Bireyin varoluş sorunsalına öykülerin penceresinden kısa bir değini: Kuşların Şenliği
Recep Nas'ın öykü kitabı 'Kuşların Şenliği', Öteki Yayınevi tarafından yayımlandı.
Hülya Şenday Özdamar
Öykü, yüzyıllardan beri bireylerin duygularını, düşüncelerini ifade etmek için kullandığı bir edebi türdür. Öykülerde bireylerin duygusal düşünceleri konuşur, koşuşturur, savaşırlar birbirleriyle. İşte bu mücadelede yazar başarıya ulaşır, yazarın bu savaşımı kitaplaştırılır.
Recep Nas'ın Öteki Yayınevi tarafından yayımlanan 'Kuşların Şenliği' isimli öykü kitabında bu savaşımı fark ederiz. Her bir tümcesi, bireyin bilincini dağlar. Yazar, zaman zaman, bir edebi teknik olan “bilinç akışı”nı kullanır. Akıcı bir dille okuyucuya sunulan ve yer yer imgesel çağrışımların yer aldığı kitap, on beş öyküden oluşmaktadır.
İlk öykü 'Sevgili Ölüm' (syf. 7) bir serzenişle başlar. Öykünün anlatıcı karakteri ölüme şöyle seslenir: "Sevgili ölüm. Yerin yurdun yok mu senin? Var git; hoş bırak başımızı." Ölümle giriştiği bu pazarlığı öykünün sonuna dek sürdürecek olan anlatıcının, öykünün diğer karakterlerinin yaşam deneyimlerine yukarıdan gözlemleyen bir tanrı-anlatıcı olduğunu, “Annee! Annee!” çığlığından sonra öykünün izleğine ilişkin verdiği şu ipucuyla ortaya koyar: "Kimseler yok evde. Merdivenlere çöküp ağlıyor. Ölüm tadında bir yalnızlığı tadıyor ilk kez”… Ölüm tadında bir yalnızlık, hepimiz ölümlüyüz, ölümü tadacağız, hangi renge bürünürse bürünsün yaşamda yalnız kalacağız. Hiçleşeceğiz, yok olup gideceğiz. Anlatıcının ölümü yalnızlıkla bağdaştırması, yaşamın yitmesinden ibaret.
Üçüncü öykü 'Rüzgârlı Tepe'den Her Cuma Kopardığım Bakış' (syf. 27) da birinci kişi anlatıcının ağzından anlatılır. Her şey yaşanmış bitmiş, giden gitmiş, geride kalan bir hayalin peşinde Rüzgârlı Tepe’ye gelmiştir anlatıcı. Öykü, yurtsama duygusunun neden olduğu yürek vurgununu andıran aniden ortaya çıkan bir sarsıntısı gibi birden başlar: “Tam inecekken yamaçtan aşağı. Bir kıpırtı tam ense kökümde. İlkel elim uzanıverdi birden kafamın arkasına. Vazgeçtim inmekten. Kalakaldım olduğum yerde. Bu, senin elindi. Tamirci çırağı elin. En baba elin. Baba olamama elin. Makineye kaptırdığın elin. İşçi elin. Mezarlık işçisi çocuklara para dağıttığın elin. Senin elin.” El imgesi yanı sıra alın terine yapılan göndermelerle de öne çıkan bir öyküdür 'Rüzgârlı Tepe'den Her Cuma Kopardığım Bakış'. Değeri bilinmezlikle ve hakları yenilerek geçen bir ömrün, bir emekçinin dramı, bir dost ya da kardeşin ardından yazılan bir ağıt gibi de okunabilir bu öykü. Sıcak bir dost eline değmenin özlemi yaşanır öyküde, büyük bir hasretle anılır dost ya da kardeşle geçirilen zamanlar. Onunla geçirdiği saatlerin, yaşanmışlığın izlerine tanık oluruz. Dostu huzur verir anlatıcıya. Onu sevgiyle yâd etmesi, yalnızlığını gidermektedir.
Altıncı öykü 'Yarınsız'da (syf. 39) bir babanın ölümü ardından duyulan özlemi, sevgiyi ve saygıyı paylaşırız. Babanın yaşlılıktan kaynaklanan tükenmişliğini, ruhsal karmaşasını, şimdiki zamanla kopardığı ilişkisini geçmişin çöplüklerinde aranışını okuruz. Toplumun gelenek ve göreneklerine değin köklerin ne kadar derinlerde olduğuna tanık oluruz şu satırlarda: “Kızlı erkekli oturmuşlar badem ağaçlarının altına, bir yandan türkü çığırıp bir yandan mandolin çalıyorlar. Hiç olur mu? Kızlı erkekli. Ateşle barut. Siz, kızlı erkekli aynı sınıfta mı ders görüyorsunuz üniversitede? Yanıt vermedim. Cık cık… Sağa sola salladı kafasını. Çenesini bastonuna dayamış, öylece bakakaldı yüzüme kalın gözlük camları arkasından. Suskun…” Anlatıcı, yarınlarda bekleyecek kadar babasına bağlı olduğunu ifade eder. Bir koca ömrün düşle gerçek arasında yarını olmayan/olamayacak bir güne sığıştırıldığı öyküde, sonu ölümle bitse de yaşama sıkı sıkıya bağlığın izlerine rastlarız.
Kitabın yedinci öyküsü 'Nenem' (syf. 45), ölüm ve özlem izleklerinin iç içe geçtiği bir öyküdür. Nenesinin ölmek üzere olduğu haberinin gelmesi üzerine ana karakterimiz olan çocuk, nenesinin acı çekmesi karşısında çocukça çözümler üretir. Tanık olduğu ölüm olgusu karşısında bir tür duygu karmaşası yaşamaktadır ve ölüm olgusu karşısında düştüğü çaresizliği kendince kurduğu bir oyunla alt etmeye çalışmaktadır: “ …Bir rüyada, bir yerden başka bir yere geçivermek gibi, iki katlı kerpiç evimizden nenemin, ‘tavuk kümesi gibi’ dediğimiz iki göz evine akıverdik.” Ölümle yüz yüze acılar içinde kıvranan nenesini ‘tavuk kümesinde bırakıp yaşlı kiraz ağacının bilge gövdesine sığınmış ve nenesiyle hayali bir körebe oyunu kurmuştur. Nenesini ararken diline doladığı tekerlemede arayışın, bulamayışın ve çaresizliğin vurgulanması öykünün tematiği açısından çok önemlidir : “Elden vefa, zehirden şifa, çık nenem çık ortaya. Elden vefa, zehirden şifa, çık nenem, çık ortaya”…
Kitabın on üçüncü öyküsü, 'El' (syf. 83) ise “enseste” odaklanan bir öykü. Erkek egemen toplumun bir temsilcisi olması bir yana, cinselliğini toplumsal normların sınırlarını ihlal ederek yaşamaktan çekinmeyen baba figürü, ‘yılan’ imgesiyle özdeşleştirilmiştir. Kız ise ‘kuş’ imgesiyle yer alır öyküde. Yaşananlara homurdanmalarıyla tepki vermek dışında bir şey yapmayan annenin pasifliği, onun duyarsızlığı olarak değil, babanın baskın karakterinin ve hastalıklı kişilik yapılanmasının vurgulanması amacıyla öyküde bu şekilde yansıtılmıştır. 'El', bu durumun psikolojik açmazlarını derinlemesine yansıtıp işleyen bir öykü.
Kitapta yer alan öykülerin işlenmesindeki akıcılık ve üslup, duygusal düşüncedeki bütünsellik önümde yeni yollar açtı. Yeni bir dünyaya adım attım. Öykülere bütünlüklü bakıldığında görülen tutarlılık, tümcelerin akıcılığı ve sözcük seçimindeki başarı, bu öykü kitabı üzerine bu yazıyı yazmamda beni teşvik etti. Kısaca değindiğim bu kitabı okumanızı ve değerlendirmenizi öneririm.