibidir.
Günün moda deyimiyle uzun vadeli düşünen, vizyonu geniş biri.
1980’lerde adım atar Unkapanı’na. Dönemin Unkapanı, plakçıların mukim olduğu bir yerdir. Herkesin bildiği isimle IMC çarşısı. 1990’da Sivas Katliamı kurbanı Alevi-Kürt Hasret Gültekin ile gerçekleştirdikleri Newroz kaseti ilk yapımcılık denemesidir. Müşfik Kenter’in Bir Garip Orhan Veli kasetlerinin gördüğü ilgiden yola çıkarak kuzeni Rahmi Saltuk’a bir Ahmed Arif kaseti yapmayı önerir. Kuzeninin yanında geçici olarak çalışmaktadır. Bir anda kendini yapımcılığın içinde bulur. Aklına ilk Ahmed Arif’in gelmesi yüzünün hep Hozat tarafında bir yere bakmasından. Herkesin kulağına küpe olmuş Hasretinden Prangalar Eskittim’in hikâyesini öğrendiğimiz gibi kitapta sansürlenen yerleri de doğrudan kasete aldığını öğreniriz sonraları. Kızı Helin’in ismi de Ahmed Arif’le o dönemki teması üzerinden koyulur. “Hasan”, der, “bir kızın olursa adını Helin koy, Kürtçe kuş yuvası demek”. Mevzu bahis yaptığı işler ise korkuya dair bir şey düşünmez. O dönem, eskimeyen tabirle “gözaltı garantili” işlerdir yaptığı.
Sadece etnik müziği değil, tangolardan, ilahilere, asker türkülerinden hapishane türkülerine pek “gideri olmayan” memleket seslerini toplar. Arabeskin ve popun hegemonik olduğu bir atmosferde geleneksel, yerel, klasik müziğe yatırım yapar. Böylece siyaset üstü, kimliklerin hiyerarşik konumlandırılmadığı, öyle tartışılmadığı bir alan yaratır.
Liberation dergisi onun için “Hasan Saltık olmasaydı Anadolu sessiz kalırdı”, BBC “Türkiye müziğinin zenginliğini ondan öğrendik” der. The Newyork Times’a göre ise o, “Anadolu’daki fısıltıya dönüşmüş sesleri toplayıp bunlardan armonik bir gök gürültüsü çıkaran adam”dır.
Kumarı hiç kaybetmeyen ama rölansa sık sık ihtiyaç duyan bir poker oyuncusu.
Kürt ve diğer azınlık müziklerinin kurumsal bir arşivcisi. Devletin yapamadığı, izin vermediği kurumsallığı tek başına yapan bir yapımcı. Yıllarca yasaklanan, uğruna hapis yatılan bir dinleme pratiğinin arşivini, bozulmamış şarkıları toplayıp geçmişe bir ışık tutar. Resmi tarihin dışında, bir tarih anlatısı kurar.
Dünyada örneği olmayan bir kültürel araştırma ve metin merkezi olan Kalan’ı memleketin OHAL ve DGM ile kriminalize edildiği iklim içinde var eder. Kalan ismini Dersim’in eski adlarından esinlenerek koyar.
Neşet Ertaş’ın ölü olmadığını Türkiyeli televizyonculara duyuran kişi. Neşet Ertaş bir röportajında “para kazanıyorsam Hasan Saltık sayesinde” demiştir. Ölülerin rahat uyumasını sağlayan, bu dünyada ölüme terkedileni yaşamın merkezine taşıyan bir garip adam.
Şimdi ve geçmiş arasında geleceği çağıran yapımlara imza atar. Repertuar o kadar zengindir ki Kalan için bir “hafıza merkezi” demek yanlış olmaz. Unutulanlara, hatırlanmak istenmeyenlere, göz ardı edilenlere kulak kesilmiş, bunu düstur edinmiş bir kazı adamı.
Ayça Örer, bir anısını anlatır. Küçük ama Hasan Saltık’ın aklına dair çok şey söylüyor. Örer, Kalan Müzik’e uğradığı bir gün, telefonu çalar. Çantasından telefonuna el etmek üzere yöneldiğinde, Hasan Saltık, “Dur”, der, “ne çalıyor?”
Durumu anlatır. Çalan şarkı bir Çeçen kampında 8-9 yaşlarında bir çocuğun söylediği şarkının düzgün bir versiyonu: Daymohk. Oturur beraber dinlerler. O anki yorumu sadece “güzeldir”, olur. Aradan aylar geçer, Feryal Öney Çocuk Aklı albümü için Ayça Örer’i arar: “Sen Çeçence bir şarkı önermişsin, neydi o?”. Albümdeki Daymohk’un hikâyesi böyle başlar.
Her an tetikte, kulağı açık bir avcı. “Güzeldir”i gerçekten güzel olan bir avcı.
Siyaset üstü biri. Erdoğan ile de Kılıçdaroğlu ile de oturur.
Ebedi bir kültür bakanı. O yüzden de bir geniş zamanlar insanı.
Ceket giymeyi sevmez, ama dolabında bir yeşil ceketi daima vardır, yolculuğa çıktığında ilk onu bavuluna koyar.