Birer Hitler olan ‘küçük adamlar’

Araştırmacı Milton Mayer, sıradan insanları birer Naziye dönüştüren rejim içinde hür bir şekilde yaşadıkları yanılgısına iten nedenleri inceliyor 'Özgür Olduklarını Sanıyorlardı'da.

Google Haberlere Abone ol

Müttefikler, Nazilerin çöküşüyle birlikte 1945’te hem Almanya’ya hem de Nazilerin işgal ettiği bölgelere girerek “çalışmak özgürleştirir” düsturuyla işletilen toplama kamplarına ulaşıp kapıları yöre sakinlerine açtığında pek beklemediği bir tepkiyle karşılaşmıştı: “Biz buralarda böyle şeyler yapıldığını bilmiyorduk.” Sonradan anlaşılmıştı ki III. Reich’ta bir katile dönüşen sıradan insanlar, onlara destek veren sıradan insanlar ve onların toplama kamplarına götürülen komşuları, arkadaşları ve tanıdıkları vardı.

III. Reich’a gönülden bağlı ve Nazizmi ete kemiğe büründürüp büyüten kitle içinde yer alanlar, onların eylemlerini destekleyenler ve mağdurlar bulunuyordu 1933-1945 arasında.

III. Reich’ın var olması ve yaşaması için her şeyi yapmaya hazır ırkçı ve milliyetçi kitleye göre cinayet işlemek, toplama kamplarına ve gaz odalarına ses çıkarmamak günlük yaşamın bir parçasıydı, sıradan eylemlerdi. Bu kitle için korunması gereken Halk Cemaati’nden “düşmanları” temizlemek esas meseleydi. Kısacası devlet terörü halka indirilmiş, daha doğrusu halk III. Reich’ın neferi hâline getirilmişti.

Naziler, III. Reich’ı “görev bilinci” üzerine inşa etmişti: Bunun bir yanında ırk yasalarına bağlı kalarak “düşmanların” bertarafı bulunurken diğer yanda, Führer’in emirlerine koşulsuz sadakatle rejimi koruyup yüceltmek yer alıyordu. Rejim içinde ayakta kalmak ve yaşamak isteyenler de Nazilerin düşman belleyip kurban ettiği kişilerle insani bağ kuramıyordu. Kısacası rejim tarafından dışlananlar özgür kalacakları günü beklerken rejim taraftarları ise özgür yaşayabildiği illüzyonuna kaptırmıştı kendisini.

Araştırmacı Milton Mayer, sıradan insanları birer Naziye dönüştüren rejim içinde hür bir şekilde yaşadıkları yanılgısına iten nedenleri inceliyor 'Özgür Olduklarını Sanıyorlardı'da.

KÜÇÜKLÜĞÜ FİİLEN ORTADAN KALDIRAN FÜHRER

Mayer, 1933-1945 arası Kronenberg’de yaptığı mülakatlarda, o dönemki yaşamına yoğunlaştığı on Almanın, III. Reich’ın erginleşmesinde en büyük paya sahip kitle içinde nasıl yer aldığını ortaya koyuyor. Bu sırada şöyle bir yol izliyor: “Baskın -ya da en azından yaygın- olan algıya göre Nazizm ile ilgili her analiz beni rahatsız etmiştir. Nazi denen bu korkunç canavar ruhlu adamı hep görmek istedim. Onunla konuşmak ve onu dinlemek istedim. İkimiz de insandık neticede. Nazi’nin ırk üstünlüğü doktrinini reddetsem de Nazi görüşüne yürekten bağlı o adam gibi ben de aynı fikirlere sahip olabileceğimi kabul etmeliydim; izlediği yola onu yönlendiren şey beni de aynı yola sürükleyebilirdi aslında.”

Özgür Olduklarını Sanıyorlardı - Almanlar: 1933 - 45, Milton Mayer, Çevirmen: Murat Demirekin, 376 syf., The Kitap Yayınevi, 2021.

Mayer’ın yaptığı şey, 1933’ten 1945’e kadar Almanya’daki havayı ve özellikle sıradan insanların birer Nazi hâline gelişini, Kronenberg’deki on Alman üzerinden değerlendirmek. Bu süreçte ahlakın sükût edişini, kötülüğün bir virüs misali yayılışını, sessizlikle birlikte artan şiddeti ve çoğu insanın ülkede gerçekleşen değişime nasıl ayak uydurduğunu yaptığı görüşmelerden ulaştığı sonuçlarla gözler önüne seriyor. Başka bir deyişle olup biteni kendi verileriyle ve sahadan bakarak çözümlüyor.

1933-1945 arasında yaşananları anlatan on kişi, kendilerinin birer Nazi hâline geliş sürecini ve sonrasında olanlarla birlikte, şiddetin nasıl olağanlaştırıldığını aktarıyor. Böylece Mayer’ın çalışması bir sözlü tarih metnine dönüşüyor. Kendilerine verilen en küçük bir “görev”i bile o günün şartlarında büyük bir sadakatle ve düşünmeksizin yerine getiren bankacılarla, fırıncılarla, terzilerle, polislerle, hademelerle, çıraklarla, marangozlarla, öğretmen ve öğrencilerle karşılaşıyoruz. Mayer’ın hatırlattığı üzere söz alanların hepsi birer “küçük adam.” Küçüklük algısını kullanan ancak büyüklüğü aşağı çekerek küçüklüğü fiilen ortadan kaldıran Führer’in peşine takılan bu sıradan kişiler, yazarın da anımsattığı üzere “fikri önemseniyormuş gibi yapılarak” onore edilip kullanıldığı için hayatî bir konuma sahipti. Bahsi geçen konum ise önemli bir gerçeği ortaya çıkarıyordu: “Nazi destekçilerinin mutluluğu ve Nazi karşıtlarının mutsuzluğu.” İlk gruptakilerin hayatlarının en iyi zamanlarını yaşadığı ve aslında yaşadığını sandığı, daha doğrusu buna inandırıldığı bir dönem 1933-1945: “Küçük adamlar”ın birer “küçük Hitler” kimliğine bürünüp “komünistlerin, sosyalistlerin, Yahudilerin ve rejim muhalifi din görevlilerinin başının belada olduğunu” söylemesi de cabası…

REJİMİ KABULLENİŞ VE SORUMLULUKTAN KAÇIŞ

1929’da başlayan Büyük Buhran’ın yıkıcı sonuçlarından doğan, “Âri Irk” yaratmaya koyulan, komünistler ve Yahudiler başta olmak üzere Hitler’in “düşman” diye nitelediği her kesimi III. Reich’tan temizlemek için bir kitle meydana getiren Nazi saflarına katılanlardan bir grupla görüşen Mayer, onların gözünü kamaştıran şeyin “hareket” olduğunu ve hepsinin “kanıyla düşündüğünü” fark ediyor. Onlardan biri şöyle diyor: “Nasyonal sosyalizm sınıf ayrımını ortadan kaldırdı. Demokrasi, eskiden sahip olduğumuz gibi bir demokrasi, böyle bir şeyi hiç sağlamadı…”

Hitler’in ve Parti’nin yarattığı, kitlenin peşinden gelmesini sağlayan illüzyon tam anlamıyla bu işte; Nazi olmanın çekiciliği ve ardından getirdiği toplumsal konumun nimetlerinden faydalanma yanılsaması…

Almanya’da ve Mayer’ın Kronenberg’de görüştüğü herkesin bildiği fakat bunu gizlediği anti-semitist ve ayrımcı eylemler gerçekleşirken suç ortaklıkları da kitle arasında yayılıyor ve aslında hükümet ile halk arasındaki uçurum hızla açılıyor. Dahası, Johann Kessler’in dediği gibi “Nasyonal sosyalizm kişilerin ruhunu kaybetmesine neden oluyor.”

Mayer’ın Kronenberg’de görüştüğü on Alman, totaliter kötülüğün ve şiddetin gelişmesinde “küçük adam”ın nasıl bir ahlaki sorumluluk üstlendiğine ya da bundan nasıl kaçındığına dair fikir veriyor. Bu kişiler, bir yalanın ve popülizmin peşinden gittiğini İkinci Dünya Savaşı bitip de Almanya yenildiğinde anlamalarına rağmen 1933-1945 arası yaşanan şiddet dalgasındaki paylarını açık seçik kabul etmiyorlar.

Richard J. Evans, 'Özgür Olduklarını Sanıyorlardı' için kaleme aldığı sonsözde, bahsi geçen tam kabullenmeyişle birlikte, Mayer’ın çalışmasının önemine ilişkin cümleler kuruyor: “Mayer’ın kitabı, çok eskide kalan uzak geçmişe ait gibi görünebilir. Evet, ulusal karakterler hakkındaki genellemeleri güncelliğini yitirmiş gibi. Bugün Almanya, liberal değerlerin ve demokratik istikrarın kalesi. Buna rağmen Mayer’ın röportaj yaptığı kişilerin sesleri, yıllardır hâlâ kışkırtabilecek ve şoke edebilecek bir tonda bize hitap ediyor. Hitler’in III. Reich ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanların büyük resminin küçük bir kesitinin sunulduğu kitap; farklı, dikkat çekici ve birçok yönden makul insanların, demagoglar ve popülistler tarafından nasıl baştan çıkarılabileceğinin yanı sıra savaşa ve soykırıma kadar giderek daha fazla suç işleyen bir rejimi kabullenip nasıl göz yumduğunun bir hatırlatıcısı olarak tarihin sayfalarında yer alıyor.”