‘Bireysel keşmekeş’e karşı ‘komünist müdahale’
Slavoj Žižek'in 'Adını Söylemeye Cesaret Eden Bir Sol' kitabı, Ayrıntı Yayınları tarafından yayımlandı. Žižek; günümüzün bazı sorunlarına Marksizm ve komünizm penceresinden bakarak yorum yapıyor.
Suyun bulandırıldığı ve bulanık suya olta atanların fazlalaştığı bir dönemden geçiyoruz; sağ ve sol popülizmin önderleri ve taraftarları, aklıselim insanları bile çileden çıkarıyor, göz göre göre gelen iklim krizi için önlem almakta gecikenler yüzünden dünyanın dört bir yanında felaketler yaşanıyor, mülteci politikası sorunu nedeniyle büyük bir kaos herkesin kapısında bekliyor, vekâlet ve ticaret savaşları son sürat devam ediyor, salgın ve küresel ekonomik kriz ise mevcut gerilimlere yenilerini ekliyor.
Dünya siyaseti ve ekonomisine yön verenlerin kurduğu yeni denklemler, suyu biraz daha bulandırırken yönetilen ve sömürülenlerin el altından yürüttüğü ittifak çalışmaları taze direnişler geliştirilmesini sağlıyor. Böyle bir ortamda, elle tutulur çözümler üreten ya da en azından çözüme giden yolu gösterebilecek, yorumlarıyla başka bir yöne bakmamızı sağlayacak kişilere ihtiyaç duyuyoruz.
Onlardan biri olan Slavoj Žižek, 'Adını Söylemeye Cesaret Eden Bir Sol'daki yazılarında, kalıplardan ve klişelerden sıyrılarak yakın geçmiş ile bugünü bir arada değerlendirip kendisini politik gündeme dâhil ederken, günümüzün belli başlı sorunlarına Marksizm ve komünizm penceresinden bakarak çözüm yollarına açılabilecek kapıları zorluyor.
'KAPİTALİZM KAZANDIĞINDA ANTAGONİZMALARI DA TIRMANIR'
Žižek, dünyaya Avrupa’dan ve kıtanın siyasi ikliminden bakarak yeryüzünün tamamında neler olup bittiğini gözlemleyip bunların sonuçlarına ve yol açabileceği yeni sorunlara kafa yoran bir düşünür.
Sonların ve başlangıçların tartışıldığı bir dönemde Žižek; kültürel, politik, ekonomik ve tarihi birikimlerden hareket ederek yorum yapmaya uğraşıyor. Odağına ise komünizmi alıyor. Dijitalleşme ve onun getirdiği özgürlük(!) çağında, kapitalizmin krize girmesiyle ve bir varoluş sorunu hâline gelen iklim krizi nedeniyle komünist bakış açısının zarurileştiğini savunan Žižek, “kapitalizm kazandığında antagonizmaları da tırmanır” diyerek koyuluyor yola.
Çılgınlıkların krizleri daha da derinleştireceğini söyleyip “komünist müdahale”nin zorunluluğundan; kültürel, tarihsel ve ekonomik tüketimin azaltılması gerektiğinden bahsediyor: “Komünist müdahalelere ihtiyaç vardır çünkü kaderimiz, ‘bir seçeneğimiz var’ şeklindeki basit değil ama bir kimsenin kendi kaderini seçebileceği şeklindeki daha radikal anlamda hâlâ belirlenmemiştir. Standart görüşe göre geçmiş sabittir; olan olmuştur, geri alınamaz ve gelecek açıktır, önceden kestirilemeyen olasılıklara dayanır. Burada önermemiz gereken, işte bu standart görüşü tersine çevirmektir. Gelecek, determinist bir evrende yaşadığımızdan ötürü kapalıyken geçmiş, geriye dönük yeniden yorumlamaya açıktır. Bu, geleceği değiştiremeyeceğimiz anlamına gelmez; sadece geleceğimizi değiştirmek için öncelikle geçmişimizi (‘anlamamız’ değil) değiştirmemiz, onu geçmişin hâkim tasavvurunda içerilenden farklı bir geleceğe açılan şekilde yeniden yorumlamamız gerektiği anlamına gelir.”
Žižek’in, günümüzde krizlerin kaynağını oluşturduğunu söylediği “bireysel keşmekeş”, popülerleştirilen ve popülistlerin dilinden düşmeyen konuların tartışılmasıyla çetrefilleşiyor. Oysa geriye dönüp bakmak ve kavramlar aracılığıyla ayağı yere sağlam basan tartışma ve yorumlara yönelmek önümüzü görmemizi kolaylaştırabilir. Bunun yolu da cesaretten geçiyor yazara göre: “Giderek çoğalan ‘devlete mesafe’ konusu üzerine sıkıcı çeşitlemelerdense belki bugün ihtiyacımız olan şey, dürüst devlet filozofları ve başka bir devlet için savaşmada elini kirletmekten korkmayan filozoflardır. Oscar Wilde, homoseksüellik hakkında, ‘adını söylemeye cesaret edemeyen aşk’ demişti. Bugün ihtiyacımız olan, utangaç biçimde özünü birkaç kültürel incir yaprağıyla örten değil, adını söylemeye cesaret eden bir soldur ve bu ad, komünizmdir.”
Žižek’in bahsettiği cesaret, siyasete yabancılaşmayı aşarak ete kemiğe bürünebilir. Dolayısıyla mevcudun dışında ve ona kenarından köşesinden dahi bulaşmadan yeni bir düzen kurma imkânı, cesur bir “değişim” isteğiyle ve “mücadeleyle” mümkün.
Yazar, “özgürlüğün özgürsüzlük olarak deneyimlendiği” ve sinik eleştirilerin havada uçuştuğu günümüzde bir soru yöneltiyor: “Peki, radikal değişim bugün tahayyül edilebilir değilse bile neden radikal mücadelede ısrar edelim? Çünkü küresel çıkmazımız bunu gerektirir: Sadece radikal bir değişim ekolojik felaket beklentisinin, biyogenetik tehditlerin ve yaşamımız üzerindeki dijital kontrolün vb. üstesinden gelebilmemizi sağlar. Bu imkânsız bir görevdir ancak hiç de boşuna değildir.”
ESKİ SLOGANLARA YENİ ANLAMLAR
Žižek’in derdi, yalnızca küresel çıkmazı resmetmek değil, bunun sadece bir çıkmaz olmadığını göstermek. O noktaya ulaşabilmek, yani mevcut durumu görmeyi başarmak ise değişimi cesaretle isteyerek mümkün.
Žižek, bahsettiği cesaretin harekete geçirilmesi için uzun vakit harcadığımız dijital dünyanın gerçekleriyle yüzleşmeye de çağırıyor hepimizi: “Yaşamımızın giderek dijitalleşmesine kapılmış durumdayız: Artık etkinliğimizin (ve edilgenliğimizin) büyük kısmı, bizi sürekli değerlendiren, sadece eylemlerimizi değil duygu durumlarımızı da takip eden kimi dijital bulutlarda kayıtlı. Kendimizi (her şeyin mümkün olduğu webde dolaşırken) en özgür hissettiğimizde, bütünüyle ‘dışsallaştırılırız’ ve incelikle manipüle ediliriz. Dijital ağ, ‘kişisel olan siyasaldır’ sloganına yeni bir anlam katar ve tehlike altında olan sadece özel yaşamımız da değildir: Bugün ulaşımdan sağlığa, elektrikten suya, her şey bir dijital ağ tarafından düzenleniyor. Bu nedenle web, bizim bugün en önemli ortak alanımızdır ve kontrolü için mücadele de bugünün mücadelesidir. Düşman, özel ve devlet kontrolünde ortak alanlar, şirketler (Google, Facebook) ve devlet güvenlik kurumlarının (NSA) bir bileşimidir.”
Devrimi, bir ütopya olmaktan çıkararak gerçeğe dönüştürme imkânlarını arayan Žižek, bu uğurda polemiklere girip kendisine yöneltilen eleştirilere yanıt verirken etkin dayanışmadan bahsediyor, kitleler hâlinde kendini suçlama psikozundan vazgeçmenin gerekliliğini vurguluyor, tatmin sağlayan edilgenlik yerine eylemi öneriyor, kadınların ve erkeklerin aynı anda risk alma zorunluluğunun altını çiziyor, mutluluk ikiyüzlülüğünden sıyrılarak acı veren hakikatlere yönelmemiz gerektiğini hatırlatıyor, hakikat eşliğinde söylenen yalanlara karşı uyanık kalmayı öğütlüyor, “küresel bir acil duruma yaklaştığımızı ve ancak radikal bir değişimin bize bir şans verebileceğini düşünüyorum” diyor.