Black Mirror: Yaşamın telifi kime aittir?
Black Mirror'ın 6'ncı sezonunda insan yaşamına dair erişim meselesi gösteri dünyası dahilinde tartışmaya açılmış.
Bu sıralar Netflix'in ilginç dış cephe reklamlarıyla karşılaşıyoruz. Okey masasına inek düştü, uçan koltuk binaya çarptı ve balığa araba çarptı gibi sloganların yer aldığı bu giydirmeler Black Mirror'ın 6. sezonunu müjdelemekte. Ülkemizde yaşanan gerçek olayları konu edinen bu reklamlar aynı zamanda kült dizinin temelindeki felsefeyi de tartışmaya açıyor: Yaşamın telifi kime aittir?
ÖYKÜLERİYLE BÖLÜMLER
İlk bölümü Aralık 2011'de bir İngiliz televizyon kanalında yayınlanan ve zamanla Netflix'e geçen Black Mirror beş bölümlük son sezonuyla erişime açıldı. Yaklaşık bir saat süren bölümleri Charlie Brooker kaleme alırken farklı isimler yönetiyor.
Joan is Awful
"JoanisAwful" ismini taşıyan ilk bölümün yönetmeni Ally Pankiw. Sezonun en çok ilgi çeken bölümlerinden Joan is Awful çevrimiçi yayın çılgınlığı ile mahremiyet ihlalinin kesişimini dijital ilerleme ve gözetleme kültürü ekseninde ele alıyor. Bölümde Joan adında bir kadının yaşamını habersiz bir biçimde diziye çeken Streamberry platformu eleştirilirken kuantum bilgisayarı vb. yöntemlerle insan yaşamına yönelik çalışmalar yapıldığı, alternatif ve kopya Joanlar vasıtasıyla gerçek yaşamı yıkıcı kurgusal bir evren yaratıldığı görülüyor. Bölüm Joan'ın kimliğine sahip çıkma öyküsü...
Loch Henry
"Loch Henry" başlığını taşıyan ve Sam Miller tarafından yönetilen ikinci bölüm ise bir kez daha gösteri dünyasına yoğunlaşıyor. Bölüm sevgilisi Pia ile doğup büyüdüğü kasabaya belgesel çekmeye gelen Davis'in başından geçenleri işliyor. Gençler kasabanın geçmişindeki hazin bir olayı filmleştirmeye karar verirler ancak ipin ucu hiç ummadıkları bir yere varır. Seri cinayet ve unutulmuş kasaba gibi temaları bir arada kullanan bölüm gerilim ile trajediyi harmanlıyor. Bafta Ödülleri ve ödülün sembolü maskeyle yaşamın üstü örtülen yönünü birbirine bağlayıp kah göndermeleri kah başarıya, var olmaya zorlayan itkinin arka planda kendini daima hissettirişiyle gösteri dünyasına eleştirel yaklaşan bölüm yeni bir şey söylemiyor.
Beyond the Sea
"Beyond the Sea" sezonun üçüncü bölümü. John Crowley'nin yönettiği bölüm 1969'da geçiyor. Sezonun saf bilimkurguya en yakın öyküsü olarak niteleyebileceğimiz Beyond the Sea teknik gelişmelerden distopik bir atmosfer devşirmek yerine geçmişe dönük ve klasik bir üslup benimsemiş. Bunu yaparken de geleneksel bilimkurgunun kopya tartışmasından yararlanmış. Bölümde asıl bilinçleri bir uzay gemisinde olan iki iş arkadaşının başından geçenler konu alınıyor. Kopya bedenleri yeryüzünde mutlu bir aile yaşamı sürdüren David ile Cliff bir kırılmanın ardından karşı karşıya geliyorlar. David'in ailesi bir hippi tarikatınca katledilip kopyası da yakılarak ortadan kaldırıldığında şefi konumundaki Cliff haftada bir saat kendi bağlantısında ve bedeninde dünyaya ulaşmasına izin veriyor. David bu iyi niyeti farklı yorumluyor ve ikinci bölüme benzer şekilde bir trajedinin kapıları açılıyor.
Mazey Day
Dördüncü bölüm "Mazey Day" sektörün bir başka yorumu. Bu kez kahramanlarımız film yıldızları ve bir paparazzi fotoğrafçısı. Önceki ifşasından dolayı bir intihara sebep olup pişmanlık duyan Bo, Mazey Day isimli aktristin peşine düşer ancak hikâye ummadığı bir yönde ilerler. Uta Briesewitz'in yönettiği bölüm sezonun ağırlıklı duygusu trajedinin klişe bir örnek üzerinden aktarımı...
Demon79
Sezonun son bölümü "Demon79" da 79 yılı İngilteresi'nde geçen bir iblis filmi. Bir perakende giyim mağazasında tezgâhtarlık yapan Nida'nın sistematik ırkçılığa maruz kaldığı, yerel yemekler tükettiği için dışlandığı dönem bir tesadüf eseri bir iblisi uyandırışını konu alıyor. Nida karşısına çıkan sevimli bir kılığa bürünmüş Gaap'in etkisi altına girer. Gaap kadına, üç gün içinde üç kişiyi öldürmesi gerektiğini yoksa kıyametin kopacağını söyler. Nida çaresiz bu buyruğu kabul eder. Onu zorlu bir üç gün beklemektedir.
BLACK MIRROR: SANSASYONEL BİR AYNA
Black Mirror reklamlarının çağrıştırdığı duygu ve düşüncelere geçmeden önce sezonun genel bir değerlendirmesini yapmak isabet olacak. Distopyanın günümüzde geçerli bir tür kılınmasına katkı sunan yapımlardan Black Mirror bugüne değin bilimkurgu ile dijital çağın sıkıntılarını bir araya getirerek fobilere ve kırmızı çizgilere oynamış, provoke etmiş, zihinlerde farklı tartışmalar üretmeyi hedeflemişti. "Sansasyonel" ifadesi dizinin hem içeriğini hem üslubunu karşılıyor, kendisine dönen dizi bir bağlamda 20'nci yüzyılın en çok referans verilen pop kehanetlerinden "bir gün herkes on beş dakikalığına meşhur olacak" öngörüsüne selam edip "her hikaye bir gün çekilecek" düsturunu benimsiyordu. Doğrusu dizinin bölümleri, bilimkurgu niteliğine karşın gündelik yaşamla bağları koparmıyor, dijital yeni insanın acılarına tuttuğu ayna seyirciye yabancı gelmiyordu. Seyirci bu aynayı evinin banyosuna kabul ediyor, ona her baktığında âdeta kendi suretiyle karşılaşıp çağa dair sıkıntılarını hatırlıyordu. Black Mirror'ın başarısı, kışkırtıcı ve yaratıcı yönlerini ustaca kullanmasında yatıyordu.
Bazı sezonlar iniş çıkışlar oldu şüphesiz... Örneğin 5. sezon diğerleri kadar tutulmadı. Beğenideki bu azalma dizinin handikabından ötürüydü. Sürekli yeni şeyler vadeden, sıra dışı ve çarpıcı olması beklenen dizi her daim aynı derece vurucu öyküler aktaramıyordu. 6. sezona geldiğimizde Black Mirror'ın artık bu iniş çıkışları da kabul ettirdiğini, antoloji türünde ve elbette distopya kategorisinde bir müddet daha ilerleyebileceğini görüyoruz. Yapımın yeniliklere kapalı olmadığı malum. Bandersnatch filmi alternatif sonlarla çoklu bir seyir olanağı sunmuştu. Dizi yeni bölümler, yeni sürprizlerle evrenini koruyabilir.
ÇEVRİMİÇİ SAPMALAR, KADİM TRAJEDİLER
6'ncı sezonda alışıldık çizgisinden bir parça saptığını not düşmeliyiz. İlk çıktığında dijital terörden ve gösteri dünyasının çıkışsızlığından dem vuran Black Mirror burayı pek aşamadı; aşmaya da yönelmedi, orası ayrı. Gelinen noktada öykülerin kadim bir alana trajediye, yaşamın içindenlik duygusunu öne çıkararak yöneldiğini ve geleneksel alt türlerden daha fazla beslendiğini; bilimkurgusu, korkusu, gösteri eleştirisi ve psikolojik göndermeleriyle daha ortalama bir görüntü verdiğini söyleyebiliriz.
Dizi, çevrimiçi platformların eleştirisini de üstlenirken iki temeli öne çıkarıyor: insan haklarının budanması ve stream mantığının tüm kesimleri yutma potansiyeli. Joan is Awful'da kendi parodisine dönüşen bir Joan izliyoruz. Üstelik uyandırdığı hisler de kötü... Bu bölüm, Jim Carrey'nin başrolünde oynadığı kült yapım Truman Show'un (1998) aşılıp filmdeki yapay sınırların organik sınırlara karıştığını, stüdyonun gerçek mekanalara taştığını kısacası gösteri ile edimlerin tastamam birleştiğini sergiliyor. Loch Henry'deyse belgeleme dürtüsünü ikame eden çarpıcılık saplantısının hırsla buluştuğu takdirde nasıl sonuçlar doğuracağını gözler önüne seriyor. Kahramanımız Davis anne babasının acımasız katiller olduğunu öğrenmekle kalmıyor, onları tüm dünyaya tanıtıyor. Ödülü aldığında cezayı da alıyor. Annesinin bıraktığı notu okuyor: "filmin için". Bu çirkin, bu bugünü yarına feda edilen hayatta her şey sahte, her şey Bafta heykelciğinde olduğu gibi ve yine her şey filmimiz için... Şair Orhan Veli bir şiirinde "bedava yaşıyoruz" diye seslendiğinde yalın hisler dünyasını işaret ediyordu: "Hava bedava bulut bedava" diyor, dizelerine devam ediyordu: "Otomobillerin dışı/Sinemaların kapısı/Camekanlar bedava..." Hissettiğimiz hava, gördüğümüz bulut ve dalmak istediğimiz düşler bedavaydı henüz. Bugünse "filmimiz için" yaşıyoruz ve o düşlere dalmak belli ki ağır bedeller gerektiriyor. Davis'in ödediği türden...
"Beyond the Sea" ve "Demon79" bölümlerinde trajik sonuçlar yaşamla çarpıştırılıyor. İntikam ve kıyamet temaları, ölüme eğrilen insan malzemesinin teknik gelişimlerden bağımsız bir biçimde medeniyet kodlarına işlendiğini ortaya koyarken hınç ve bencilliğin insanla kıyamete değin varacağını, bazen değişimin yerine geçeceğini savunuyor. Demon79'da Nida'nın cinayetler işlemesi değişimine yorulabilir. Beyond the Sea'de iyiliğin cezasız kalmaması da "habis insan" kabulüne hizmet ediyor. İnsan bu denli vahşi bu denli habis bu denli değişken bir varlık mı? Şayet öyleyse onu hayvanlar içinde nasıl sınıflandıracağız? Black Mirror bir yandan işte bu tasnif çalışmasını sürdürüyor. Dijital yaşam marifetiyle yabancılaşan insanı teşhir ederken "türünden ayrılan", kötücülleşen ve kolayca değişen insanı da ıskalamıyor.
YAŞAMIN TELİFİ MESELESİ
Dizinin 6'ncı sezonunda insan yaşamına dair erişim meselesi gösteri dünyası dahilinde tartışmaya açılmış. "Joan is Awful" bir yaşamın nasıl gasp edildiğini ve "Loch Henry" mahremiyetin hiçbir koşulda korunamayacağını çünkü izlemenin büyüsüne kapılmış, seyircileştirilmiş insanları başka türlü sakinleştirmenin yolu kalmadığını ifade ediyor. Bir yaşamın tatmini başka bir yaşamın seyrinde mümkün oluyor. "Beyond the Sea" ise bedenlere ve bilinçlere dair bir tartışma ve yine yaşamın mülkiyetini özgünlük üzerinden yorumluyor.
Bunun ötesinde yazıya girerken söz ettiğimiz reklamlar, yaşamın telifini esas yönden tartışmaya açıyor. Platformun gerçekten yaşanmış olayları reklam stratejisi olarak kullanması ve yayınlanan yapımın özüyle ilişkilendirmesi, tuhaflık vasıtasıyla bir bağ kurması bazı bölümlerde karşımıza çıkan o "yağmalanma" halinin de altını çiziyor. Reklamlardaki söylemler daha ziyade inek, balık, koltuk gibi insan dışı canlı veya cansız varlıkları nesne kılarken bu durum akıp giden yaşamın belli kesitleri alınarak reklama dönüştürüldüğü gerçeğini ortadan kaldırmıyor ve gerçekler kurmacanın yerini alarak gösteri dünyasına sızıyor. Peki, bu gerçekler büsbütün sahipsiz midir? Gerçek yaşamda telif ödenmez mi? Anılarımız, deneyimlerimiz, edimlerimiz... Tuhaf yahut sıradan, habitata dair her şey, akıp giden tüm o ilişkiler şirketlerin reklamlarına malzeme mi olacak? Ankara'da fırtınada uçan koltuk uluslararası bir şirketin raflarına takılmadan iniş yapamayacak mı mesela? Araba ile balığın kazası mutlaka raporlanacak mı? Okey oynayan hatta bazen uçurumun eşiğinde kendini oyun havasına kaptıran dayılar hiç huzur bulamayacak mı? Öyleyse tekrar soralım: yaşamın telifi kime aittir? Yaşayanlara mı kaydedenlere mi? Yoksa yayınlayanlara mı? Bir reklam sloganı da biz yazalım: Gökten kaç elma düştü?