YAZARLAR

Birinci gün yazısı…

Birinci gün yazısı zordur. Griliklerin bütün ışıkları karartmasına, zihnimizi bulanıklaştırmasına, yüreğimizi burkan gerçeğe rağmen umutlu olabilmek zordur. Tamamen umutsuz da olunamaz. Gri, karadan farklı olarak içinde bir parça ışık tutar. Ak bulaşmış bir karalıktır gri. O nedenle umutsuzlukla umut iç içedir onda. O umudu bulup gerçeğe dönüştürmek bizim direncimize, (iyi) yaşama inadımıza bağlı.

Bugün birinci gün... Bir yeni yılın ilk günü yazısı nasıl olmalı? Geçen yılın hesabını mı çıkartmalı, yeni yıl için umut mu devşirmeli kırıntılardan? Tuhaf, yıkıcı, karanlık, umut kırıcı, yoksunluklar yılı 2020 geride kalırken bunlardan birini seçip yazmak en kolayı. Yıkımlar, hayal kırıklıkları, hüzün öyle çok ki yaz yaz bitmez. Bu nedenle olsa gerek yeni yıldan beklentilerimiz de çok. Hayatımız daha kolay olsun. Yaşamak eziyete dönüşmesin. Canlarımız yitip gitmesin. Hayat sonsuzmuş gibi, ölümsüzmüşüz gibi yaşayabilelim. Kendimizi kandırabilmenin bir yolunu bulalım gene. Çocuk olalım, neşe dolalım. Bu da kolay, beklentiler sıra sıra, yazmakla tükenmez. Ama işte hiçbir şey akla kara gibi açık seçik ayrılmıyor birbirinden. Belirsizlikler, bulanıklıklar, grilikler aklımızı karıştırıyor. Bu yüzden de bir yeni yıl yazısı yazmak kolay değil aslında.

Her yeni yıl arifesinde kendimizden yeni bir insan yaratabilmek için planlar yapılırdı. Hayal gücümüz, maddi gücümüz yettiğince listemiz zenginleşir, çeşitlenir uzayıp giderdi. Sonra birinci güne uyandığımızda, son günle arasında pek fark olmadığını anlardık. Aynı tas aynı hamam. Sorunlar bir gecede hiçbir zaman bitmedi. Ama her yıl, bile bile bu “yeni hayat, yeni ben” düşünü kurmaktan vazgeçmedik. Yeni yılın bir anlamı varsa o da umudu tazelemesiydi. Kendimizden umudu kesmemeyi hatırlatmasıydı. Kopuşların imkanına inanırdık. Yeninin heyecanını hissetmek güzeldi. Yeni, tazelik, başkalık vaadiyle gelirdi. Sevinçle dolardı içimiz. Yeni başlayan, çocukluğumuzun geri gelişi gibiydi. Geçmişi olmayan çocuk için gelecekten başka dönecek yer yoktur. Her şeyi silip yeniden başlama arzumuzu yılda bir kez gizlediğimiz sandıktan çıkarıp gelecekten başka hiçbir şeyi takmamanın çocuksu esrikliğine kendimizi kaptırma iznimiz vardı. Bu geçmiş zaman kipini bilerek kullanıyorum, çünkü 2020’yi bitirirken, 2021’i de çoktan tüketmişiz gibi geliyor bana. Hiç yaşanmamış olsaydı hep birlikte çok mutlu olacağımız bir yıl, sanki geleceğimizi kendine büküp içinde yok ederek bitti. O yüzden, belki de ilk kez bütün sorunların eski yılda kalacağı umudumuz mum ışığı kadar titrek, mum alevi kadar zayıf.

Şu birinci günde içinden umut fışkıran bir yazı yazmak isterdim. Yanlış anlamayın, umudumu kaybetmedim. Yalnızca artık dile getirmekten utanıyorum. Pandeminin dünya yüzeyinde yine binlerce can alacağını bildiğim bugün, umut bomboş görünüyor çünkü. Yakınlarının ölüm haberini alanlar için zaman durdu. Evlerinden çıkamayan milyonlarca insan için kutlanacak bir yenilik yok bugünde. Pandemi ile mücadele örtüsü arkasında kendini görünmez kılıp sinsice genişleyen otoriter düzen, artık ev içini de denetlemeye girişti. Otoriterliğin totaliterliğe hızla evrilişine tanıklık ediyoruz. Geçişin içinde yaşıyoruz. Onun girdabında aklımız karışık. Buna nasıl direneceğimizi hâlâ bilemiyoruz. Ama acele etmek lazım. Yoksa kötünün karanlığı bütün aydınlığımızı soğurarak benliğimizi bütünüyle ele geçirecek. Yeni yılda direnme gücü diliyorum hepimize. Sıradan kötülüğü tanıyabilelim, ona baş eğmeyelim dilerim.

Facebook’ta gördüm, bir arkadaşım yeni yılda kar yağmadığı için üzülmüş, “instant snow” (acilen kar) uygulaması paylaşmış. Acaba kar yağsa, karın ufku genişleten toz pembeye çalan kırık beyaz ışığı umudumuzu arttırır mıydı? Kar yağarken etrafımızı saran o pembe sis, kar durduktan sonra kesif beyazlığın göz alıcı ışığıyla kalkar. Geriye açık seçik hatlar kalır. Sert bir aklık, karşıtlıkları vurgular. İnsanın önü açılır sanki. Zihni temizler karın ışık oyunu. Belki de ihtiyacımız, karmakarışık, grimsi zihnimize karın yağmasıdır. Kar temizliğidir bize lazım olan. Öyle ya kar, tıpkı yeni yıl gibi çocukluğumuzu geri getirmez mi? Kar, oyun demek değil mi? Çocuksu bir sevinçle bakmaz mıyız havada narin narin dans eden kar tanelerine? Dün Türkmenistanlı bir dostum, çocuklarının ve torunlarının yılın ilk karı yağarken saatlerce soğuğa aldırmadan kar taneleriyle dans ediş videolarını izletti bana. Çocuklar üstlerine bir hırka giymeyi bile unutmuş, ayaklarında terlik kara koşmuşlar. Kolları gökyüzüne açılmış, saçlarına, yüzlerine dokunan karın ritmi tutmuş bedenlerini. Karın sessiz şarkısına eşlik ediyorlar çığlıklarıyla kahkahalarıyla. Bunu görünce düşündüm: Onda bulduğumuz, çocukluğumuzun hep ufka dönük varoluş kipi olmasın?

Elimizde istediğimiz her şekle giren karla kurduğumuz duygusal bağda, kendimizi yeniden inşa etme arzumuzu görüyorum. Çocukluğumuza geri dönmek istememiz de böyle bir şey bence. Yenilenmek… Baştan başlamak… Geleceği tek varoluş kipine dönüştürmek… Geçmişten, onun yükünden, pişmanlıklarımızdan, düş kırıklıklarımızdan, kalp acılarımızdan kurtulabilmek… Henüz bunların hiçbirinin yüreğimizi burkmadığı, henüz hiçbir acının benliğimizi sarsmadığı o ana dönebilmek… Yeni yıl da, yeni yılda yağmasını özlemle beklediğimiz kar da aynı simgesel değere sahip galiba. Her ikisinde de saf bir yenilenme arzusu imleniyor gibi geliyor bana. Karın yağmadığı bir yeni yıl, o nedenle eksik kalıyor. Sanki umutlarımız, o ak dokunuştan mahrum kalınca eskinin griliğinden yeterince arınamamış, eski yılın kirini üstünden atamamış gibi… Gelecek, beliremiyor. Geçmişten kendini kurtaramıyor. Karsız bir yeni yıl, kopuşlara inancımızı zedeliyor.

Peki ama bu iki olumlu imge de aslında bir imkansızlığı içermiyor mu? Ne yeni o kadar yeni, ne kar o kadar temiz, ne çocukluk o kadar saf, ne gelecek o kadar güzel. Kar aynı zamanda can yakıcı biçimde soğuk. Pek çok canlı için açlık demek, ölüm demek. Evsiz barksızlar için, evini ısıtacak imkanı, sırtında sıcak bir kabanı, ayağında sağlam bir botu olmayan, karnını doyuracak sıcak bir aş bulamayanlar için, kar “sevinç”, “umut”, “oyun” anlamına gelemez. “Yeni yıl” ne kadar yenidir? Ertesi sabah kahvaltıda sofrada kuru ekmek bile bulamayacağını bilerek yatanlar için 31 Aralık’la 1 Ocak arasında ne fark olabilir? Her gün onlarca insanın ölümüne tanık olan, yorgunluktan perişan sağlık çalışanı yeni yılın “yeniliğine” ne kadar inanabilir? Yoksullarla, açlıkla mücadele edenlerle, zindanlarda özgürlük umutları her gün biraz daha kırılan tutsaklarla, iş bulma ümidi kalmamış olan milyonlarca insanla, katledilmiş kadınların yakınlarıyla, katledilmek için sırasını beklemeye mahkum edilmiş, şiddetle yaşamak zorunda kalan kadınlarla, her gün acımasızca tacize uğrayan çocuklarla birlikte düşünelim. Yeni yıl, onlar için nasıl bir umut vaat edebilir?

İşte bütün bu nedenlerle birinci gün yazısı zordur. Griliklerin bütün ışıkları karartmasına, zihnimizi bulanıklaştırmasına, yüreğimizi burkan gerçeğe rağmen umutlu olabilmek zordur. Tamamen umutsuz da olunamaz. Gri, karadan farklı olarak içinde bir parça ışık tutar. Ak bulaşmış bir karalıktır gri. O nedenle umutsuzlukla umut iç içedir onda. O umudu bulup gerçeğe dönüştürmek bizim direncimize, (iyi) yaşama inadımıza bağlı. Birinci günde daha umutlu bir gelecek inşa edebilmek için hepimize bol direnç, bol inat, bol azim diliyorum. Her şeye rağmen “yeni” yılınız kutlu olsun.

 

 


Nur Betül Çelik Kimdir?

Ankara’da doğdu ve yetişti. 1978’de Cebeci Kampüslü oldu, 1986 yılında asistan olarak girdiği Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesinden Barış Akademisyeni olduğu için 7 Şubat 2017 tarihli 686 no.lu KHK ile haksızca ihraç edilişine kadar da öyle kaldı. Yükseköğretim Kurulu bursuyla gittiği İngiltere Essex Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümünden, 1996 yılında, “Kemalist Hegemony: From Its Constitution to Its Dissolution” başlıklı teziyle doktora derecesini aldı. Kemalizm, hegemonya, söylem kuramları, politik ontoloji alanlarında makaleleri, İdeolojinin Soykütüğü I: Marx ve İdeoloji başlıklı bir kitabı var. Ayrıca Ernesto Laclau’nun Popülist Akıl Üzerine başlıklı kitabını çevirdi. Metodoloji, bilim felsefesi, postyapısalcılık, ideoloji kuramları, söylem kuramları, siyasal düşünce alanlarında çok sayıda ders verdi. İhraç sonrasında ADA (Ankara Dayanışma Akademisi) Kitaplığı bünyesinde iki arkadaşıyla birlikte Türkiye Siyasetinde Popülizmin İzini Sürmek başlıklı bir kitap çalışmasının hazırlıklarını sürdürüyor.