YAZARLAR

Birazcık vicdan veya ‘Zulüm bizdense ben bizden değilim’

Vicdan, her bir olayın yürek süzgecinden geçirilmesini, empati yapılmasını zorunlu kılan bir ahlaki pusulaydı. Vicdan partili olamazdı, siyasi davranamazdı, taraftarlığı kabul edemezdi. Vicdan asla tek bir millete, dine, ideolojiye, siyasete ait olamazdı. Vicdan tek kişilikti. Böyle olmazsa her zaman zulme karşı çıkmayı başaramazdı.

İçimiz dışımız siyasetle, daha doğrusu siyasi hesaplar ve kurnaz oyunlarla doldu.

Memleketin kaderi için yakında zar atılacak gibi. Tahminler gırla gidiyor:

"Muhalefet şunu yaparsa kesin kazanır..."

"İktidar şöyle yaparsa muhalefete fırsat vermez…"

Tahminlerin çoğu para üzerinde yoğunlaşıyor:

"Muhalefet ekonomik krizin yarattığı şansı kullanırsa…"

"İktidar para basarsa, ücretlere zam yaparsa…"

Zulüm, adaletsizlik, ahlaksızlık, vicdansızlık, yolsuzluk, hırsızlık…

Doğrusu bunlara pek bakan yok.

Halk bunlara çoktan alışık…

İnsanlar karşı çıkmaya korkuyor. İktidar korkutuyor. Muhalefet de "korkulacak bir şey çıkmasından korkuyor."

Ölümler, intiharlar, içeri atılanlar, dışarı bırakılmayanlar, tehditler, kışkırtmalar, vatan-millet adına palavralar, din sosuyla ortalığa yayılan yalanlar…

Ölümüne kutuplaşmalar… "Bizimkiler ne yaparsa iyidir"ler… "Karşı tarafın yok olmasını (gebermesini) dilemeler"

*          *           *

Haydi bırakalım şimdilik bunları bir kenara.

Sizi mükemmel bir insanla tanıştırmak (tanıyorsanız, hatırlatmak) geldi bugün içimden.

23 yaşında bir genç kadındı... 19 yıl önce... Şimdi de öyle... Hep 23 yaşında kalacak...

Amerikalı bir barış gönüllüsüydü. Adı Rachel Corrie idi.

Daha 11 yaşındayken cesur sorular sormuştu:

"Neden her gün kırk bin çocuk ölüyor? Yırtılan ozon tabakası, ölen balinalar, kesilen ağaçlar... Ama bunların hepsinin önünde gelen şey, barış!.."

Hani küçük çocuklar büyük sözler eder de, büyükler onları gülümseyerek dinler ve sonra "aferin" der ya... Hani sonra her şey unutulur gider. Çünkü numaradır, oyundur bütün bunlar.

Ama Rachel söylediği sözlere inanıyordu. Bunu kanıtladı da. Hem de hayatıyla.

Uluslararası barış gözlemcisi olarak dünyanın ta öbür ucuna, Filistin'e gitti.

16 Mart 2003'te, İsrail güçleri Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin evlerini yıkmak istediğinde, direnmek ve yalnız evleri değil, insan hayatlarını yıkıp parçalamaya gelen buldozerin önüne dikilmek gerek diye düşündü.

Ve 23 yaşındaki cılız bedeniyle o soğuk ve ruhsuz buldozerlerin önünü kesti.

Durmaz mıydı o çelikten canavarlar? Canlı bir hedefi tepeler geçer miydi? Bir kadını üstelik? Hem de Amerikan vatandaşını?

Buldozerler durmadı.

Oracıkta söndü gitti hayatı.

Oysa ne kadar güçlü, ne kadar inançlı bir kızdı.

Ama insan dediğin böyle bir şey işte. Canı buncağız...

Yüreği ne kadar engin, manevî dünyası ne kadar sağlam olursa olsun, vücudu öylesine narin, öylesine zayıf ki...

Ölüveriyor işte...

Gözlerine bakıyorsun, öylesine kararlı ve etkili... Ve ses tonunu duydukça içine bir güven hissi yayılıyor, ölümsüz bir dostluk türküsü gibi...

Ama o bir anda gidiveriyor; bir saniyede hem de: Vardı... Ve yok işte!..

Buldozer geri çekildiğinde Rachel yerde cansız yatıyordu.

Vücudu ezilmiş, yüzü yırtılmıştı.

*          *           *

Dünyanın her yerinde kendi yurttaşlarını tavizsiz savunan Amerikan hükümeti, "siyasi nedenlerle" suskunluğu tercih etti. İsrail mahkemesi ise Rachel Corrie'nin ailesinin açtığı davayı kolaylıkla geçiştirdi.

Çünkü devletlerin büyük çıkarları söz konusu olduğunda, insan hayatı "teferruattı"...

Ölmeden kısa süre önce "Acı veriyor dünyanın korkunç bir yere dönüşmesine sessizce tanıklık etmek" diye yazmıştı Rachel.

Sessiz kalmak ve vicdanını susturmak ona göre değildi.

Rachel'den geriye kalan cümlelerden biri, bu yazıya başlık oldu: "Zulüm bizdense, ben bizden değilim."

Hakkında birkaç kez yazı yazdığım Rachel'in asıl kılavuzu vicdandı.

Vicdan, her bir olayın yürek süzgecinden geçirilmesini, empati yapılmasını, insanların zarar görme riskinin en aza indirilmesini zorunlu kılan bir ahlaki pusulaydı ona göre.

Vicdan partili olamazdı, siyasi davranamazdı, taraftarlığı kabul edemezdi, sloganlarla yönlendirilemezdi.

Vicdan asla tek bir millete, dine, ideolojiye, siyasete ait olamazdı.

Vicdan tek kişilikti.

Böyle olmazsa her zaman zulme karşı çıkmayı başaramazdı.

*          *           *

Rachel'den geriye birçok anlamlı cümle ve kısa da olsa örnek bir hayat öyküsü kaldı.

Ha, bir de onun adı bir gemiye verildi. Bunu öğrendiğimde nedense kederim daha da çekilmez hale geldi.

Belki de o, son yolculuğuna çıkarken zaten küçük bir ölüm gemisi gibiydi.

Hatırlıyor musunuz o hüzünlü şiiri ve şarkıyı:

Ah, küçücük gemi, sulara attın şimdi kendini, delisin.

Ah, yakarlar seni, dönmezsin bir daha geri, delisin.

Ah, peşimde rüzgâr, ne yağmurlar dost ne bir kıyı var, deliyim.

Ah, düşlerim kaldı, yalnızım düşlerim kaldı, deliyim.

Kime sorsam dönüşüm yok.

Nereye gitsem mavi.

Yelkenimde deli rüzgâr.

Her yanım tuz, deliyim.

Ah, yaralı kalbin, sönüp gidecek yaralı kalbin, delisin.

Ah, küçücük gemi, dönmezsin bir daha geri, delisin.

Ah, deniz olayım, tuzumu rüzgârda savurayım, deliyim.

Ah, ne yelken ne yel, köpüklerde kaybolayım, deliyim.




Hakan Aksay Kimdir?

Leningrad Üniversitesi Gazetecilik Fakültesi’nden mezun oldu. Moskova’da uzun süre Cumhuriyet ve NTV, kısa sürelerle de diğer gazete ve televizyon kanallarının temsilcisi olarak çalıştı. Rusya ve Türkiye-Rusya ilişkileri konusunda birçok projede yer aldı. Rus-Türk Araştırmaları Merkezi’nin kurucu başkanıydı. Moskova’da uzun yıllar Nâzım Hikmet’i anma etkinliklerinin organizatörlüğünü yaptı. Türkçe ve Rusça dört kitap yazdı. 2009 sonunda Türkiye’ye döndü. 11 yıl T24’te köşe yazarı ve programcı olarak çalıştı. Tele1 ve Artı TV’de programlar yaptı. 8 Kasım 2021 - 16 Mart 2022 tarihleri arasında Gazete Duvar Genel Yayın Yönetmenliği yaptı.