YAZARLAR

Bir ülkenin ruhunu kuşak kuşak siyaha boyamak!

“Ağırlaştırılmış müebbet”li, bol hapisli Gezi kararları, bu ülkenin kimlikler veya fikirler ile eylemler bakımından “farklılıktan nefret çilesi”nin asla bitmediğini gösteriyor. İnsan, ülkesi için, hukukun temel insan hakları, evrensel değerlerden nasıl uzaklaşabildiğine kuşak kuşak tanık olunduğu için kahroluyor.

Aşağıdaki yazıyı “Gezi davası kararları” açıklanmadan önce, dün sabah yazdım. O yazıyı değiştirmiyorum.
Çünkü “tarihi bir mesele”de önemli gördüğüm bir gün önceki mesajın üstünde durmaktan vazgeçmeyeceğim sabahtan akşama. 
Ama “ağırlaştırılmış müebbet”li, bol hapisli Gezi kararları, bu ülkenin kimlikler veya fikirler ile eylemler bakımından “farklılıktan nefret çilesi”nin asla bitmediğini gösteriyor.
24 Nisan’dan 25 Nisan’a, “yara sarma” fikrinin kalıcı olmayabileceğini, “insanî-vicdanî” bir esintinin hızla gelip geçici kalabileceğini, nefretin kurumsallaşmış, katılaşmış haliyle damarlarımızdan eksik olmayacağını da!
İnsan, ülkesi için, hukukun temel insan hakları, evrensel değerlerden nasıl uzaklaşabildiğine kuşak kuşak tanık olunduğu için kahroluyor.
İktidar partisinden milletvekili adayı olmuş bir yargı mensubunun bağımsızlığı dahi sorgulanamadan, sorun bile olmadan üstelik.

24 NİSAN: ÖNEMLİ, ÇÜNKÜ ÖNEMLİ

“Birinci Dünya Savaşı'nın dayattığı zorlu koşullarda hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini anmak üzere bugün İstanbul Ermeni Patrikhanesi'nin çatısı altında toplanmış bulunuyorsunuz.
1.Dünya Savaşı'nın zorlu şartlarında ebediyete irtihal eden tüm Osmanlı vatandaşlarına Cenâb-ı Hak'tan rahmet diliyorum.

Osmanlı İmparatorluğu'nun, Birinci Dünya Savaşı'na tekabül eden son yılları milyonlarca Osmanlı evladı için çok acılı bir dönem olmuştur. Bu ortak acıları, dini, etnik, kültürel hiçbir ayırım gözetmeden anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir.

Yüzyıllarca sevinç ve tasada ortak olan bizlerin, geçmişin yaralarını birlikte sarması ve insani bağlarını daha da kuvvetlendirmesi önemlidir.
Bu anlayışla acıları büyütmek yerine bin yıla varan köklü birlikteliğimizden ilham alarak geleceği beraber inşa etmemiz gerektiğine inanıyorum.

Nitekim komşumuz Ermenistan'la bu amaçla olumlu bir süreci başlatmış bulunmaktayız. Normalleşme sürecinin, iki komşu ülke arasında yakın işbirliğinden yana olan Ermeni kökenli vatandaşlarımızca da samimiyetle desteklendiğini biliyor ve bunu çok önemsiyorum.

Bu topraklardaki asırlara sâri birlikteliğimiz boyunca kültürel ve beşerî hayatımızda silinmez izler bırakan Ermeni vatandaşlarımızın, huzur, güven ve emniyet içinde hayatlarını idame ettirmeleri için her türlü gayreti göstereceğimizden emin olmanızı istiyorum.
1.Dünya Savaşı'nda yitirdiğimiz Osmanlı Ermenilerini tekrar saygıyla anıyor, anma merasimine iştirak eden tüm vatandaşlarıma selam ve hürmetlerimi iletiyorum"

Uzun uzun alıntıladım ki kendisi de bizler de hatırlayalım.
İbrahim Kalın, Ömer Çelik ve “Huzur, güven, emniyet içinde hayatını idame ettirmeleri izin tüm gayreti göstereceğimizden emin olmasını istediğimiz Ermeni vatandaşlarımız"dan TBMM mensubu, Milletvekili Garo Paylan’ı linç edenler de belki hatırlar diye.

Cumhurbaşkanı’nın 24 Nisan günü “Patrikhane çatısı altında anmak üzere toplanmış Ermeni vatandaşlarımız”a hitaben yayınladığı bu mesaj, tarihin karanlığında kaybedilmek istenen hakikatler, “millet ve devlet geleneğimizin hassasiyetleri” içinde istisnai önemde.

Çünkü metin hangi özenle yazılmışsa artık, içinde “Hayatını kaybeden… Çok acı… Ortak acı… Dini, etnik, kültürel ayrım gözetmeksizin acıları paylaşmak… İnsanlık vazifesi… Sevinç ve tasada ortaklık… Geçmişin yaraları… İnsani bağlar… Geleceği birlikte inşa etmek… Asırlara sâri birliktelik… Kültür ve beşerî hayatımızda silinmez izler bırakan Ermeni vatandaşlarımız… Huzur, güven ve emniyet… Saygıyla anma… 24 Nisan 1915” var.

Bunların her biri, “devlet katından” geldiği için önemli.
Çünkü biz, her birimiz ve Cumhurbaşkanı ya da başkası nasıl adlandırırsa adlandırsın, bu anmanın sebebi olan trajediyi başka türlü adlandırmak istediği için “Ermeni vatandaşımız bir milletvekili” öyle karşı tezlerin hücumuna değil, geleneksel, kolaycı, nefret dokulu linçe uğruyor hemen.

Neden önemli bu açıklama?
Soru sorarsanız, önemli.
Neydi, peki ne olmuştu, öyleyse nasıl bakmamız gerekir, neden ortak acı olabilir, diye sorabilirseniz, önemli.
Nerede o kadar insan, o kadar Osmanlı mebusu, doktor, gazeteci, esnaf, tacir, köylü, kadın, çocuk, diye de sorarsanız, önemli.

Acıların neden ortak olabileceği üzerine bir akıl ve vicdan ortaklığı, muhakeme geliştirmenize vesile olursa, önemli.
Kötülüklerin, zulümlerin ırk, din, millet, etnisite tanımayabileceğini, hepsini aynı anda görmemiz gerektiğini düşündürürse, önemli.

Cumhuriyet’in, bir bakıma sorumlularını, yani Padişahlığı ve (epey yanı miras kalsa da) İttihat Terakki yönetimini reddederken, onların eseri olan bir acılar silsilesini neden inkâra kadar gittiğini tartışabilirsek, önemli.

Tarih kitaplarında yok sayıldığı için önemli.
Ortalama bir çocuk, yetişkin olana kadar hiçbir şey duymadığı, dinlemediği, bu toprakların “ortak acıları, trajedileri, kaybolan insanları” üzerine sadece yüzeysel bilgiler ve ezberle, bilgisizlikle, ilgisizlikle donatıldığı için…
Sonra da ya hayretler içinde bir şeyler öğrendiği veya ezberler içinde nefretleri koyulaştırdığı, katılaştırdığı için önemli.

Şu andaki her kökenden, her inançtan “birbirimizle” ortak acılar hissederek ve bazen ortak umutlar da besleyerek barış içinde yaşamak istiyorsak, önemli.

Bence, kötüler ve kötülükler kadar; birbirini koruyan, komşusuna sahip çıkan, insani-vicdani cesareti olan Müslüman ve Ermeni Osmanlı vatandaşlarını daha çok tanımak ve tarihte esas övünülecek insani mirasın bize onlardan kalabileceğini idrak edersek, önemli.

Neden önemli?
En medeni geçinen ülkelerin ve devletlerin de tarihinde, hatta bugünündeki tüm acı, zulüm, kırım, kıyımları unutmadan, ama “bizden olanlar”ın yaptıklarını da asla ayırmadan…
Evrensel bir insanlık duygusunu geliştirebilirsek, önemli.

Tarihinin orada burada başkaları tarafından yargılanmasından, suçlanmasından önce ve daha güçlü, daha hakkaniyetli biçimde özeleştirisini yapmanın, iyilerle kötüleri ayırmanın idrakine doğru yol alabilirsek, önemli.

Neden önemli?
Yıllardır hemen her gün, bu ülkede farklı düşünen, farklılıkları olan nice kişiyi bazen tek tek, bazen toptan hor gören, aşağılayan; şarkıya şiire, itiraza, keskin nefret diliyle “haddini bil” diyen devlet, siyaset ve iktidar üslubunun ötesinde…
Belki de uzun süredir ilk kez, böyle insani, ortak acılara vurgu yapan, ayrımcılığa karşı konuşan, hep reddedilmiş bir “anma günü”nde anan, dışlamayan, kapsayıcılıktan söz eden bir resmî açıklama, ifade, beyan olduğu için de önemli.

Savaşın, iç savaşların, nefretin, kıyımların halklara, aslında her kesime nasıl acılar, travmalar getirdiğini unutmamak için önemli.
Birbirinin acısını anlamaya çalışarak, kin ve nefretin ötesinde bir dil ve tarih yazımı geliştirebilmek açısından önemli.

Tarihte ne olduğuna ezberlerden uzak bakarsanız, gerçekten akıl ve vicdanla karanlıklar içinde dolaşabilirseniz…
Sonra istediğiniz gibi adlandırın “ortak acılar”ı.
Kimsenin ne isim verdiği önemli değil. Öncelikle bilmek, anlamak, ezberlere, nefret dayatmalarına mahkûm olmamak önemli!

25 NİSAN: ASLIMIZ, AYNI FASLIMIZ

Neden önemli?
Çünkü o mesaj ile bir ertesi günkü mahkeme kararları arasındaki uçurumda, hangisinin gerçek, hakiki, sahici olduğunu düşünebilmemiz açısından da önemli.

Peki sonra?
Bu kadar “önemli”den sonra daimî faslımıza, maalesef o intikamcı aslımıza dönüyoruz!
Yazının en başına pazartesi akşamüstü eklediğim bölüme dönüyoruz:
Bir çevre direnişinden çıkarılan “hükümeti devirme” davasına! Bitmeyen bir nefret silsilesine.
15 Temmuz’un gerçek darbecilerini yıllarca besleyenler, askeri, idari makamlara, Emniyet’in, yargının en üstleri dahil her mevkiine yerleştirenler asla “yardım, yataklık”tan sanık bile olmazken, birkaç kişinin “deniz gözlüğü, maske, sargı bezi delili” ile mahkûm edilmesine.
Bir ülkenin kaderine sürekli kara sayfalar eklemek midir, kimilerinin görevi!

Not: Cumhurbaşkanı’nın Patrikhane’ye mesajında “irtihal” kelimesi var: “Ebediyete irtihal eden vatandaşlarımız…” Bilmiyorum o da aynı özenle mi seçildi ama bakın manalarına: Mahvolmak, helak olmak, göçmek, ölmek. “Tehcir”i özetleyen bir kelime işte!
Peki “hukuk, hak, özgürlük” ne anlama geliyor?

 


Umur Talu Kimdir?

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunu olan Talu, genç yaşında Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet ve Hürriyet gazetelerinde önemli görevlerde bulundu. Milliyet Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Milliyet, Star, Sabah ve Habertürk gazetelerinde yıllarca köşe yazıları yazdı. 1996’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Türkiye Basın Özgürlüğü ödülünü aldı. 1998 ve 2000 yıllarında TGC Yönetim Kurulu’na seçildi, 2001 yılında TGC Başkan Yardımcısı oldu. 2004 ve 2005 yıllarında yılın köşe yazarı seçildi.