Bizi unutmayan Selim İleri
Edebiyat okurlarının yalnız hissettiği zamanlar hep olmuştur ancak uzun zamandır bambaşka bir yoksunluk içindeyiz. Ama bizi asla unutmayan biri var. Değişen dünyanın dayattığı hiçbir “çıkar” reçetesini seçmeyen, okuruna edebiyattan başka bir reçete önermeyen ve hem kendi hem bizim gibi olan Selim İleri kim bilir daha kaç okurun elinden tutup onu edebiyat adasına çıkaracak. Yalnız Okurlar İçin her zaman umut var.
Gürültü patırtı içinde sessizce bir edebiyat programı başladı. Denizin ortasında aniden bir ada belirdi. Yalnız Okurlar İçin.
Bizi unutmayan yine Selim İleri.
Yalnız Okurlar İçin, Selim İleri’nin yazı hayatına etki etmiş yazarları ve onların edebiyatlarını anlattığı bir program. Eray Ak programın yapımcılığını ve moderatörlüğünü yapıyor. Edebi hafızanın hayata nasıl müthiş bir katkı sağladığını ispatlayan bir işe imza atıyor.
Çarşamba geceleri 23.00’te TRT2’de yayınlanan Yalnız Okurlar İçin’i bir cümleyle tanımlamak programa haksızlık aslında. Edebiyatımızın önemli isimlerinin Selim İleri’nin yazınına, hayatına etki edişini dinlemek cebimize koyduğumuz birinci inci. İkinci inci ise o büyük edebiyatçıların yaşadığı dönemin bugünden bakıldığında ne ifade ettiğini tartışmak. Dünü ve bugünü birleştiren bu yanın, iki farklı kuşağın bakışından konuşuluyor olması okur iştahını öyle bir kabartıyor ki, insan kendini programın bitişinde kitaplığında buluyor.
Selim İleri kendinden sonraki kuşaklarla arası en iyi edebiyatçılarımızdan. Kendisi de söylediği için buraya rahatlıkla yazabilirim. “Beni anlayan sizler oldunuz,” der bizim kuşağı kastederek.
Selim İleri edebiyatının bizim kuşakta ve özelde bende bıraktığı etkiyle ilgili söze nasıl başlamalı? Gücü yine Selim Bey’in kendisi veriyor. Kulaklarımda Sona Ermek romanının ithaf cümlesi: “Issız akşamlarında beni okumuş olanlara...”
“Sana da yani o roman, ne diye çekiniyorsun seni bu kadar sevmiş yazarından” deyip rahatlatıyorum kendimi.
İçe kapanık, sindirilmiş bir dönem olan 1980’de dünyaya gelip önce genç, sonrasında orta yaş okur olarak yolumun Selim İleri’yle kesişmesinin bugün tesadüf olmadığını düşünüyorum. Onun okuru olmak benim için doğal bir sonuçtu. Önüme bir Selim İleri kitabı koyan kimse olmadı. Ben kendim Selim İleri’nin okuru oldum.
Yirmili yaşların başında kendime yer bulmak istiyordum romanlarda. Yazarımı bu istekle keşfetmiştim. Sindirilmiş toplum için kafa yoran, kutuplaşmalara hep karşı duran, bireyin hikâyesini hem korkunçluğuyla hem muhteşemliğiyle gözler önüne seren Selim İleri’ydi o yazar. Ne hissediyordum onu okurken? Kırıklarımı hissetmekten çekinmiyordum. İncelikleri alaya almadığını bilmenin güveni sırtımı dikleştiriyordu, kimseyi ayırmamasının kapsayıcılığı insan olmanın gururunu yaşatıyordu. Satırlarda kendini bazen apaçık gösteren bazen de sözcüklere saklanan hınzır gülüşleri, ironiyi buldukça mest oluyordum. Kendi kuşağımdan başkalarının da onu okuduğunu, aşağı yukarı aynı hisler içinde olduğunu fark ediyordum. Selim İleri kitapları bana/bize hem büyük resmi gösteriyordu hem de bireyi gözden kaçırma diyordu.
İçimde yirmilerinde ürkek bir okur, dışarıdaysa “ben” kavramından başka neredeyse hiçbir şeyin önemsenmediği, vitrin çağına dönüşecek zamanlar ve kutuplaşma vardı. Benim için bu zamanların reçetesi Selim İleri oldu. Varlığı, kitapları, ülkemizden ve dünyadan birçok yazarı işaret edişiyle ruhun sıyrıklarından açık yaralarına dek iyi gelecek ya da açıkça iyileşmeyecek, düzelmeyecek olanlarla yüzleştirecek edebiyat eserleriyle yolumun taşlarını tek tek döşedi.
Öykülerinde, romanlarında, anılarında, yaşamında dışarıdaki gösterinin tam tersi istikâmete gidiyordu. Slogan cümlelerden uzakta, kırılganlıkların, farklıların ortasından çağırıyordu beni. Sadece beni mi? Herkesi, her kesimden okuru...
Ne güzel bir zamanlama ki tam da ona doğru tatlı çekimin başladığı dönemlerde (2000’li yılların başında) Radikal gazetesinde çalışmaya başladım. Okuru olduğum yazarla artık tanışma fırsatım vardı. Onu tanıdıkça Selim İleri’nin metinlerinde daha derinlerde gezinme isteği duydum. Bir Kitap Kapağı adlı köşesiyle Radikal Kitap’ta yazarımız olduğundaysa benim için Selim Bey’le geçirilecek ve unutulmayacak bir mesai başladı. Her salı sabahı saat dokuzda evine gidip bize yazdığı yazıyı kendisinden almak...
Haftanın en güzel günü artık salıydı. Kapı aralığından görünen dağınık çalışma masası, hava soğuksa yeni uyanmış yün şapkalı Selim İleri, hasta görünüyorsam elime tutuşturulan aspirinler, yazısı dizilirken paragraf aralarını kapatmamamız için yaptığı tembihler, ayaküstü sohbetler, birbirimize verdiğimiz edebiyat haberleri... Kapı önüne ne çok şey sığıyordu.
Gazeteye giderken yolda herkesten önce yazıyı okumanın verdiği haz ise tarifsizdi. Cuma günü geldiğinde, Radikal Kitap’ta Selim İleri’nin köşesini okuyanları gördükçe yüzüme yayılan, işini iyi yapmış bir postacının gururlu tebessümüne engel olamıyordum. Bu yıllar süresince elden teslim aldığım yüzlerce yazı içerisinde birinin yolculuğu diğerlerinden daha zorluydu.
Yine bir salı... Şişli’de elektrikler kesik. Selim Bey’in apartmanının önündeyim. Pencerede beni bekliyor. Anahtarı atmasını rica ediyorum ki apartman kapısını açabileyim. Kırılacağından endişe ettiği için atmıyor, yedek anahtarı da yok. Sonunda yazıyı bir zarfın içine koyup dördüncü kattan aşağı bırakıyor. Cadde üzerinde yazıyı kucaklamaya çalışan ben, korna sesleri, pencereden yarı beline kadar sarkmış Selim İleri’nin aman dikkat et ikazları, benim tembihlerim: “çok sarkmayın camdan…”
Apartmanlarla örülü zırhı içinde Şişli’de rüzgârın eseceği tutuyor. Tam o an. Yazı havadayken. Zarf ileride bir yerde Sıracevizler Caddesi’nin kalın gövdeli tek ağacının dalları arasında duruyor. Selim İleri’nin gözlerinde bir bakış: “Halt ettim.” Ağacı birkaç dakika salladıktan sonra zarfı yere düşürüyorum nihayet. Okurlar yazısız kalmayacak.
Bu kıymetli mesaim sekiz yıl sürdü. Ne mutlu ki Selim Bey’le hayatı ve dostluğumuzu paylaşmak için artık sadece salı günleri yok. Birlikte epey zor günleri bile geride bıraktık.
Edebiyatın çepeçevre kuşattığı bir hayatı ben yakından ilk kez Selim İleri’de gördüm. Eserlerinde bunu gösteriyordu elbette ama dost olduktan sonra her ânının edebiyata bu kadar bulanmış olduğunu görmek bana umuttan başka bir şey vermedi.
Bir kuşakdaşımın okuduğu Selim İleri romanını anlatırken yaptığı yorumu geliyor aklıma: “Bu adam hem bizim gibi hem de bize hiç benzemiyor.”
Değişen dünyanın dayattığı hiçbir “çıkar” reçetesini seçmeyen, okuruna edebiyattan başka bir reçete önermeyen ve hem kendi hem bizim gibi olan Selim İleri kim bilir daha kaç okurun elinden tutup onu edebiyat adasına çıkaracak.
Yalnız Okurlar İçin her zaman umut var.