'Bizim Aile'nin babası, sinemanın icracı dehası Ertem Eğilmez

Ertem Eğilmez'in sineması toplumsal bir bilinç taşımaktadır. Yaşamın içindedir. Bu çizgi “onun ailesi”nin de temel düsturudur: Başa gelen çekilir, çekilene isyan edilir, isyan edilene gülünür!

Google Haberlere Abone ol

“…Ama şunu iyi bil! Ne oğluma ne de gelinime hiçbir şey yapamayacaksın! Yıkamayacaksın, dağıtamayacaksın, mağlup edemeyeceksin bizi! Çünkü biz birbirimize parayla pulla değil, sevgiyle bağlıyız. Bizler birbirimizi seviyoruz. Biz bir aileyiz! Biz güzel bir aileyiz!”
Bizim Aile (Ergin Orbey, 1975) filminden.

Cem Pekman, Ertem Eğilmez'i konu alan derlemesine "Filim Bir Adam" adını uygun görmüştü. Bu ad Yeşilçam'a damga vuran, filmleri televizyona en çok "yakışan" yapımcı yönetmen Eğilmez'in sinemasını, öte yandan yaşamını da açıklıyordu. Çünkü her girişimi bir macera, her macerası bir filmdi!

Geçtiğimiz günlerde Eğilmez filmciliğine dair yeni bir kitap daha yayımlandı. Bu kez İBB Yayınları tarafından hazırlanan kapsamlı çalışmada, yakınlarda yitirdiğimiz sinema yazarı Agâh Özgüç'ün yanı sıra Cem Pekman ve Gökhan Akçura'nın kaleme aldığı makaleler bulunuyor. Deniz Demirdağ'ın editörlüğünü üstlendiği kitapta ayrıca Eğilmez'in sağlığında yapılan söyleşilere yer verilirken elbette 'Bizim Aile'nin üyeleri de yönetmen hakkında anılarını ve düşüncelerini paylaşıyor. 

TUTKUSU AĞIR, İŞLERİ KARIŞIK, DİKKATİ ALABİLDİĞİNE DAĞINIK BİR PORTRE

Eğilmez'i nasıl bilirsiniz? Öğrencilerinden Yavuz Turgul'un "Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni"nde Eğilmez'den esinlendiği sır değil. Zira Eğilmez de "Sürtük" filmiyle açılan bir dönem boyunca bırakın komedi filmi denemeyi, güldürü sahnesi dahi çekmediğini söylerken melodramlara yönelir. Adı bu dönemde (kendi ifadesiyle, 1965’ten 1970’e kadar) "aşk filmlerinin yönetmeni"ne çıkan sinemacı, gazino patronunun âşık olduğu şarkıcıdan her sene aynı yerde buluşan âşıklara dek birçok acıklı fikri işler. Üstelik hem "Sürtük"ü hem "Senede Bir Gün"ü iki kez çeker. Kendisi aynı filmi birkaç kez çekme tercihini yapımcı yanının ağır basmasına bağlarken komediye ısındığı sentimental güldürüler ve "Canım Kardeşim" ticari fiyaskosu başka bir yol açar: Geniş kadrolu aile-arkadaş güldürüleri.

Kalabalık bir ekibin sıcaklığının ve zenginliğinin hissedildiği filmler, Yeşilçam'ın can çekiştiği 70'lerde geleneksel seyirciyi salonlara taşırken; 12 Eylül baskısı, televizyon izleme alışkanlığının yaygınlık kazanması ve ardı sıra gelen video darbesi sinemayı değiştirince bu kez "Arabesk" ile kendi filmlerinin parodisini ve belki yaşamının özeleştirisini yapar. 

80'lerde ticari sinema arabesk ve avantürde ucuz ve fabrikasyon bir yola girmiş, Eğilmez'in hazzetmediği sanat sineması ise çeşitli toplumsal sorunlara eğilmiştir. Bu dönem Eğilmez, "Arabesk"i çekerek her iki ucu aynı anda hedef almış diyebiliriz. Kendi bildiği işi yaparak sanat sinemasının "öykünme" çizgisine basmamış, diğer yandan ise yaptığı en iyi işin bile "özünde" ne kadar "kötü" olduğunu ortaya koymuştur.

Arabesk, 1988.

Eğilmez bir icracıdır, daha açık deyişle yapımcı yönü ağır basan, yapmayı seven, önemseyen bir sinemacıdır. "Canım Kardeşim" ve "Arabesk" gibi çeşitli denemelerdeyse başarı ve başarısızlığı her yönüyle tatmıştır. "Canım Kardeşim" gişede çakılırken "Arabesk" kapı pencere kırdırmıştır. Eğilmez'in ifadelerine başvurulduğunda ise "Sürtük"ü ayrı bir yere koyduğu, sinematografik başarıyı ve öyküde gücü onda somutladığı anlaşılmaktadır. Oysa Eğilmez'i bir kuşak "Arzu Film ekolü" ile tanımıştır. 90'larda televizyonda en çok onun filmleri dönmüş, Hababam Sınıfı serileri aynı anda birkaç kanalda birden yayınlanmıştır. Arzu Film'e geleceğiz ancak öncelikle Eğilmez'in "hareketli" iş yaşamına ve dehâsına değinmek yerinde olacak.

İCRACI DEHA ERTEM EĞİLMEZ VE BİR EKOL YARATMAK

Eğilmez'in yaşamına baktığımızda dikkat dağınıklığı ile tutkunun tehlikeli dansını görürüz. Uzun süre birçok iş denemiş, başarıya da ulaşmış ancak gerek kaderin cilvesi gerek motivasyon kaybı onu hep arayışa yöneltmiştir. Okul hayatı da iş yaşamıyla örtüşür biçimde heyecanlıdır. Hekim babasının izinde İstanbul'da Tıp Fakültesi’ne girmesine rağmen bir süre sonra sıkılıp bırakır. Üstelik dönemin önemli isimlerinden Fahrettin Kerim fahri velisidir! İktisada ise ismini "ilgi çekici" bulduğu için geçer. Eğilmez'in o dönem dikkat dağınıklığı ve tutkusu öyle bir boyuta varır ki Marx okuyup ortalıkta en ateşli komünist gezdiği sıralar bir sokak gösterisinde galeyana gelerek Tan Matbaası'nı basanlar arasına katılır. Doğru bir şey yaptığını düşünmektedir. Eğilmez hızlı düşünüp uygulamayı her alanda sürdürür. Bakkal açar batırır! Doğruluk Bakkaliyesi...

Babıali'de yayıncılığa başlar ve Çağlayan Yayınevi'ni kurar. Ülkede ilk defa plastik kapaklı cep kitabı basımına girişir, Mayk Hammer serileri sipariş eder. Kemal Tahir, “F. M. İkinci” müstear adıyla bu süreçte en önemli destekçisidir. Dönemin önemli yazar çizerlerini bir araya getirdiği Tef mizah dergisini çıkarır. Nedir ki bir süre sonra ortağından ayrılan Eğilmez için ticaret ve işletmecilik iç içe geçmiştir. Yeni Melek Sineması’nın girişinde “Karikatür Sevenler Lokali” adıyla içki ruhsatı aldığı “Nuh'un Gemisi”ni açar. Bir müddet sonra onu da kapatıp langırt işine girer. Eğilmez artık langırt kralıdır! Oyunu tüm İstanbul'a yaymış, köşeyi neredeyse dönmüştür. Ancak kader ağlarını örer! Bu kez vali değişir, aile dostu Gökay'ın yerine gelen Mümtaz Tarhan bir gecede langırtı yasaklar. Eğilmez bu olayı travmatik olarak değerlendirir ve maddi konforunu nasıl yitirdiğini şu sözlerle ortaya koyar:

“1957 yılına geldik. Bu yıl, sonun başlangıcı oldu. Fahrettin Kerim, İstanbul Valiliği’nden ayrılınca yerine Mümtaz Tarhan diye biri geçti. Adam psikopat çıktı, langırtı yasakladı. Ve biz 200 makinemiz, kahvelerdeki imparatorluğumuz, 12 özel salonumuz, 20-30 tahsilat personelimizle kalakaldık. (…) Biz bugünün ölçüleriyle milyarder durumundayken bir gün içinde sıfır noktasına döndük. (…) Sinemacılığa başlamadan önceki yıllarım bu düşüşün nevrozunu taşır.”[1]

Eğilmez, ömrü boyunca etkisini yaşayacağı bu olayı da atlatmayı başarır ve yayınevi döneminden tanıdığı gazete bayi Fazıl Ünverdi'nin maddi desteğini alarak film işine soyunur. Yakın dostu Münir Özkul'un yönlendirmesiyle senaryo halledilir, yönetmen bulunur ama sonuç fiyaskodur. Film batar. Eğilmez ticari darbeleri üst üste yerken pes etmez ve Halit Refiğ, Atıf Yılmaz gibi usta yönetmenlerle yeni filmler çeker. Onlar da iş yapmaz. Eğilmez, deneye yanıla filmciliğin içinde yol almaktadır. Tek kılavuzu pratiğidir. İnadının karşılığını almakta gecikmez. Bahtı döner ve Fatma Girik ile Öztürk Serengil'in şöhreti "Fatoş'un Fendi Tayfur'u Yendi" (1964) filminde yetişir imdadına. 

Fatoş'un Fendi Tayfur'u Yendi (1964)

1965 yılı, Eğilmez'in sinemada ilk dönümü olarak değerlendirilebilir. Bir "Pygmalion" (Bernard Shaw) uyarlaması olan "Sürtük" ile ses getirirken dönemin popüler isimleriyle filmler yapmayı sürdürür. Başrol seçiminde sektörün dışına taşar ve "Taçsız Kral" (Atıf Yılmaz) filminin yapımcılığını üstlenerek yeşil sahalardan Metin Oktay'ı transfer eder. Aksi pek mümkün değilse de futboldan Memduh Ün gibi temelli sinemaya geçenler vardır. Yahut Şenol Birol, Varol Ürkmez, 60'larda beyaz perdede birkaç filmde boy gösteren futbolcular arasındadır. Eğilmez işi çözmüştür! Komedi yapıyordur, melodramda da iyidir. Ancak güneşli hava "Kart Horoz" ile tekrar kapar ve gişedeki başarısızlığın ardından yönetmen uzun yıllar komediye küser. Eğilmez bu başarısızlığın sineması üzerindeki etkisini şöyle ifade etmektedir:

“Bu filmi yatırdım. 1965’ten 1972’ye kadar hiç komedi filmi yapmadım, korktum. O zaman benim adım aşk filmlerinin ünlü yönetmeniydi. Yedi sene bazen birbirinden pespaye bazen içinde iyileri olan bazen aşağılığın aşağısı filmler yaptım. 1972’de çaresizlikten bir gülmeceye bulaştım. O başarılı olunca da o gün bugündür gülmeceden başka film çevirmedim.”[2]

Bu sinema serüveni 70'lere kadar iniş çıkışlarla sürer. Birçok yönetmenin iyi anlaşıp düzenli çalıştığı, "kendi oyuncusu" biçiminde ifade edebileceği oyuncular varken Eğilmez, yakın dostu Münir Özkul dışında yetenek "yakalayamamış"tır. Kaldı ki bu ilişkide de yeteneği yakalayan Eğilmez’den ziyade Özkul’dur! Bu yoksunluk hâli, bir diğer dönümü tetikler ve 70'lerde, "filmin ikinci yarısı" çok daha hareketli geçer. Yönetmen, bir yandan dönemin popüler isimleriyle çalışmayı sürdürüp bir yandan kendi kadrosunu kurmaya koyulur. Rehberi bir kez daha Münir Özkul'dur. Bu süreçte tiyatro kökenli, özellikle Devekuşu Kabare'den oyuncular kadroya art arda dahil olurken Eğilmez jönünü de bulur: Tarık Akan.

Ses dergisinin beyazperdeye taşıdığı son önemli isimlerdendir Akan ve 1970 yılında düzenlenen yarışmada birinci seçilerek dikkat çekmiştir. Neden bir başkası değil de Akan girer Eğilmez'in radarına? Her ne kadar "iyi" ayrılmasalar da bu ikilinin yolları nasıl kesişir? Akan'da ve birçok oyuncuda sahne ışığını gören Eğilmez'in pratik zekâsıdır. Langırt kralı, hızlı yayıncı, uyanık işletmeci, bata çıka sinemacı... Eğilmez zamanla hata yapma lüksünü terk ederken olgun seçimlere yönelir.

Üstelik yalnız jönünü değil, komiğini de bulmuştur: Kemal Sunal! Oyuncu ilk set deneyimini Eğilmez ile "Tatlı Dillim"de yaşarken bir melodramda, "Canım Kardeşim"de kısacık göründüğü sahnede saf bir kompozisyon sunarak İnek Şaban'a doğru hızla yol alır.

Eğilmez bu süreçte birçok tiyatrocuyu öne çıkarır: Adile Naşit, Zeki Akasya, Metin Akpınar, Ayşen Gruda, Ergin Orbey, Şener Şen, Şevket Altuğ... Ve daha nicesi... 

BİZİM AİLE, GENİŞ AİLE, GÜZEL AİLE!

70'lerdeki dönümü destekleyen esas unsur ise parlak oyuncu kadrosu dışında güçlü bir senaryo çalışması yürütülmesi, usta yazar Sadık Şendil'e Ergin Orbey ve Yavuz Turgul gibi isimlerin desteğidir. Yine filmin, fikir aşamasından senaryoya değin yaratılış seyrinde oyuncular da katkı sunarken bir çeşit beyin fırtınasına başvurulmaktadır. Eğilmez bu beyin fırtınasında filmin ortaya konmasında, bir vücuda kavuşturulmasında oyuncuyu bir yazar gibi öyküye katarken yazarları da oyuncu gibi düşünmeye sevk eden bir maestrodur âdeta... Yönetmenin Gümüşsuyu'ndaki evi bir okula dönüşmüştür.

70'lerde Eğilmez usta bir yönetmen, çözülen sektöre rağmen ayakta kalmış bir yapımcıdır artık. "Canım Kardeşim"de sosyal melodramı denerken bir küçük gişe kazası yaşa da zirveye Hababam Sınıfı serisi ile çıkar ve kuşkusuz sıcak aile filmleri yönetmenin bu döneme damgasını vurduğu yapımlardır.

"Bizim Aile", ilkin köylere uğrar. "Tatlı Dillim", "Köyden İndim Şehire", "Salak Milyoner" gibi filmler 70'lerin ilk yarısında büyük kenti kıra âdeta komik ve romantik bir halatla bağlar ve bu halatı şehirde birkaç tur döndürüp iyice sıkılaştırır. Kentin kıra "Tatlı Dillim"deki tepeden bakışı büyük komedi dörtlüsü sayabileceğimiz Zeki-Metin ile Kemal Sunal ve Halit Akçatepe'nin köyden kente yönelmiş filmlerinde artık bir çıkar savaşına dönüşür. Eğilmez bu gerilimi verdikten sonra şehirde ailesini inşa eder ve "Bizim Aile" 1975’te ete kemiğe bürünür. Her filmde sofraya bir tabak daha konmaktadır âdeta! Gelişen yalnızca anlatı dili, öykü veya oyunculuklar değil sosyolojik gözlemlerdir; "Mavi Boncuk", "Hababamlar", "Bizim Aile", "Neşeli Günler", "Gülen Gözler", "Aile Şerefi"...

Bizim Aile (1975).

Eğilmez aile filmlerinin yanı sıra güldürüsünü tarihi bir aralığa, Osmanlı'ya taşır. Bu dönem güldürülerinde açık bir tarih belirtilmese de devletin “çözülüş” döneminde geçtikleri söylenebilir. Kaldı ki Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın 'Gulyabani'sinden uyarlanan "Süt Kardeşler"in (1976) 19. yüzyıl sonlarında geçtiği filmin atmosferinden, sanat çalışmasından anlaşılmaktadır. Eğilmez'in bu çürümeye ilgisi daha politik bir metinle 80'lerde sürecek ve "Şekerpare" (Atıf Yılmaz, 1983) çekilecektir. 

"Süt Kardeşler"in devamı niteliğindeki "Şabanoğlu Şaban" (1977) ve "Tosun Paşa" (Kartal Tibet, 1976) da bu dönem güldürüleri arasındadır. Tüm bu filmlerde; curcunaya, karışıklıklar komedisine ve slapstick bezemelere rağmen bir mesaj verme kaygısı hissedilmektedir. Tosun Paşa filminde “Yeşil Vadi” için çekişen iki aileyi (Seferoğulları ve Tellioğulları) demir yumruğuyla sindirip amacına hiç çaba sarf etmeden ulaşan "hakiki Tosun Paşa" adaletsizliklerin timsali değil midir? Veya "Süt Kardeşler" ile "Şabanoğlu Şaban" dönemin safahata gömülmüş yapısını, çürümüş yönetimi, menfaatçi anlayışı teşhir etmez mi? 

80'LER VE ÇÜRÜYEN TOPLUMA EĞİLMEZ AYARI

Eğilmez 80'lerde İlyas Salman'ı ana kadroya katıp Şener Şen'i parlatırken yeni bir sayfa açar. 80'ler Eğilmez'in kariyerinde en politik filmleri yaptığı, "Milyarder", "Namuslu", "Banker Bilo" ve "Dolap Beygiri" gibi güçlü taşlamalarla siyasal iktidarı ve düzeni eleştirdiği bir dönemdir. 

Ertem Eğilmez, Gökhan Akçura, Agah Özgüç, Cem Pakman, 384 syf., İBB Yayınları, 2022.

Ana oyuncu kadrosunda birçok değişimin yaşandığı bu yeni dönemde sinemanın çöküşü ile tiyatrolara ve müzikallere ilgi artarken Eğilmez bu kez dere geçerken at değiştirmez, sinemacılığı sürdürür ve "Şener Şen-İlyas Salman çatışması"ndan yararlanır. Ayrıca Şen'i "Namuslu"da, "Milyarder"de devletin her kademesine ve topluma sinmiş özelleştirmeci, yağmacı ruhun eleştirisi olarak ikonlaştırır. "Salman-Şen filmleri"nde ‘namuslu-namussuz’ mücadelesini aktarırken, "Şen filmleri"nde çürümeyi resmeder. Eğilmez'in, 80'leri bu iki oyuncuda somutlaması zekâsına kanıt sayılabilir. Salman ve Şen, şüphesiz başka sinemacılarla da çalışmışlardır. Şen 80'lerin yeni senarist ve yönetmenleriyle de filmler çekmiş yahut Salman melodram yönü ağır basan, "toplumsal arabesk" biçiminde nitelendirebileceğimiz yapımlarda da boy göstermiştir. Fakat "onların oyuncu kimliğini ortaya koyan, kumaşlarını usta bir terzi gibi kesip biçen Eğilmez'dir" desek abartmayız. Zeki Alasya ile Metin Akpınar birbirlerini nasıl tamamlıyorlarsa Şen ve Salman da bir karşıtlıkta anlamlarını bulmuşlardır. Eğilmez'in bunu görüp uygulayışını; gözlemciliğine, ihtiyaca dönük çalışmasına ve icrayı önceleyen yaklaşımına bağlamak gerekir. Dahası "Baba 80'lerde ne yaptın" gibi bir soru sorulduğunda Şen ile Salman'ın çatıştığı filmlerde iki kılavuz kişilik çıkar karşımıza: Şen uyum sağlamayı, darbeyi ve yağmaya ortak olmayı; Salman ise yağmaya direnmeyi, dürüstlükte ısrarı temsil etmektedir.

Eğilmez'in Şen'den buruk bir kahraman yarattığı "Milyarder" filmi de gerek oyuncunun, Yavuz Turgul döneminde tutturacağı üslubun taşlarını döşemiş gerek toplumsal dönüşümü savunmasız karşılayan milyonların "yalnızlığını" ortaya koymuştur. "Mesudiyeli Mesut", biletine büyük (Kartal Tibet, 1986) ikramiye vurunca tüm yaşamını sorguluyordu. Çürüme yalnız çevresini sarmamış, evinin içine kadar girmişti. Bu çürüme dönemin taşlamalarında bariz bir biçimde işlenmekteydi, Eğilmez yetiştirdiği öğrencileri ve etkilediği senaristlerle öncülük görevi de üstlenmiştir. 

TEKERLEKLİ SANDALYEDEN REJİSÖR KOLTUĞU YAPAN ADAM!

Eğilmez'in 80'lere damga vuran son icraatı ise şüphesiz Arabesk filmi. Kitapta da filmin hikâyesine geniş yer ayrılıyor. Yönetmenle ve oyuncularla yapılan röportajlar "Arabesk"in önemine işaret etmekte... Son filminde bu denli konuşulmak, gişede kazanmak ve hem seyirci hem eleştirmenlerden takdir görmek her sinemacıya nasip olmaz! 1988 yapımı "Arabesk" Eğilmez'in tekerlekli sandalyede güç bela tamamladığı, hastalığı ağırlaşınca kalan sahneleri oğlu Ferdi Eğilmez'e ve daha birçok isme yönettirdiği ancak hastane odasından dahi direktiflerini eksik etmediği filmi. "Arabesk" için bir deneme, bir muhasebe diyebiliriz. Belki de bu yüzden önemsemiş Eğilmez. Bir veda olduğunu hissettiği için, belki son kez denemek için.

"Sürtük"ün, daha genel haliyle gazino şarkıcısı ve ona âşık patron ekseninde gelişen olayların parodisi "Arabesk". Türk sinemasında o güne dek tanık olunmamış bir alaycılık ve "basitlik" taşıyor. Basit çünkü yapmak yerine yıkmak gayesiyle hareket ediyor. Alaycı çünkü yıkmaya yöneldiği malzeme kendini var eden malzeme aynı zamanda! "Arabesk" sadece "Sürtük"ün veya 60'larda karşımıza çıkan melodramların bir eleştirisi değil, 70'lerde “kutsal ve sevimli aile” mıknatısına yapışan değerlerin de eleştirisi. Ama Eğilmez'in kör bir kuyuya bakarken bile iyimserliği elden bırakmadığını görüyoruz. Eğilmez'e göre tepeden tırnağa arabesk bir toplumuz.

“İnsanı film yapmaya iten nedenlerin hepsi perdeye yansımaz. Bir kısmı senaryoya, peliküle geçer geçmesine… Ben içte kalan şeyleri sevmem. Bu yüzden adı ve tadı Arabesk filmi niçin yaptığımı anlatayım. Aslında “niçin”lerin gerçek cevabını vermeye kalksam başta kendim olmak üzere hepimizin hayat hikâyesini anlatmam gerekli. Benim hayatım arabesk. Yalnız benim mi? Senin de onların da herkesinki arabesk. Arabeski yapan da arabeskten kaçanı da alayımız arabesk yaşıyoruz. Çünkü biz ne kadar kaçsak da arabesk içimizde…”[3]

Bu türden sosyolojik değerlendirmelerin/sezgilerin filmografisinde son kareye değin uzanması yönetmenin toplumsal malzemeyle kurduğu ilişkiyi gözler öne seriyor. Eğilmez ticari filmler çekerken, gişeye uygun formüller üretirken toplumu tanıyor, metni önemsiyor fakat tüm bunların ötesinde senaryoyu toplumu anlamak ve anlatmak için araçsallaştırıyor.

YAŞADI VE FİLM YAPTI

Ertem Eğilmez'i yazmaya ve anmaya bizzat başarısız bulduğu bir "Canım Kardeşim" filmi bile yeter. Söz gelimi "Canım Kardeşim" filminin başarısızlığına dönemin sinema anlayışına uymaması dışında bir kalkışmayı da ifade etmesini sebep gösteremez miyiz? Kadın karaktersiz melodram, gerçek ve yoksul mekânların panoramik çekimleri, “kötü niyetli gazino patronu” gibi birkaç şablonu saymazsak alabildiğine gri, özdeşleşmeyi geciktiren hatta imkânsız kılan kahramanlar... Buna karşın çatışmanın çok yalın bir çatışma olması: Hayatta kalmak. 

"Canım Kardeşim", Eğilmez'in sinema kariyerinin de özetidir aslında. Eğilmez tüm bir filmografisi boyunca ayakta kalmaya çalışmış, farklı türlere yönelmiş, ticareti ile sanatı arasına bir ip gerip cambazlık etmiştir. Denebilir ki tam bu yüzden, bu kadar badireden sonra Eğilmez'in sineması toplumsal bir bilinç taşımaktadır. Yaşamın içindedir, düşmeyi kalkmayı bilir. Bu çizgi “onun ailesi”nin de temel düsturudur: Başa gelen çekilir, çekilene isyan edilir, isyan edilene gülünür!

Yazıyı; yapan ve yöneten, yazan ve yazdıran, keşfeden ve keşfedilen Ertem Eğilmez’in yanıtıyla sonlandırmak istiyorum. Kitapta Gökhan Akçura, 80’lerde yönetmenle söyleşilerini aktardığı bölümü "Arabesk" filminin tanıtım metniyle bitiriyor. Eğilmez bu metinde şöyle[4] diyor:

“Beni sanattan kaçmakla suçlayanlar oldu. Ama bilmezler ki yalnızlıktan hiç hoşlanmam. Yalnızlığın erdem olduğu bir toplumda yaşamak arabesktir. Ben yaşıyorum ve film yapıyorum.”

Dipnotlar

  1. Cem Pekman, “Pek Yakında”, Ertem Eğilmez, 2022, İBB Yayınları, s. 45
  2. Yalçın Pekşen’in Ertem Eğilmez ile söyleşisinden, “Para Yoktu, Rejisör Oldum”, age., s. 265
  3. Ağâh Özgüç, “Babıali’den Yeşilçam’a Adanmış Bir Ömür: Ertem Eğilmez”, age., s. 218
  4. Gökhan Akçura, “Yarım Kalan Anılar”, age., s. 203