'Birileri'ne 'göstermiş'ler!
Sokak hayvanlarını besledikleri için insanların vurularak öldürülebildiği, öyle durumlarda bile, birilerinin öldüreni “millet”, kurbanı “ötekiler” sayabildiği yerde yaşıyoruz biz. Umalım ki, “millet”, iktidarını korumak için, canlı katliamı dahil her şeyi göze alan bu kadronun çizdiği yola girmesin, sokaklar kana bulanmasın.
AKP Ankara milletvekili ve Gençlik Kolları Dış İlişkiler Başkanı Zehranur Aydemir, köpek katliamı yasası Meclis’ten geçtikten sonra attığı tweet ile iktidar koalisyonunun bu zaferini kutlarken, “Her ne kadar,” dedi, “birileri millete dirense de biz hakimiyetin millete ait olduğunu bir kez daha gösterdik." Zehranur Hanım’a göre, canlı öldürmeyi serbest bırakan bu yasa, “çok şükür ki (…) her türlü engelleme girişimine rağmen” TBMM’de kabul edilmişti. Aydemir, “sokak köpekleri sorununu ortadan kaldırmak” dediği şeyin, “milletimizin genel bir talebi” olduğunu hatırlatmayı da ihmal etmemişti.
AKP milletvekili hanımın uzunca da olsa nihayet bir tweet’lik araziye, çocukluk korkuları ve travmalarına ilişkin hikâyenin yanısıra sığdırmayı başardığı büyük laflar, 2020’lerin Türkiye’sinde hüküm süren iktidar zihniyetini anlamak isteyenler için gerekli mantıkî, psikolojik, ideolojik ve ahlâkî işaretlerin çoğunluğunu barındırıyor. (Aydemir, akçalı işleri meşrulaştıracak karanlık sokaklara, yani ekonomi denen günah âlemine dalmamış, doğrudan bayrak, vatan ve ezan edebiyatı yapmamış, bu fasıllar kendisinin kaleme aldığı, aile, millet, iktidar konulu mini manifestoda kendine yer bulamamış.) Zira Aydemir, kendisinin münasip görmediği tavrı, kendisiyle aynı safta olmayan herkesi millet-dışı ilan ederken gayet sakin kalabiliyor.
Öyle görünüyor ki, mevcut iktidarın mensupları ve destekçileri, kendilerine itiraz edeni “millet”ten saymama faaliyetini sadece kötücül, maksatlı kararlarla, bazen kendini hemen açık eden, bazen ilk bakışta tesbit edilemeyen art niyetlerle, bazen sindirilmesi zor hileleler, yalanlar eşliğinde icra etmiyorlar. Bu artık içlerine sinmiş, üstlerine oturmuş, varoluşlarıyla birleşmiş, sonuna kadar meşru gördükleri, dolayısıyla hiç şüphelenmedikleri bir ruh durumu. Ya da belki dünya ile ilişki demeliyiz. Varoluşsal aşamaya geldiği kesin.
Zehranur Hanım’ın, tam da gereksiz-zararlı görülenin katlini vacip kılan yasa çıkarma faaliyetiyle ilişkili olarak “birileri”ni milletin dışına itmesinin anlamını kavrayabildiğinden şüpheliyim. Bunu demeye çalışıyorum. Zira, söylediğinin uzandığı yeri ucundan görse azıcık olsun çekinirdi sanıyorum. Kapıyı bacayı sıkı sıkı kapasak da bazen işte, insanız ne de olsa, biryerlerden sızabilen iyi niyetin sonucu mudur böyle düşünmem? Doğrusunu isterseniz sanmıyorum. Çünkü iyi niyet de, başka birçok iyilik kaynağı gibi süpürüldü gitti hayatımızdan.
Aydemir’in “hakimiyetin millete ait olduğunu gösterme” saydığı yasa çıkarma işinin tamamlanmasından bir gün önce, gözünüze ilişmiştir herhalde, kedi beslediği için dövülen insanlar oldu. Durumdan vazife çıkarıp hayvan katline kalkışanlar oldu. Henüz tek tük; ama hepimiz gayet iyi biliyoruz ki, geçmişte de görülmez değildi, “yukarıdan” yüz bulundukça artacak. Ve hele bu tür saldırılar fırsatı bulunup da bayrak-vatan-ezan motifleriyle birleştirilebilirse, işin ucu mahalle basmalara, pogromlara bile uzanır. Böyle pat diye söylenince saçma geliyor olabilir. Değil.
İktidar mensubu ve destekçisi koca bir kitlenin haleti ruhiyesini sosyal medya sayfalarına nakşeden Zehranur Aydemir’e dönelim. “Çocukluk travmam” diye kurduğu hikâye, evet, belki bazı çocuklar ve aileleri için vâki sayılabilir. Peki bu sayı veya oran, onları “millet” saymak için yeterli midir? Asla değil. Çünkü sokakta oynama şansı bulabilen çocukların büyük çoğunluğu için, tam tersine, sokağın kedisi köpeği oyun arkadaşı veya eğlence kaynağıdır. Feci “millî terbiye” kurumumuz yüzünden hayvana eziyet eden de çıkar çocuklar arasından; bunlar da arızîdir. Yani ortada genelleştirilebilir bir travma hikâyesi yoktur.
Zaten Aydemir’in argümanlarının en basiti bile, mümkün en nazikçe ifadeyle, zemin kaydırmaya dayalı: “sokak hayvanları sorununu ortadan kaldırma” diyor, “milletimizin genel bir talebi”. Bununla, çıkardıkları katliam yasasının desteklendiğini kastediyor. Hakikat böyle değil. Kamuoyu araştırmaları var ortada, kendisinin de, mensubu bulunduğu, kamuoyu yoklaması müptelâsı ekibin de itiraz edemeyeceği: Toplumun -yani Zehranur Hanım’a göre “millet”e dahil olan-olmayan herkesin- onda biri bile desteklemiyor, sokak köpeklerinin toplanması ve itlaf edilmesini. Hangi millet? Kendi seçmenleri arasında bile yüzde on beş mi ne, katliamı destekleyen. Hangi millet? Sanki çoğunluk “çözüm bulunsun” diyor da “birileri” itiraz ediyormuş gibi sunuyor olayı. Doğrudan çarpıtma bu. Ezici çoğunluk, “ya, evet, öldürmeden etmeden bir çare bulunsa”nın ötesine geçmiyor.
Haydi çocukluk travması fantezisini ve bu -sayısal yanlışı- siyasetçi işi abartma-çarpıtma sayalım ve iktidar mensuplarının bizi mâruz bıraktığı başka örneklerin yanında lafı edilmez, deyip geçelim. Geçemeyeceğimiz asıl kısım, yasanın “birileri”nin direnmesine ve “her türlü engelleme girişimine rağmen” çıkmış oluşu yollu anlatımla ulaştığımız tehlikeli ruh durumu. Zira o haleti ruhiyeyle olaylara bakılınca gözüken şu: birileri direniyor, fakat Zehranur Hanım’ın da mensup bulunduğu kahraman kimseler “hakimiyetin millete ait olduğunu” üstelik “bir kez daha” gösteriyorlar!
Burada kabaca ne denmiş oluyor?
Basitinden başlayalım. Bir yasa çıkarılmak isteniyor. Buna karşı “her türlü engelleme girişimi” yapılıyor. Yapılan ne? Bir: Meclis’te muhalefet milletvekillerinin her türlü yasal yolu kullanarak yasayı önlemeye çalışması. İki: Meclis dışında insanların, hiçbir şekilde şiddete başvurmaksızın, hak araması, talepte bulunması. Bunların, ortalama AKP’li gözünde bile suç sayılabilecek bir tarafı var mı? Yok. Bunlar, gık diyenin üstüne tomasıyla gazıyla polisin salındığı ortamda bile, hâlâ yasal hak sayılan işler mi? Öyle. Peki, yapılan sadece bunlarken “her türlü engelleme girişimi” denmesi masumâne midir? Hayır. Ya nedir? Cevap veremiyoruz, çünkü yargı yürütmenin kolu, Zehranur Hanım rica ederse başımıza her türlü iş gelebilir. Belki etmez. Belki o kadar kötü biri değildir. İşte o zaman durum daha vahimleşiyor. Çünkü ortalama AKP siyasetçisi, her türlü itirazı gayrimeşru ilan edip ortadan kaldırmayı normal sayıyor. Norm bu. Ve tabiî zihninde yarattığı kendi pürüzsüz “hakimiyet” âleminde kendi münasip gördüğü dışında hiçbir şey meşru değil. Bu çok tehlikeli bir ideolojik şekillenme. İdeolojiyle şekillenen de haleti ruhiye. Daha fena yani.
Bir adım daha atıldığındaysa, tehlike hepten ete kemiğe bürünüyor. Bütün kamuoyu araştırmalarında bu konuda toplumun büyük çoğunluğunun öbür tarafta olduğu gözükmesine rağmen, böyle bir durumda bile, Zehranur Hanım’ın tarafı “millet”, öbür tarafsa “birileri”!? Üstelik, aslında çoktan kaybedilmiş Meclis -temsil- çoğunluğuna dayanarak toplum çoğunluğunun iradesine aykırı olarak alınan karar için Zehranur Hanım, “hakimiyetin millete ait olduğunu bir kez daha gösterdik” diyebiliyor!? Bu durumda -hernekadar Türk Millî Eğitimi’nin muazzam başarısı sayesinde mantık bağı gerektiren haller bünyemize yabancı kalsa da- şunu sormamız gerekiyor: “Millet”, sizin seçmeninizin beşte biri bile etmeyen o ufak grup mudur?
AKP’li siyasetçi bu soruyu tuhaf bulacaktır. Saçma bulacaktır. Bunun sebebi de tehlikeli: Sadece gerçeklikten değil, “millet” dedikleri şeyden de aslında zihnen kopmuş durumdalar. Tıpkı “Allah korkusu”, “ahiret kaygısı” gibi kavramlardan çoktan kopmuş oldukları gibi.
Bazen bize en tepeden pek sakil yalanlar söyleniyor. Hepimiz onun öyle olmadığını gördüğümüz, yaşadığımız halde, “bu böyledir” deniyor. Israrla tekrarlanıyor. Olmamış şeye olmuş deniyor. Olmuşa olmamış.
Burada da böyle bir hal var. “Hakimiyetin millette olduğunu…” yerine lafı şöyle ‘redakte’ edersek ortalık biraz aydınlanıyor: “hakimiyetin kimde olduğunu gösterdik”. Hattâ kısaltabiliriz bile: “bir kez daha gösterdik”! Gördünüz mü, sonuna ünlemi de koyunca nasıl yerine oturdu söylenen?
Bu ruh hali çok tehlikeli. Psikiyatrister, psikologlar şüphesiz daha derin ve isabetli açıklamalar getirebilirler. Belgeselci-gazeteci olarak anca, burada, kaybettiğinde dünyayı yakabilecek bir potansiyel sezdiğimi söyleyebiliyorum. Kendine her şeyi hak görme ve başkalarının iradesini, tercihlerini bütünüyle yok sayılması gereken bir hasma ait kabul etme de var bunun içinde.
Tam da bu sebeple, canlı katliamına şu ya da bu şekilde, şu ya da bu ölçüyle cevaz verilmesinin açabileceği tekinsiz kapılar ve oralardan kimbilir nerelere uzanabilecek tehlikeli, belki kanlı yollar hesaba katılarak ele alınmalı, Meclis kürsüsünden adamın tekinin “millet” oyuyla oraya gelmiş başka insanlara açıkça “sahipsiz köpekler” imâsında bulunabilmesi. Zehranur Aydemir şüphesiz kendi tweet’inin bu laf ve jestle birlikte ele alındığını hesaba katmıyordur. (Hiçbir muktedir böyle yapmıyordur. Çünkü bu iktidar tecrübesinin mensuplarına öğrettiği, her türlü sorumluluktan da azâde oldukları. Onları bilinen anlamıyla dindarlıktan tamamen koparan hat da burada. Din sadece iktidar aracı ve oyuncaktır artık.)
Sokak hayvanlarını besledikleri için insanların vurularak öldürülebildiği, öyle durumlarda bile, birilerinin öldüreni “millet”, kurbanı “ötekiler” sayabildiği yerde yaşıyoruz biz. Zehranur Hanım ve yol arkadaşlarının, akıllarını ve ruhlarını -eğer birtakım dünyevî çıkarlara değilse- nasıl bir vahamete teslim ettiklerini düşüneceklerini umabileceğimiz haddi çoktan aştık. Tamamen hadsizlik devrine geçtik. Bu yüzden, birilerinin durup “yahu, ne yapıyoruz biz!” demesi umudunu besleyemiyoruz.
Şimdilik en azından, bu kimselere, “millet”in kendilerinden ibaret olmadığını, kendilerinin bu temsile adaylık meşruiyetini çoktan yitirdiklerini, artık sadece kendilerini, yani haksız hukuksuz adaletsiz kudreti temsil ettiklerini, bugün için “birileri”ne her türlü baskı veya hileyle pek çok şeyi pek çok defa daha gösterebileceklerini, ama bunun sadece hâlâ aidiyet iddiasında bulundukları her şeye zalimce sırt çevirme pahasına gerçekleştiğini “bir defa daha” hatırlatabiliriz.
Umalım ki, “millet”, iktidarını korumak için, canlı katliamı dahil her şeyi göze alan bu kadronun çizdiği yola girmesin, sokaklar kana bulanmasın.