Bize sadece hatıra değil, hafıza da lazım Kâzım!
Ahmet Samim 1910’da öldürülmeden önce demiş ya, “Öldürüleceğimi yarı resmî olarak bana bildirdiler” diye… Dink de, bazı meslektaşlarının attığı manşet üzerine, tam resmî biçimde Vilayet’e çağrılmış, orada bir MİT görevlisi ona hatır sormuştu. Bu kadar hatır bir satır çıkaracaktı zaten!
“İdamıma hükmetmişler. Bunu yarı resmî olarak bana bildirdiler.”
Bu satırları Hrant Dink de aynı böyle cümlelerle yazabilirdi. Hani, öldürülme yıldönümünün kimileri tarafından Sezen Aksu tehditleriyle idrak edildiği sosyalist gazeteci.
O satırları Ahmet Samim bir arkadaşına yazdı.
Sonra da, Hrant Dink’den 97 yıl önce öldürüldü.
“Öldürülen gazeteciler tarihimiz”deki ikinci isimdi. Bir yıl önce de yine aynı iktidar eleştirileri yüzünden hedef gösterilen Hasan Fehmi öldürülmüştü.
Ahmet Samim’in iktidar ve sistem eleştirilerini bir linç mevzuu haline getirmek için, yazdığı gazetenin sahibinin İstanbullu bir Rum olması öne çıkarıldı.
Dink’in de “Türklük düşmanı bir Ermeni” olduğunun dört bir ağızdan bağırılması gibi.
Kim bağırdı?
Orada bu ülkenin makûs talihini buluyorsunuz işte:
Yüzde 50-50 ayrıştığı filan sanılan memleket, böyle mevzularda yüzde 80 ile yüzde 20 haline geliyor. 20 aslında 10-15 değilse o sıra!
12 Eylül darbecileri de arkalarında öyle bir çoğunluk buldu; Dink de karşısında öyle bir koalisyon buluverdi.
Tam manasıyla şöyleydi:
Küçük bir çocuğun minicik, ürkek elini tutarsınız ya hani…
Dersiniz ya ona, her bir parmağa ayrı bir görev veren sözde şefkatli ama özünde vahşi bir tekerlemeyle:
Bu tutmuş, bu kesmiş, bu pişirmiş, bu yemiş, bu da mektepten gelmiş diye…
“Bir güvercin tedirginliği” yaşayan yüreği kanatlı o adama da öyle yaptılar:
Biri kanun yaptı, biri manşet attı, biri mahkûm etti, biri mahkemede küfür yağdırdı, biri de Trabzon’dan gönderildi!
Kanunu yapanlar hala kanunî. İktidardalar. Dink’i mahkûm edip sadece savcıların değil, avcıların da önüne süren o kanundu.
Manşeti atanları bilirsiniz. Ahmet Kaya için de “Vay Şerefsiz” diye manşet atıp bu ülkeden kaçıranlar; 20 sene sonra Paris’teki mezarına uğrayarak “N’aber” deyip kendi günahını yine Ahmet Kaya’nın toprağı üzerine bırakıp kaçanlar!
(Ah hem Hrant’ı hem Ahmet Kaya’yı saygıyla anıp hem de bu manşetlerin failleriyle yıllarca kakarakikiri yapanlar, ah!)
Mahkûm edenler, savcıya, bilirkişiye rağmen aceleyle karar veren Yargıtay üyeleriydi.
Ki Yargıtay, Dink’e saldırtılanlardan Yasin Hayal’in Trabzon’daki bombalamadan mahkûmiyetini bir türlü onaylamayıp dosyayı bekletmişti. Onaylasa Hayal katil olmayacak, belki Dink öldürülmeyecekti. Tabii hayal bu ya!
Mahkemede küfür edenler, bozuk para ve tükürük yağdıranlar, kimine “Ulusalcı” kimine “Milliyetçi” denen, derin devlet bağlantısı seven bir gruptu.
Trabzon’dan gönderileni biliyoruz ama arkasındakiler?
İktidar artık “FETÖ” diyor; mümkün. Ama Dink suikastı öncesinde Trabzon Emniyet Müdürü olanı alıp bütün Emniyet İstihbaratının başına getiren Dink değil, AKP iktidarıydı. O Amir şimdi FETÖ’den tutuklu!
Başka adaylar da var: Trabzon’da Hayal’in MCDonald’s bombalamasında avukat ücretini kim ödedi? Jandarma’da kimler ne çevirdi, gibi.
Ahmet Samim 1910’da öldürülmeden önce demiş ya, “Öldürüleceğimi yarı resmî olarak bana bildirdiler” diye…
Dink de, bazı meslektaşlarının attığı manşet üzerine, tam resmî biçimde Vilayet’e çağrılmış, orada bir MİT görevlisi ona hatır sormuştu.
Genelkurmay da, başkaları da, bugün Sezen Aksu’ya “haddini bil” diyenler gibileri, hatta bazen aynıları da hatır sormuştu.
Bu kadar hatır bir satır çıkaracaktı zaten!
Önce hınç diye başlıyor, sonra linç oluyor bu nefret, hiddet, şiddet tarihi.
Biliyor musunuz, Ahmet Samim’in önce sözlü linç edilmesinin, ardından öldürülmesinin sebebi “Linç Meselesi”ydi.
Bir kumpanyanın adıydı Linç. Dicle ve Fırat üzerinde Hazine’ye ait imtiyazın Linç Kumpanyası’na verilmesini, kıyak yapılmasını sert biçimde eleştiriyordu gazeteci.
Dicle ile Fırat’ı bileceksiniz…
Hazine’yi de bilirsiniz…
İmtiyaz nedir, kıyak nedir haydi haydi biliyorsunuz…
Eleştirenin hedef alınması da malumunuz.
Bir asır geçmiş, manaları aynı.
Linçin esasta ne olduğu da bu topraklardaki katliamlarda yatıyor.
“Öldürülen gazeteciler”i de anıyorsunuz ama onların dert ettiği meseleler üzerine fazla düşünmeden belki de! Siz değil belki, kimimiz.
Ahmet Samim’i hedef gösteren gazetecilerden Hüseyin Cahit (Yalçın) da, cinayetten sonra çok üzüldüğünü yazmıştı ama o sırada Ahmet Samim artık yaşamıyordu!
Hrant Dink öldürüldükten bir yıl sonra, bir yıl önceki tarihin bilincini bırakın, hafızasını dahi taşımayan “seçkin bir jüri” toplandı…
“Yılın En iyi Manşeti Ödülü”nü, öldürülmeden önce Dink’i hedef göstermiş büyük gazetenin cenaze sonrası attığı “Ülkenden Ayrılmadın Sevgilim” manşetine, Rakel Dink’in “Güvercin”ini uğurlarken söylediklerinden yapılmış manşete veriverdi!
Dirisini hedef gösterenler, ölüsüyle ödül almıştı bir de!
O yüzden, bize sadece hatıra değil, hafıza da lazım Kâzım!
Tamam, kalbimiz kin ve nefretle kabuk bağlamasın ama baktığımızı gerçekten görmeyecek kadar gözbağımız da olmasın.