YAZARLAR

Boğaziçi, İktidarın LGBTİ+ nefreti, firmanın namaz yasağı

Dindarlık adına mangalda kül bırakmayıp, olur olmaz kutsallık icat eden yöneticiler, yönettikleri ülkede namaz kılma yasağı uygulayan firmaları bilmiyorsa bir dert, bilip de önlemiyorsa o da başka dert. Boğaziçi’ni değersizleştirmeye çalışmaktan, LGBTİ+ nefretini körükleyerek öğrenci dayanışmasını kriminalize etmekten fırsat bulup da egemen olduğu ülkede beş vakit dini mesaj verirken bazı firmaların namaz yasağı uygulamasını, dindarlara izah etmeli, iktidar.

İktidarın, Boğaziçi Üniversitesi'ni teslim almak için kayyım rektör atamasına tepki göstererek protesto hakkını kullanan öğrencileri, ağır hakaret ve ithamlarla suçlu göstermesi, terörist ilan etmesi kimseyi şaşırtmadı. Bunu hep yapıyor. Ücretleri ödenmediği için gösteri yapan işçilere terörist derken emekçinin alın teri karşılığı hakkını vermeyen patrona sözü yok. Hani işçinin hakkını alın teri kurumadan vermek prensibi vardı ya işte o prensip iktidarın dini söylem lügatinde yok. Yoksulun, emekçinin desteğini alıp devletlu olduktan sonra patronun, sermayenin desteğinden başkasına itibarı kalmadı çünkü. Öğrenci protestolarının rüzgarıyla iktidara gelirken şimdi öğrenci protestolarını ajanlıkla ilişkilendirip altından bir büyük resim çıkararak iktidara tutunma çabasında. İşin aslına bakarsak iktidarın iddialarına inanıp gönülden katılan insan çok az. Emniyetin resmi hesaplarından “yalanla da mücadelemiz sürüyor” iddiasıyla yayınladığı videolardan, Şeyma ile ilgili olanda görüntü kaydının saati ile olay anının saati arasındaki tutarsızlık açıkça görüldüğü için, “yalanla mücadelenin yalanla mı yapıldığı?” sorusu hakim oluyor zihinlere.

Öğrencileri terörle, ajanlıkla itham eden iktidar söylemine tümüyle inanan insanların, tıpkı İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesini isteyenlerin ancak yüzde 7 oranında oluşu gibi düşük oranlarda olduğunu tahmin edebiliriz. Mesele şu ki ülkemizdeki tek sorun din-devlet ilişkisi değil. Dindar olduğu iddiasıyla oy alanların da ona sırf bu iddiası için oy verenlerin ve inanmaya devam edenlerin de dini anlayışındaki “yansıtma kolaycılığı” asıl derdimiz. Allah’ın kendisine emredip sorumluluk olarak yüklediklerini yerine getirmeyip tersine dua olarak Allah’a yansıtan, yaygın bir dindarlık biçimi var bizde. Örneğin Allah “olmayana da ver” demiştir ayetle. Yüzlerce yıldır yaygın olan dindarlık anlayışıyla insanlar görevi, Allah’a iade eder adeta O’na ‘işini yap’ der gibi dua eder. Hem de en güzel sofralarda en nadide yemekleri yerken, doyma ihtiyacının çok ötesine geçen o yeme hazzı anında ve gürültülü bir sesle “Allah’ım olmayana da ver” duasında bulunmak sık karşılaştığımız, ‘dindarca’ davranışlardandır. Akif, “Allah’ı vekilharç tayin etmek” eleştirisiyle karşı çıkardı tevekkülü, kendi sorumluluğunu duaya dönüştürüp Allah’a iade eden bu tip yerleşik ve yanlış dindar algıya/alışkanlığa. Tarih boyunca çoğu zaman Müslümanın bireysel sorumluluğunu dua olarak Allah’a iade etmek için devleti yansıtıcı ayna olarak kullandığını görürüz. Bedeli mukabilinde elbette ve bu bedel devlete inanmak değil inanmadığını açıkça söylemekten kaçınmak ve gerçeğin ortaya çıkarılması işini de yine Allah’a havale etmek. Kul hakkını korumak Müslüman’ın görevi ama her konuda sorumluluğunu Allah’a iade ederken kendisine vasıta kıldığı devletin hak ihlaline doğrudan karşı çıkıp ters düşmekten kaçındığı için sessiz kalıp devletin söylemindeki yanlışı ortaya çıkarmak işini de Allah’a bırakıyor.

Ancak böylesi bir profile itiraz eden dindarlık biçimleri de oldu her zaman. Yine var ve etkili oluyorlar. Özellikle eylemlerde baştan itibaren ortaklaşmayı seçen birlikte organize olma yolunu kuranlardan Emek Adalet Platformu, üyeleri olan Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin kaleminden olaylara dair açıklamalar yayınlıyor. Geçmişte başörtüsü yasaklarının uygulanamadığı tek üniversite olmasını sağlayan şey öğrenci dayanışması ve özgür akademi geleneğiydi ve şimdi iktidarı rahatsız eden şey tam olarak bu. Ancak geçmişten günümüze akan dayanışma geleneğinin dindar öğrencilerin de katkısıyla sürdürülmesi, toplumun geniş kesimleri ve kolaycı dindarlık biçimlerine ibret olmalı. Geçmişte LGBTİ+lar başörtülü öğrencilerin yanındaydı. Şimdi dindar gençlik kitlesi içinde ufku geniş Boğaziçili öğrenciler LGBTİ+ kulübünün kapatılmasına ve ifade hürriyetinin engellenmesiyle birlikte kayyım rektöre, polis müdahalesine, gözaltı ve tutuklamalara karşı itiraz seslerini birlikte yükseltiyorlar.

Yazık ki başörtülü kadınlar üzerinden yürütülen yasakçı ve dışlayıcı zihniyette hiçbir değişiklik yok. Geçmişte “irticacı” olarak suçlananlar şimdi “yalancılıkla” suçlanıyor. Şeyma Altundal, üzerinde çalışıldığı düşünülen polis kayıtlarıyla yalanlanırken sosyal medya linciyle de başa çıkmak zorunda bırakılıyor. Uzun zamandır bu ülkede dindar, örtülü ve muhalif olmanın bedeli, darbe döneminde ödenen bedellerle yarışır halde. Muhalif dindar kadınlara her türlü hakaret sosyal medya paylaşımları, gazete haberleri, köşe yazıları üzerinden serbest atışla sürdürülüyor. Kabe, Şahmeran ve gökkuşağı sembolünün bir arada kullanıldığı resmi “kutsalımıza hakaret” olarak sunan iktidarın, muktedir olarak LGBTİ+lara ölçüsüz şekilde yönelttiği nefret suçu ve ayrımcı politikasına dindar insanların karşı çıkması bile suç gibi gösteriliyor. Hatta başörtüsünü kutsayarak başörtülü kadınlara hakaret ediliyor.

Diğer yandan yönettikleri, her köşe bucağında tek kişinin emriyle, tam olarak muktedir oldukları bu ülkede bir şirket başörtülü bir kadını işe almayarak ayrımcılık uyguluyor. Boş pozisyona başvuran üç kişi arasında en uygun aday olarak görülmesine rağmen, abdest alıp namaz kılması yasak olduğu için işe alınmıyor bir başörtülü kadın. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun sosyal medya hesabından duyurduğu olayda, merkezi yurt dışında olan AUNDE isimli bir fabrikanın çalışanlarına abdest, namaz yasağı getirip buna bağlı olarak başörtüsü ayrımcılığı uyguladığını öğreniyoruz. İşin ilginç yanı firmanın yurt dışındaki merkezinde böyle bir ayrımcılık olmaması zira lafa gelince “bizi kıskanan” Almanya’nın, ayrımcılık, ırkçılık ve nefret suçlarına karşı iyi uygulanan yasaları var. Dindarlık adına mangalda kül bırakmayıp, olur olmaz kutsallık icat eden yöneticiler, yönettikleri ülkede namaz kılma yasağı uygulayan firmaları bilmiyorsa bir dert, bilip de önlemiyorsa o da başka dert. Boğaziçi’ni değersizleştirmeye çalışmaktan, LGBTİ+ nefretini körükleyerek öğrenci dayanışmasını kriminalize etmekten fırsat bulup da egemen olduğu ülkede beş vakit dini mesaj verirken bazı firmaların namaz yasağı uygulamasını, dindarlara izah etmeli, iktidar. Emin olun kolaycı dindarlar bile bunu öğrenmek ister. Öğrencileri terörist ilan etmekten, Boğaziçi Üniversitesini ‘ajan yuvası’ alarak tanımlayıp ülkede pek az kurumda kalmış özgür, akademik ruhun son kırıntılarını da yok etmekle uğraşmaktan asıl işini yapmıyor. Kendi ideolojisi doğrultusunda tüm muhalifleri suçlama kolaycılığı sağlayan ayrımcı politikalar uygulayan bir devletin yönetimi altında olması gereken yabancı firmalar kolaylıkla inanç ve ibadet hürriyetini yok sayarak ayrımcılık yapar kolayca. Bir ülkede nefret suçu sadece devletin tekelinde kalmıyor tabi ki küçük muktedirler de kendi nefretleriyle yönetim politikası belirleme hakkına sahip olup namaz yasağı getirebiliyor işte. Kısacası ya hepimiz özgürüz ya hiçbirimiz.

 

Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.