Bir yürüyüş eylediler...
Uzun yürüyüş başlamadan herkese birer çanta dağıtmıştı MST-Topraksız İşçiler Hareketi. 12 bin 807 çanta. Hepsinin içinde birer bayrak vardı, çok büyük değil ama istersen boynuna bağlayıp sırtından sallayabilirsin, rüzgarlıysa hava pelerin gibi oluyor. Havalı bir şey yani.
Arkasına kıvırmıştı okuduğu sayfaları, göz hizasında tutarak okuyordu kitabı. Arada bir sloganlara katılıyordu, hepsine değil ama. Daha çok, kitap okuyordu denilebilirdi. Bu arada yürüyor, bazen kitap olmayan elini yumruk yapıp, savuruyor, çok az etrafa bakıyordu. Etraf da etraftı ama bakılmayacak gibi değildi. Bulutların içinden bir nehir akıyor gibiydi. Ağaçların arasına dökülüyordu, yukarı sıçrayanları yakalıyordu güneş, henüz yeni doğmuş, zayıf sıcaklığı. Gökyüzü yanımıza gelmiş gibiydi işte, güneş, bulut, yağmur filan ve binlerce insan, Topraksız işçi, Brezilya’nın kalbine yürüyen…
‘Vida e Obra*’ydı, kitabın adı. Ben verdim ona. Değiştik demek daha doğru, kendininkini bitirmişti çünkü. Uzun yürüyüş başlamadan herkese birer çanta dağıtmıştı MST-Topraksız İşçiler Hareketi. 12 bin 807 çanta. Hepsinin içinde birer bayrak vardı, çok büyük değil ama istersen boynuna bağlayıp sırtından sallayabilirsin, rüzgarlıysa hava pelerin gibi oluyor. Havalı bir şey yani. Üstünde bir kadın, bir erkek Topraksız işçi var ve kızıl tabii ki.
Çantada birkaç şey daha vardı ama unuttum. Birer defter vardı eminim. Notları filan alıyorsun. Bir yandan yürürken seminerler de oluyordu ya da bir arkadaşının adını yazıyordun, resimler çizenler de biliyorum. Kapağında yürüyüş yapan Topraksız işçilerin bir deseni vardı. Belki daha önceki bir uzun yürüyüşte biri çizmiş. Hepsi aynı değildi ama. İki kurşun kalem de vardı uçları iyi açılmış, bir silgi, bir kalemtıraş…
Son saydıklarımı bilmiyorum ama diğerlerini kendileri yapıyorlardı. Çantaları diktikleri kooperatife gitmiştim. Kadın ve erkek işçilerin hünerli ellerinde, hızla koşuyor gibiydi dikiş. -Bilmem hiç dikiş makinesi seyrettiniz mi? Yanındakine sarılır, kendine çeker iplik, kol kola girerler sanki.- Sonra diktikleri çantaları bayrakların da yapıldığı yere gönderiyorlardı, başka bir kooperatife. Serigraf baskıları yapıyordu orada kadın ve erkek işçiler. Hani bayrakların üzerindekiler, kızıl…
Ve her çantanın içinde bir kitap vardı. 10-15 farklı kitap. Bu yüzden okudukça değişiyorlardı, kısa değil 21 gün yürüyorduk ve 275 kilometre. Her gün 20 kilometre yürüdükten sonra, uzanırken okuyanlar vardı, yemek aralarında ya da akşam, dans etmeden biraz önce.
30 yaşlarından bir genç kadındı Casilda. Dudağının yanında bir yara izi vardı. Pek keskin olmayan bir bıçak ya da iyi kırılmamış bir cam parçası kesiği. Ağzının devamı gibiydi. Çok dikkat çekmiyordu dudaklarının yanında. Güzeldi. Yara izi değil Casilda.
"Ne kadar çok okuyorsun" dedim. "Açım" dedi. Yemek yiyorduk bir yandan, haşlanmış yuka pirinç pilavının üstünde, tel tel olmuş biraz ve tabii ki kara fasulye. "Ben ilk kitabımı 5 yıl önce okudum" dedi. "Okumayı bilmiyordum ki. Burada öğrendim. Çok açım yani."
*Vida e Obra/Pablo Freire - Hayatı ve Çalışmaları