Bir varmış bir yokmuş: MUŞ
Çoğuna göre var mıymış, yok muymuş belli olmayan Muş, bir varmış bir yokmuş gibi geliyor bana... Çoğu insana göre bu ilin en büyük özelliği, her yere uzak olması... O nedenle kelime şakalarını “Burası uzak Muş” gibi devam ettirebilirim.
“Bir varmış bir yokmuş. 'Nasıl var olan olur da yok olan yok olurmuş?' diyerek şaşanlar varmış. Az gün olmuş, uz gün olmuş; bir sabah vakti bir de bakmışlar ki Muş doğmuş. Muş doğmuş doğmasına ama yakınında bulunan şehirler bir kıskanmışlar ki sormayın. Hemen bir araya gelmişler ve başlamışlar tartışmaya...
Bitlis daha kimsenin söz almasına fırsat kalmadan şimşek gibi yerinden fırlamış. Alabildiğine bağırmaya başlamış:
– Amanın efendiler amanın! Dağ, dağ olur, bağ, bağ olur yeryüzünde herkes olur sağ olur ama şu Muş gibi şehir olmaz.
Bitlis, Muş’un güneydoğu sınır komşusuymuş. Muş olmasaymış sınırı ta Bingöl’e kadar uzayacağından hırslanırmış. Devam etmiş:
– Kırlarda, ovalarda; bağlarda, bahçelerde rahatçacık ömür sürerken bir de baktım Muş diye bir şehir doğuvermemiş mi? Hem de kapı komşu bana. Gel de dayan! Şehre benzese hadi neyse. Yığın yığın binalar, kirli kirli sokaklar... Kuru kuru yapraklar... Pih! Neyine kurum satar bilmem ki!
Sözün burasında Muş’un güney komşusu Siirt dayanamamış, fırladığı gibi yerinden Bitlis’i susturmuş!
– Sen ne diyorsun kardeş, demiş. Kurum da söz mü? Bize hep yüksekten bakıyor. Haritadaki yeri bizden üste geliyor diye kendini yüksek görüyor. Oysa dünya yuvarlaktır. Yuvarlağın başı sonu mu olur? Duymamış mı bunu?
Diyarbakır:
– Duymuş, duymuş tabii ama bilmezlikten geliyor... Bize kibir satmak için, sözleriyle dudak bükmüş.
Allem etmişler kalem etmişler, Muş’u aralarından atmaya karar vermişler.
Vardıkları anlaşmaya göre hepsi bulunduğu yerden Muş’la alay edecekmiş. Onu dünyaya geldiğinde pişman edeceklermiş. Bu karardan sonra dağılmışlar. Her biri kendi yerine gidip yerleşmiş. Önce alaylı bakışlarla süzmüşler zavallı Muş’u... Sonra Bitlis başlamış nakarata:
– Orası Muş’tur,
Yolu yokuştur,
Giden gelmiyor,
Acep ne iştir?
Bu şarkıyı Muş duyunca kızacağına hoşlanmış:
– Ne olur Bitlis kardeş, şunu bir kere daha söyle de ezberleyeyim, diye ricada bulunmuş.
Bitlis adamakıllı kızmış. Daha ağır bir şiir düşmüş dilinden hemen:
– Kuşlar uçmaz,
Kervan geçmez,
Bu nasıl şehir?
Gülleri açmaz!
Muş kendisini kızdırmak için söylenen bu sözleri aksine seviyormuş. Tam bir daha tekrarlamasını rica edecekmiş ki daha güneyden Mardin başlamış:
– Benim adım Mardin,
Yoktur bir derdim.
Muş’a gelince...
İpe un serdi.
Bu sözlerle Muş’u kızdırmayı denemiş Mardin. Muş yine kızmamış:
– Ne olur bir daha Mardin kardeş, diye de rica etmiş. Komşuları Muş’a aval, aval bakmışlar bir süre. Siirt bir süre sonra sessizliği bozmuş:
– Sizinkiler Muş’a ninni gibi geliyor, diye bağırmış. Ben bir tane söyleyeyim de bakın nasıl kızacak.
– Hadi, demişler.
Siirt başlamış söylemeye:
– Havası sistir,
Sokağı pistir.
Bu nasıl şehir?
Bu nasıl iştir.
Ne kadar uğraşmışlarsa Muş’u kızdıramamışlar bir türlü...
Sonunda Bingöl hırsla bağırmış Muş’a:
– Hey! Bana baksana sen. Geldin aramıza girdin diye ne kurum satıyorsun? Edebinle otur oturduğun yerde... Topraklarımızı böldüğün yetmiyormuş gibi bir de nazını çekmeyeceğiz.
Muş üzülmüş bu sözlere:
– Ama, demiş. Ben size bir şey yapmadım ki!
– Daha ne yapacaktın. Ortak geldin ya! Muş boynunu bükmüş:
– Bu topraklar ne sizindir ne de benim, demiş. Kimin malını paylaşıyoruz. Bunları yaratan var. Biz sadece misafiriz. Zaman gelecek üstümüzde yaşayanlar ölecek. Binalarımız değişecek, sokaklarımız yenilenecek. Hatta bir gün kıyamet kopacak, toprağa karışacağız. Böyle bir kuvvet sahibinin malını bölüşmek bize mi kaldı? Gelin hep birlikte misafirliğimize dostça devam edelim.
Bu sözler tüm şehirlerde etkisini göstermiş:
– Haklısın Muş kardeş! Biz hata ettik, demişler ve barışmışlar.
O gün bugündür bu şehirler kardeşçe yaşamaya devam eder olmuşlar.”
BURASI UZAK MUŞ
Kim, ne zaman, neden bu masalı yazmış bilmiyorum, hatta yazıya bu masalla niçin girdiğimi de bilmiyorum. Ama çoğuna göre var mıymış, yok muymuş belli olmayan Muş, bir varmış bir yokmuş gibi geliyor bana... Çoğu insana göre bu ilin en büyük özelliği, her yere uzak olması... O nedenle kelime şakalarını “Burası uzak Muş” gibi devam ettirebilirim. Ekşi Sözlük’te herhâlde hakkında en az yorum yapılan il olabilir Muş. Ana başlık dışında bir de “Muş'un adı çok anılan bir il olmaması” diye başlık var ama o da sadece üç sayfa... Kimisi “yalnızlığın, terk edilmişliğin çıplak dağların başkenti” demiş Muş’a, kimisi de “insanlarının hep -muş yapıyormuş gibi yaşadığı şehir”... Birisi de “Çok popüler değildir; haberlerde, gazetelerde adını çok duyamazsınız. Muş doğumlu arkadaşınız çok yoktur, Muş’a kimse turistik gitmez, sanki Türkiye’de bir il değil. Şarkısı meşhur olmasa belki de hiç anılmayacak bir il” demiş ve son cümlesindeki yanılgıya da herkes düşmüş.
BURASI MUŞ MUDUR, HUŞ MUDUR?
“Burası Muş’tur yolu yokuştur.” diye başlayan türkünün Türkiye’yi ikiye böldüğünü biliyor muydunuz? Bir kesim Muş’ta yokuş olmaması ve daha başka gerekçelerle aslında türküde “Muş değil, “Huş” denildiğini, Yemen’e giden askerler için yazıldığını iddia ediyor. Hatta TRT de uzun yıllar bu kesimde yer almış fakat tartışmalara son noktayı koymuş ve türkünün Muş yöresine ait olduğunu onaylamış.
Yukarıdaki masalımsı masaldan Muş’un komşu illerini hep birlikte öğrendik. 1929 yılında Bitlis’ten ayrılarak, il olmuş. Öncesinde Ermeni nüfusun yoğunluğunu eski binalardan da anlamak mümkün; birçok yerinde Ermenilerin hatıralarının izini sürebilirsiniz.
Muş da diğer tüm tipik küçük Anadolu şehirlerindeki muhafazakârlığa sahip... Küçük kızların zorla evlendirilmesi, görücü usulü evlendirmeler hâlen yaygın... Kadınlardaki eğitim seviyesi de maalesef çok düşük... Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sorumluluğundaki Türkiye Kültür Portalı, bakın Muş kültürünü nasıl anlatmış: “Muş ve çevresinin sosyal hayatında geleneksel yapı hâkimiyeti sürmektedir. Tarihe bakıldığında Türk devlet geleneğinin en köklü ve en belirgin yapısı olan aşiret unsuru özelliğini halen korumaktadır. (...) töreler inançla birleşip önemli bir konuma gelmiş özellikle köylerimizde bu hayat biçimi sosyal yapıyı güçlendiren bir faktör olarak karşımıza çıkar.” Bu “güçlenme”ye şüpheyle baktığımı söylemeliyim.
'KEŞKE YALNIZ BUNUN İÇİN SEVSEYDİM SENİ'
İnsanların birbirine “Hocam” diye hitap ettiği, en çok “Başım üstüne” sözünün kullanıldığı ildeki muhafazakârlık seviyesi, Muş’un merkezi ve Hasköy ilçesinde bir tık daha fazla... Şehirde ilginç bir ilçe rekabeti de var. Vartolu ve Malazgirtliler, merkezi pek sevmediklerini açık açık söylüyorlar ama ben şahit olmasam da bu iki ilçenin de her zaman kendi arasında rekabet hâlinde olduğunu söyleyenler var. Bu arada okuldaki tarih derslerinden Malazgirt Meydan Muharebesi’nin yılı “1071” olarak beynime kazınmış ama savaşın Muş’ta yapıldığını ve Malazgirt diye de bir ilçesi olduğunu hiç mi hiç hatırlamıyorum.
Yine konuyu dağıtıyor gibi olacağım ama bu satırları yazarken Cemal Süreya’nın “Afyon Garındaki” şiiri geldi aklıma:
“Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı’dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sütyeni.
Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti,
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sütyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın;
Tanrım gerçekten çocukluk günlerinizde mi?..
Eşiklere oturmuş bir dolu insan
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”
Cemal Süreya, bu şiiri 19 Ağustos 1966 tarihinde yaşanan ve binlerce insanın yaşamını yitirdiği Varto depremin atfen yazmış.
YAZIN TOZU, KIŞIN BUZU...
“Yazın tozu
Kışın buzu
Kargadan başka yoktur kuşu
Gözünü sevdiğimin Muş’u.”
Muş’ta askerliğini yapanların, memur olarak atananların ya da üniversite öğrencilerinin son satıra itiraz edişini duyar gibiyim. Ama üzgünüm o satırları buraya yazamam. Onlar ve Muşlular, beni anladılar!
Gerçekten de toz ve kara kış, Muş’takilerin en büyük dertlerinden... Hatta kışa mevsim değil, “doğal afet” diyorlar. Birkaç şehre daha uyarlanan “Kara nerelisin demişler. Aslen Erzurumluyum ama Muş’ta yaşıyorum demiş.” sözü, Muş için de cuk oturuyor. Gerçi buz tutmuş Murat Nehri üzerinde yürümek güzel bir fantezi ya da kar kalktıktan sonra merkezden biraz uzaklaşıp yeşil manzaralarda göz banyosu yapmak da... Kışın Muş’u çevreleyen dağlara yağan karın ufak çapta bir İsviçre havası verdiği de söyleniyor ama İsviçreliler bu konuda ne düşünür bilemiyorum. Gerçi İstanbul’a bir tane kar düşse ana haberlere çıkmasına rağmen -30’ları gören Muş’ta, taşımalı eğitim yüzünden karda kışta kilometrelerce yol yürümek zorunda kalan çocukların nedense kısacık bir haber bile olmaması size de tuhaf gelmiyor mu?
'EE BİZ BOŞINE DEMERUĞ; MUŞLUYUZ, MUTLUYUZ'
Evet, yanlış okumadınız. “Ee biz boşıne demeruğ; Muşluyuz, Mutluyuz” diye de sözleri var ama maalesef bu gerçekleri yansıtmıyor. Muş, en mutsuz illerden biri... Ne kadar mutsuz olduklarını merak ediyorsanız Muş’ta yapılan sokak röportajlarını izlemeniz yeterli. Bu mutsuzların başında da üniversiteliler geliyor. Ramazan aylarında restoranların çoğunun kapalı olduğundan, gidip eğlenecekleri bir mekân olmamasından hatta kız-erkek yan yana bile gelmelerinin büyük sorun olduğundan bahseden gençler, ilin mecburiyet caddesi olan İstasyon Caddesi’ndeki ya da onun yavrusu Cumhuriyet Caddesi’ndeki kafelere mahkûm olmuş durumda. Alternatifi kaleye çıkıp Muş manzarasında çay içmek, Murat Nehri kenarına pikniğe gitmek, halı saha maçı yapmak veya üniversite yakınlarındaki parkta oturmak... Bir tık daha rahat etmek istiyorlarsa da Tatvan’a, Ahlat’a, Diyarbakır’a ya da Malatya’ya gitmekte çareyi buluyorlar. 1960’lı, 1970’li yıllarda herkesin gönlünce alkol tüketebildiğini, bunun yadırganmadığını, restoranlarda alkol satışının olduğunu anlatanlar olsa da gerçeklik payı var mıdır, bilemiyorum. Üniversiteliler, kendisini “tercih mağduru” olarak nitelendiriyor. Çoğu son tercihi olan Muş Alparslan Üniversitesi’ne yerleştirilmiş. Gerçi pek aktivite seçenekleri olmadığı için bol bol ders çalışacak vakitleri oluyor ama üniversitedeki eğitim düzeyinden de mutlu değiller. Bu arada üniversitenin hem dünya hem de ülke çapında “gelişmemiş üniversiteler” kategorisinde bulunmasına rağmen bütçesinin büyük bir kısmını İslami İlimler Fakültesi’ne harcadığı yönünde eleştiriler olduğunu da belirteyim. İldeki eğitim seviyesinin düşüklüğüne daha önce değindim ama bunda kızların okumasına gerek duyulmayan muhafazakâr yapı kadar taşımalı eğitimin de etkisi var. Her gün çocuğunuzu soğuk ve karlı havada kilometrelerce ötedeki okula götürdüğünüzü hayal edin!..
DOĞUM TARİHİNİZ?: MUŞ
Muş’un sorunları ana haberlere çıkmıyor dedik ama iş şakaya şukaya geldi mi izlenme rekorları kıran videolar da yok değil Muş hakkında. Flash TV’de Yalçın Çakır’ın yaptığı “yalan topu” testinde, “Doğum tarihiniz?” sorusuna “Muş” yanıtını veren Melek Subaşı, Muş’un en ünlü insanı olsa gerek... Muş’un bir diğer ünlü insanı, Ankaralı Namık ama onun bu isme rağmen Muşlu olduğunu öğrenmek, birçok insan için hayal kırıklığı olmuş.
Aslında Muş’un gerçek meşhuru ise laleleri... Tarım ve Orman Bakanlığına bağlı Bitkisel Üretim Genel Müdürlüğü tarafından 2015 yılı aralık ayında “Muş 1071” ismiyle tescillenen lalelerin yaklaşık on beş-yirmi günlük ömürlerinde Muş Ovası’nı kırmızıya bürüdüğünde manzara gerçekten müthiş. Zaten Muş’un en çok ziyaretçisini de bahar aylarında bu laleleri görmek ve fotoğraflamak isteyenler oluşturuyor. Bir de Toy Kuşu var ama maalesef onun da nesli hızla tükeniyor.
MUŞ’TA GEZİLECEK YERLER
Zengin kültür mirası olan Muş’ta özellikle Türk-İslam devirlerine ait eserlerin önemli bölümü ayakta... Ören yerleri, camiler, türbeler, kaleler, hamamlar, köprüler ve çeşmeler bu mirasın mimari örneklerinden... Arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan zengin buluntular ise Muş’ta değil, Ankara Anadolu Medeniyetleri, Erzurum, Van ve Diyarbakır müzelerinde sergileniyor.
Merkezdeki Muş Kalesi, şehrin en eski yerlerinden... Park olarak düzenlenen kalenin yapımının kesin tarihi bilinmiyor. Kalenin batı tarafında tahrip olmuş Arap, Selçuklu ve Osmanlı mezarlıkları karışık ve dağınık bir hâlde...
Muş’un hayat tarzını yansıtan geleneksel evleri, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki diğer evlere benziyor. Genellikle havuş (avlu) gerisinde yükselen iki katlı yapılardan ibaret... “Havuş”un yanında tandırlık, erzak deposu ve çardak görevi gören ağaç altı oturmalıklar ve çoğunda ahır da mevcut... Günümüzde yıkılmaya yüz tutmuş, gelişen teknik yapılara yenilmiş bu evlerden birkaçına şehir merkezinde rastlamak hâlâ mümkün...
Muş merkezinde 1307’de yapılan Yıldızlı Han, Aslanlı Han, Alaeddin Bey Çeşmesi, Alaeddin Bey Camisi, Alaeddin Bey Hamamı, Ulu Cami, Hacışeref Camisi, Dere Hamamı, Migre (Gülü) Hamamı ve bazı türbeler, görebileceğiniz yerler. Esenlik Camisi’nin etkileyici mimarisine rağmen pimapenle yapılan eklemeler, muhtemelen beni olduğu kadar, sizi de dehşete düşürecektir.
DEFİNECİLERE DİRENEMEYEN KALELER
Muş-Varto yolu üzerindeki, Muş şehir merkezine on kilometre uzaklıktaki Murat Irmağı Köprüsü, Selçuklu yapısı ve Muş’un en önemli eserlerinden... Yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor ancak 1817 tarihli mermerden kitabesinin onarımlarla ilgili olduğu sanılıyor. On iki gözlü köprü, 143 metre uzunluğunda ve hâlen kullanılıyor. Malazgirt’te de Hatun Köprüsü ve Kız Köprüsü bulunuyor.
Malazgirt Kalesi de gerçekten haşmetli bir görünüme sahip... Kalenin Malazgirt ilçesini çevreleyen, birbirine paralel iki suru onarılmış durumda. Muş’un güneyindeki Kızıl Ziyaret Dağı’nın doğu uzantısının bir yamacındaki Haspet (Hasbet) Kalesi’nin burçları on yıl öncesine kadar sağlamken define arayıcıları tarafından tahribata uğramış ne yazık ki. Kalecik köyündeki Kalecik Kalesi’nin etrafını gezerseniz surlarını fark edebilirsiniz. Kale duvarlarını oluşturan moloz taşların üst kısımlarından eser kalmamış, sadece alt temelleri görülüyor ama Kalecik Kalesi’nin de Haspet’le aynı şekilde sonunu yıllar değil, kaçak kazılar getirmiş. Yine Kızıl Ziyaret Dağı’nda bir de Muşet, Kepenek’te Kepenek, Malazgirt’te Katerin (Zincirli), Bostankale ve Tıkızlı kalelerinin; Muş genelinde Çanlı (Surp Garabed Manastırı), Muş Arak, Sirong, Kırkayak ve Kırmızı kiliselerinin kalıntıları var.
HÖYÜKLER, ÖREN YERLERİ VE DİĞERLERİ
Muş sınırları içinde bir kazı ve birkaç yüzey araştırması dışında bugüne kadar ayrıntılı çalışma yapılmamış. Yapılan yüzey araştırmalarında Kalkolitik dönemden Orta Çağ’a kadar süregelen kültürlere ait seramikler bulunmuş ve yirmi sekiz höyük tespit edilmiş. Ancak mesela Yağcılar Höyüğü, üzerine yapılan yoğun yerleşim sonucu ve etrafındaki yapılardan dolayı tam olarak görülmüyor. Yine Dolabaş, Bostankale, Mercimekkale höyükleri, Aradere Köyü Mezarlığı, Malazgirt Yeniköy (Alyar) Kaya Mezarı, Varto Kayalıdere Ören Yeri (Kale Şehri) yüzey araştırması yapılan yerler...
Muş’taki Künav Mağarası, üç kilometre uzunluğunda ve tavan yüksekliği yer yer otuz beş metre civarında. İki kattan oluşan mağaranın alt katından nehir büyüklüğünde su geçiyor. Üst kısımlarının görüntüsü ise bana endoskopi görüntülerini hatırlattı.
Göl kenarına gitmek isterseniz de Hamurpet (Akdoğan), Haçlı (Bulanık) göllerini tercih edebilirsiniz. Muş’ta bir de Güzeldağ Kayak Merkezi var. Bu kadar kar alan bir yerde kayak merkezinin 2015’te açılmasına mı yoksa en azından açılmış olmasına mı şaşırsam bilemedim. Hâlbuki pist sayılarının artırılması gibi gerekli yatırımlar yapılsa sırf kayak merkezine gelenler bile ilin turizmini canlandırmaya yetecektir.
GELİNLİK YERİNE FORMA
Son olarak hepinizi Yağmur Spor Kadın Futbol Takımı’nı alkışlamaya davet ediyorum. Muş’ta, “genç kızlar erken yaşta evlendirilmesin” diye on yıl önce kurulan kadın futbol takımı, Türkiye Futbol Federasyonu Kadınlar 3. Ligi 19. grupta şampiyonluğa ulaştı. Bankadan çekilen kredilerle ayakta kalabilen kulüpte genç kızlar hem spor yaparak örnek olmayı hem de üniversiteye gitmeyi başarmış durumda. Kulüp başkanı Haldun Bayrak’ın dediği gibi bu kızlar, “gelinlik yerine forma giyiyor, düğün salonu yerine stadyuma gidiyor”.
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI